YAZAN VE SÖYLEYEN BİRİ OLARAK ZEKİ SOYAK

YAZAN VE SÖYLEYEN BİRİ OLARAK ZEKİ SOYAK

Günümüzde sağlıklı düşünebilen, meseleleri doğru tespit ve teşhis edip ortaya koyabilen, aynı zamanda ortada öylece bırakmayıp seviyeli fikirler ile sağlıklı çözüm üretebilen lider insanlar maalesef azın azıdırlar. Hocamız, üretkenliğini gerek sözlü gerekse yazılı bir şekilde dikkatlere sunabilen, hatta bunu kendisine vazife edinen bir hitabet ve kalem üstadı idi. Ölçüler Dengeler adını verdiği eserinin önsözünde şu ifadelere yer verir:

“Sağlıklı düşünmek, seviyeli fikirlere, sıhhatli bilgilere sahip olmak çok güzel. Ancak bu düşünce, fikir ve bilgileri yazıya dökmek, ifade etmek, yaşantımıza yansıtmak epeyce zor. Hele ölçüsüzlüklerin ölçü, dengesizliklerin denge gibi sunulduğu hatta bu konuda dayatmaların yapıldığı, kafa ve kalplerin karıştığı, kavram kargaşalarının yaşandığı bir ortamda, işin sahtesi ile gerçeğini ortaya koymak, zihinlerin durulmasını sağlamak, alacakaranlıkta karanlık çehreleri aydınlık yüzlerden ayırmayı başarmak başka bir zorluktur. Fakat bu zoru başarmaya çalışmak da bir vazifedir.”

Yazı, söz ve medyanın taşıması gereken ölçüler ve İslamî çalışmalardaki önemlerini ise MEFKÛRE adlı eserinin bir bölümünde şöyle vurgular:

“Yazı yazmak ve söz söylemek bir sanat ve bir maharet. Dil ve kalem ise bu sanatı icrada bir mühim vasıtadır. Dürüst insana gereken bu vasıtaları hakka, doğruya ve güzele kullanmaktır. Öyle yazı ve sözler vardır ki onunla insanlar şirk ve küfür onunla yok olur ve İslam dairesine onunla girilir. Dünya hayatı onunla hiçlenir, şehadet arzusu kara sevda haline gelir. Kaybolmuş ümitler onunla yeşerir. Esir olmuş yurtlar ve milletler onunla kıyam eder. 

Zamanımızın Nadr b. Haris’leri medya vasıtası ile insanlarımızın Kur’an’la buluşup İslam’la tanışmasına, yeniden öz benliğine kavuşmasına mani olmak için bütün imkânlarını seferber etmektedirler. Bizler de müslümanlar olarak yazarak konuşarak, sesli ve görüntülü medya vasıtasıyla İslamî hakikatleri anlatmalıyız. Bu gibi İslamî kuruluşlara madden ve manen yardımcı olmalıyız. Dilimizi ve kalemimizi hakkın hizmetinde hak ölçüler içerisinde kullanmalıyız. Kalbin tercümanı olan dil ve kalemi Hakkın yolunda kullanmak yazı ve sözü Allah Teala’nın kelamı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri ile taçlandırmak bir nimet ve bir lütfu ilâhîdir.” 

 

ÖLÇÜLER DENGELER

Hocamız hayatı boyunca her türlü şartta ölçülerini ve dengelerini muhafaza etti. Kaynağını Kur’an ve sünnetten alan bu ölçü ve dengeleri gençliğe ulaştırabilmenin gayreti içinde oldu:

“Ruh, akıl ve cisim, ahiret ve dünya, madde ve mana, korku ve ümit, sevgi ve nefret, fert ve cemiyet, yöneten ve yönetilen, hülasa olarak, bütün sahalarda ölçüler konulmuş ve dengeler kurulmuştur. Fert ve toplumların huzuru, konulan ölçüleri ve kurulan dengeleri muhafaza etmekle mümkündür.”

Kendi kimliğinde ve hayatında mücessemleşen “Ölçüler Dengeler”ini kitaplaştırarak öğrencilerine emanet etti.

Eser “Her şey ölçü iledir” ayetinin izah edildiği bölümle başlar.                                         İkinci bölümde ise düşüncede ölçü: “Düşüncemizde ölçü, Kur’an ve sünnetin değişmez ölçüleri olursa, bu düşünce kalpte halis bir niyet, dilde hak bir söz ve davranışlarda salih bir amel olarak tezahür eder.” cümlesi ile konur.

Dünya ve ukba dengesini kurabilmenin hayati önem taşıdığı şu cümlelerle izah edilir:

“Allah indinde günler ikidir: Bugün ve yarın. Bugün dünya, yarın ahirettir. Muttaki kişiler dünya hayatının yarınlarını değil, dünyaya göre yarın olan ahireti düşünürler. Orası için hazırlık yaparlar… Dünya ile ukba arasında ahenk kuramayan, dünyasını da ukbasını da kaybeder. Ölçüsüzlük dengesizliği, dengesizlik kargaşayı davet eder. Kargaşanın hüküm sürdüğü bir yerde de huzur ve saadet hayal olur.”

Müslümanların muhabbet ve husumetlerindeki ölçüler ortaya konur:

“Biz müslümanlar şahıslara buğzetmeyiz. Biz, şahıslardan sadır olan küfür, şirk, nifak, günahı kebair gibi kötülüklere buğzederiz ve bu kötülükler zail olup sahibi tevbekar olunca, onu muhabbetle kucaklar, dostlarımız arasına katarız. Biz bir kişiyi de imanından, salih amellerinden, ihlâsından, takvasından, güzel ahlakından dolayı severiz. Allah korusun o bu güzel hallerini terk eder, kötülüklere dönerse ona olan sevgimiz zail olur. İsterse öz kardeşimiz olsun, yakın dostumuz bulunsun.”

Kitapta ayrıca tavırlarımızda olması gereken ölçüler tespit edilmektedir. Ehem olanı tercih etme ölçüsüne, İslam’ı bir bütün olarak algılamak, vasıtaları gaye edinmemek, mezhep, meşrep ve meslek taassubundan sakınmak, itidal üzere olmak, işleri istişare ile yapmak gibi her zaman üzerinde hassasiyetle durduğu ölçülere bir kez daha dikkat çekmektedir. İman, İslam ve ihsan konularındaki ölçüler, Cebrail hadisi ışığında ortaya konulmakta, bir müslümanın her zaman hayra anahtar olmasının, aklıselim ve kalbi selim sahibi olmasının gerekliliği önemle vurgulanmaktadır.

Bu ölçülerle birlikte kalp, dil ve amel arasındaki ahenk izah edilmekte, korku ümit dengesi, şeriat tarikat ahengi, hüsnü zan ve sui zan dengeleri hakkında okuyucu bilgilendirilmektedir.

 

MEFKÛRE

1970’li yıllarda kurulmasına öncülük ettiği ve tüm ülke genelinde teşkilatlandırdığı Mefkûreci Öğretmenler Derneği’nin ve bu derneğin yayın organının ismini taşıyan bu eserinin ortaya çıkışını, Hocamız önsözünde şöyle anlatıyor:

“Hak-Batıl mücadelesinde Hakkın safında bir gediği doldurmak, kulluğumuzun gereği olan mücadelede yerimizi almak için Nevşehir’de 15 günde bir yayınlanan İlk Adım gazetesini çıkarmaya başladık. Bu gazetede bize de yazı yazmak imkânı verildi ve biz “MEFKÛRE” köşesinde Hakkın hâkimiyeti, batılın iptali için gayret sarf ettik. İslamî hakikatleri duyurmaya, insanımızı Hakka kılavuzlamaya çalıştık.

Mefkûre köşesinde yayınlanan bu yazılarımızın bir kısım dostlarımız tarafından kitap olarak basılıp neşredilmesi isteği üzerine bazı tashihler yapılıp, neşredilmeyen bazı yazılar da ilave edilerek bu kitap teşekkül etmiş oldu.”

Hocamıza göre büyük mükellefiyetler taşıyan müslümanlar mefkûresiz, gayesiz olamaz:

“Müslüman, gayesiz, mefkûresiz, günübirlik bir hayatın adamı olamaz. O hayatın bütün safhalarında İslam’ı hâkim kılmak ve bunun cihadını yapmak ve İslam’ın üstün medeniyetini tesis etmek gibi büyük mükellefiyetler yüklenmişken, kof düşüncelerin, süflî dünya menfaatlerinin, behimi bir yaşantının hamalı olamaz. Var olmak için, önce yok olmanın sırrını yakalayan insan, yaratılışındaki hikmeti idrak ederek süfli duygulardan kurtulup, yüce mefkûrelerle hayat bulur.”

Eserde müslümanların genel dertleri ve sıkıntıları yanında bazı güncel konular da dillendirilmekte ve yol gösterici çözüm teklifleri ortaya konmaktadır. Mesela Milli Eğitimizin sorunları tespit edildikten sonra gayesinin ne olması gerektiği şöyle anlatılmaktadır:

“…Milli Eğitimin gayesi İYİ İNSAN yetiştirmek olmalıdır. İyi insan inanan inancının gereğini yerine getiren Kur’an ahlakı ile ahlaklanmış dürüst çalışkan fedakâr insan demektir. İyi insan aşırı olmayan dengeli insandır. Çünkü aşırılıklar dengeyi bozar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Aşırılar helak olmuştur.” buyurdular ve bunu üç kere tekrarladılar.

İyi insan yetiştirmek için eğitimin şu üç boyutunu en iyi şekilde tatbik etmek gerekir: Bilgilendirmek, yönlendirmek ve uygulamak.”

Yetişmiş insan eksikliğinden dert yanılmaktadır: “…İslam âlemi hiçbir devirde zamanımızda olduğu kadar eskilerin “KAHTÜ’R RİCAL” dediği adam kıtlığı felaketini yaşamadı.”

Bu eksikliğin giderilmesi için müslümanlara yol ve hedef gösterilmektedir:

“…Zamanımızdaki İslam toplumunun çıkmazı gerçek âlimlerin olmayışından veya çok az oluşundan yahut da susturulmalarından kaynaklanmaktadır. Bu gerçeği tespit ettikten sonra: Zekât mükellefi bütün varlıklı müslümanlar zekâtlarını şeriat-ı garrayı darul erkam evlerinde hakiki manada öğrenmeye çalışan ilim talebelerini bulup vererek en iyi bir şekilde değerlendirmelidirler.”

Hocamız hiçbir zaman kaybetmediği, kaybedilmesinden şiddetle sakındırdığı ümidini ise bu eserinde yüksek sesle şöyle ifade ediyor:

“…Toplumu bu bunalım ortamından kurtaracak yeni bir nesil; imanını yenilemiş, kendini Kur’an’la bütünleştirmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin rehberliğinde azimle ihlâsla yola koyulmuş, Allah’ın rızasından başka hiçbir beklentisi olmayan bir nesl-i cedid tek ümidimizdir. Bu nesil toprağa düşen bir tohum gibi şeriatın vasatında yetişip büyüyor. Çiçeğe durdu. Yakında meyvesi derlenecek, hasta toplum şifa bulacak ver insanlık huzur duyacaktır.”

 

İZAHLI KIRK HADİS,

UMMANDAN KATRELER

Kitapların yazılma gayesini Hocamız şöyle izah ediyor:

“Bugün pek çok müslüman “biz konuşalım başkaları yapsın” mantıksızlığı ile kendi yaptığı İslam dışı hareketleri bin bir tevil ve zorlamalarla mazur gösterirken aynı hareketi başkaları yapınca üzerlerine saldırıyor. Ve bu hususta kendileri gibi düşünmeyen ve hareket etmeyen aklıselim sahibi müslümanları da itham ediyor suçluyor ve çeşitli yöntemlerle tesirsiz hale getirmeye çalışıyorlar. Bu gibi kişiler İslamî hareketin güvesidirler. Hiçbir zaman risk altına girmezler. Çileye hiç gelmezler. Tembel ve nefislerinin zebunudurlar. Köşe bucak yalan yanlış laf üretmek ve dedikodu ile meşguldürler. Mesuliyetten ve iş yapmaktan kaçarlar. Fakat her işin başında gözükmek isterler. İslam daveti komple bir harekettir. Bir cihat ve bir ibadettir. O bakımdan İslamî cemaat ve hareketler kendi iç davetini tamamlamadan daha geniş boyutlu hareketlerde istenilen başarıya ulaşamazlar.”  

“…Hadis-i şeriflerden anlaşılacağı gibi 40 hadisi ezberleyip mucibince amel etmek ve diğer müslümanlara nakletmek büyük bir fazilet ve tebşir-i Muhammediye’ye mazhariyettir. O bakımdan her müslüman bu hadis-i şerifleri ezberleyip din kardeşine nakletmek hususunda elinden gelen gayreti göstermelidir.”

Her iki kitabın başlangıcında ise kaygılarını ortaya koyuyor ve ölçüleri hatırlatıyor:

“Ayet-i kerime ve hadislerden hüküm çıkarmak ve ictihad etmek sadece müctehid derecesine yükselmiş ulemaya has bir iştir. Diğer müslümanların yapması gereken ise ahlak, fazilet, nasihat, hayırlı iş ve hizmetlere teşvik ile ilgili hadis-i şerifleri öğrenip mucibince amel etmektir.” 

 

İtikadî, Amelî, Ahlakî İSLAM AHKÂMI 

Adından anlaşılacağı gibi üç bölümden müteşekkil bir ilmihal kitabı. Kitabın itikat bölümü, İmam Maturidi’nin, amelî hükümler ise Hanefi mezhebinin görüşlerine göre yazılmıştır. Mevzular işlenirken o mevzu ile ilgili bir kısım güncel konulara da yer verilmiştir.

Kitabın yazılma gayesini, günümüz müslümanlarının bu konulardaki sıkıntılarını, çözüm yollarını ve gerekli ölçüleri Hocamız şöyle izah ediyor:

“Her devirde yeni yeni meseleler çıkmaktadır. Çıkması da gayet tabiidir. Ulemaya düşen vazife bu meselelere çözüm bulmaktır. Sapmadan, saptırmadan, İslam’ın özüne zarar vermeden, değişmeyen değerlerimizden asla taviz vermeden meseleleri halletmektir.

Bunun için yapılması gereken, bu meselelerin benzerlerinin geçmişte olup olmadığı ve bu meseleleri müctehid ulemamızın nasıl hallettiğini araştırmaktır. Bu veya benzer konularda müctehid ulemadan bir çözüm olmuşsa bize düşen o ictihada uymaktır. Şayet yeni çıkan mesele, her yönüyle geçmişte benzeri yaşanmayan bir mesele ise, o zaman İslam’ın genel prensiplerine, haram helal hudutlarına, müctehid ulemanın meseleleri çözüm metotlarına bakarak konuyu ele alıp değerlendirmek gerekir.

Bir diğer husus da, geçmişte hiç rağbet edilmemiş, müctehid ulemanın kahir bir ekseriyetle reddettiği, İslam’ın özüne uygun düşmeyen münferit görüşler, bir kısım insanlar tarafından sanki çok yeni bir görüş gibi sunularak, müslümanların kafaları karıştırılmaktadır. Bu gibi görüşler, hangi niyetle savunulursa savunulsun neticede çok büyük tahribat yapılmaktadır. Bunlara asla iltifat edilmemelidir.

Bir kısım insanlar da, “Biz bazı şeylere cevaz vermezsek, müslümanlar mevcut düzenin imkânlarından faydalanamıyor, dindar tüccarlar işlerini geliştiremiyor, genişletemiyor. Başkaları ise bu imkânlardan faydalanıp zengin oluyorlar.” görüşündeler. Bu görüşten hareket ederek bazı fetvalar veriyor ve müslümanların bir kısım haramlara dalmalarına vesile oluyorlar. Elbette müslümanlar ticaretlerini geliştirmeli, genişletmeli ve mevcut imkânlardan istifade etmelidirler. Ama haramlara dalarak, faizli veya faiz şüphesi olan işler yaparak değil. Dünyayı mamur edeyim derken, ahiretini harap ederek değil.

Müslüman elbette dünyasını mamur edecektir. Ancak mamur ettiği dünyası ile ahiretini de mamur etmelidir. Ahiretini harap edecek bir dünya ve onun nimeti müslüman için öldürücü zehirdir. Ondan hazer etmek gerekir.

Bütün hayatları Kur’an’a ve sünnet-i seniyyeye sımsıkı sarılarak Allah yolunda İslam’a hizmetle, ilim irfan öğrenip, öğretmekle geçen, Ashab-ı kiram, tabiin, tebei tabiin, tüm müctehid ulemamıza ve onların yolundan ayrılmadan, izlerini takip eden geçmiş âlimlerimize minnettarız. Bizler de, hiçbir kınayanın kınamasından asla korkmadan onların yolunu sadakatle devam ettirmeliyiz.”

“Değerli okuyucu! Malumunuz olduğu gibi, zamanımızda dînî cehalet çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Toplumumuzun öncelikli meşguliyeti dünya olmuştur. Ahiretimizi mamur edecek hizmetlere rağbet etmiyoruz. İslamî metinleri okurken, İslamî terimlere vâkıf olmadığımız için çoğu kez anlayamıyoruz veya yanlış anlıyoruz. Dolayısıyla daha önce yazılan çok değerli eserlerden büyük bir çoğunluğumuz istifade edemiyoruz.

Bu sebeple, selef-i salihinin yazmış olduğu bu çok değerli eserlerden faydalanarak, her kesimin anlayabileceği bir sadelikte, çeşitli rivayetleri zikretmeden, insanlarımızın ihtiyacı olan bilgileri aktarmak sureti ile bir kitap yazmayı vazife kabul edip Rab Teala’dan yardım dileyerek, bu işe cür’et ettim.”

 

FAZİLET TOPLUMU

Hayatı boyunca mücadelesi, kurulmasına öncülük ettiği müesseseler ve yazdıkları ile bir misyonun peşinde olduğunu gösterdi. Bu mücadele, insanlığın var oluşuyla birlikte devam eden, peygamberlerin ve onların varisçilerinin sürdürdükleri tevhid mücadelesi ve insanları fazilet ve saadet toplumu haline getirebilme çabası idi.

Fazilet Toplumu adlı eseri hayatı boyunca sürdürdüğü bu mücadele süresince edinilen tecrübelerle de desteklenerek ortaya çıkan ve fazilet toplumu olma çabasında olan her insanın ve topluluğun bir başvuru kitabı niteliğinde bir aksiyon ve program kitabıdır.

“Bu programlar, aile yuvamızda aile fertlerimizle işlenmeli, evimiz bir mektep haline getirilmelidir. Ayrıca aynı mahalle ve yakın semtlerde oturanlar akraba, komşu ve arkadaşları ile uygun gün ve saatte bir araya gelerek bu programları bir ders gibi işlemelidirler.”

Kitabın önsözünde kendisinin taşıdığı ve takipçilerinin de taşımasını arzuladığı misyon ve sorumluluk şu şekilde ortaya konuyor:

“İlahî nizamın ve peygamberlerin gönderiliş sebebi; insanların yaratılış gayelerini unutmamaları, Allahtan başka ilah edinmemeleri, şirk, küfür ve nifakın zulümatından, her türlü kötülüklerden korunmaları, insanca ve müslümanca bir hayat yaşamaları için yol göstermek ve milletleri, bir fazilet, bir saadet toplumu haline getirmeleri için mücadele ve mücahede etmektir.

Bu tevhid mücadelesinin peygamberler halkası, Hatemül Enbiya ahir zaman nebisi, canımız efendimiz Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemle tamamlanmış; daha sonra da bu cihad, bu mücahede, bu mücadele Hulefa-yı Raşidin, Ashabı Güzin, tabiin, tebei tabiin ve müctehid ulemaca, Kur’an ve sünnetin nurlu yolunda, İslam’dan asla taviz vermeden ve hız kesmeden devam ettirilmiştir.

Bu yolda zaman zaman tökezlemeler, sendelemeler, çeşit çeşit badire ve musibetler yaşanmış olsa da arzu edilen derece ve vüs’atta olmasa da bu cihat kesintisiz devam etmiştir. Bu mücadeleyi sürdürenler istenilen yüksek vasıflara sahip bulunmasa da, bu mücadelenin sancaktarları ve mensupları zaman zaman çok azalsa da hep var olmuşlar ve biiznillahi ve bi lütfillahi Teala var olmaya devam edeceklerdir.

Ve az da olsalar Rabbani âlimler, Allah eri Ribbiyyûn cemaatler, fazilet toplumları yetiştirmeyi sürdüreceklerdir.

Yüce Rabbim bizleri de o kutlu hizmet kervanının aksak bir kıtmiri olarak izini süren, adım adım takip eden kullarından eylesin. ÂMİN.”

Bu kitap ve diğer eserler ortaya konurken takip ettiği yöntem, ölçüler ve hassasiyetleri anlatırken kullandığı ifadeler ise tüm hayatı boyunca üzerinde taşıdığı nazik ve şefkatli üslubu da yansıtıyor: 

“Aziz okuyucu!

Bütün yazılarımda ve kitaplarımda okuyucumu, sunulan bilgilerle baş başa bırakıp, “bu bilgiler ışığında kendine yön ver, yol bul, alman gerekenleri al, benden bu kadardır” demedim, diyemedim.

Yalnızca:

Şöyle yapmalıyız, böyle yapmalıyız.

Şu konularda yığınla meselemiz var.

Buyurun iş başına deyip okuyucumun önüne meseleleri getirip onu bunaltma yolunu da tercih etmedim.

Ümmetin ve bütün insanlığın meselelerini, yapmamız gerekenleri dile getirmeye çalışmakla beraber ilmî ve tecrübî birikimlerimden faydalanarak, hepsinden çok daha önemlisi yüce Rabbimin bu aciz, zayıf ve fakir kuluna yaptığı ilhamlarla yer yer bu meselelerin çözüm yollarını, yol ve usullerini, hizmet şekillerini belirtmeye çalıştım.

Ayrıca siz değerli okuyucularıma asla saygısızlık yapmadan yön ve yol kılavuzluğu yapmaya çaba gösterdim.

Yazılarımın ve kitaplarımın devamlı okuyucuları, takipçileri muhakkak bu farkın farkındadırlar.

Çünkü İslam gerçeğini anlatmaya, tebliğ etmeye çalışanlar, bu konuda kendilerini mesul ve vazifeli görenler, onların önünü açmak, onlara çözümler üretmek, yol göstermek, gönüllerde açan ümit çiçeklerini soldurmamak, ümit ışıklarını söndürmemekle de vazifeli olduklarını bilmelidirler.”

 

Kur’an ve Hadis’te

KISSALAR-HİSSELER

Birçoğumuz Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya’sını, Mevdudi’nin Tevhid Mücadelesi ve Peygamberler’ini, Mustafa Asım Köksal’ın “Peygamberler Tarihi’ni, İ. Lütfü Çakan ile Mehmet Solmaz’ın Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi’ni ve Osman Nuri Topbaş’ın Nebiler Silsilesini okumuşuzdur. Fakat şeksiz şüphesiz ismini zikrettiğim bu kitapların hepsinden çok daha farklı, çok daha değişik üslup ve yaklaşım tarzıyla kaleme alınmış şaheser bir kitap. Esatire ve mübalağaya yer verilmeden gerçekçi ve realist bir tarzda yazılan 2 ciltli başucu kitaplarından birisi.

Öncelikle bu kitabın yazılması esnasında ciddi bir göz hastalığı yaşadı. Adeta gözün biri kapandı. Allah bilir ama bu kitabın tamamlanması için yoğun çalışması böyle bir hastalığın meydana çıkmasına sebep oldu. Tedavi görme aşamasında iken, bir kurban bayramı için gittiği memleketinde (Kayseri) yapılan tıbbî tahlil sonunda akciğer kanseri bulgusuna rastlandı. Erken teşhis edilmesinden dolayı ameliyatla iyileşeceği anlayışıyla İbn-i Sina’da (Ankara) cerrahî müdahale edildi. Her geçen gün biraz daha ağırlaşan, ağırlaştıkça da yazmasını hızlandıran Zeki Hocaefendi kitabı tamamladı ama bir müddet sonra da Rahmet-i rahmana kavuştu.

Hayatını yazmaya, anlatmaya vakfeden, yazarken ve anlatırken de haktan ve hakikatten ayrılmayan tavrıyla bizlere örneklik sergiledi. Az eleştirilecek çok uyulacak hayat çizgisiyle bizlere ciddî mesuliyet yükleyen, sevdiğim ve hayran olduğum Zeki Hocama Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.