(Yalan kavramı üzerinden) Bazı Kur’an Kavramları

(Yalan kavramı üzerinden) Bazı Kur’an Kavramları

 

“Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır.”(Bakara, 10)

“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?” (Saff, 2)

“Şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?” (Rahman, 31 tekrar)

“Dini yalanlayanı gördün mü?” (Maun, 1)

“O gün, yalanlayanların vay haline.”

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler.”(En’am, 116)

Yalan, “Doğru olmayan, gerçeğe uymayan söz”  diye tanımlanıyor sözlükte.

Yalan kelimesinin Arapça karşılığı olan kizb/kezib ise eski sözlüklerde “doğruluğun (sıdk) karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi vermek, söz vakıaya uygun olmamak” diye tarif ediliyormuş.

Kezib kelimesi ayet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda genellikle günlük kullanımdaki anlamıyla “gerçeğe aykırı konuşmak” anlamında masdar, bazen de “gerçeğe uygun olmayan söz, haber” anlamında isim olarak kullanılır. Babası Yakub’u, Yusuf’u (aleyhimesselam) kurdun parçaladığına ikna etmek için kardeşlerinin gömleğine sürdükleri kan için kezib (uydurma, sahte, yalan) kelimesine yer verilir mesela.

Birçok ayette inkârcılar ve münafıklar hakkında, Allah’ın gönderdiği açık hakikatleri yalan saymaları sebebiyle “yalancılar” ifadesi kullanılmıştır. İlginçtir, Kâfirler inanmadıklarını söylerken doğru söyledikleri halde Allah’ı ve elçisini yalanlamaları, yalanla itham etmeleri sebebi ile “yalancı” sayılırlarken; münafıkların Hz. Peygamber’e söyledikleri, “Şahitlik ederiz ki sen gerçekten Allah’ın elçisisin” sözleri, “Allah zaten biliyor ki sen O’nun elçisisin” ifadesiyle doğrulanmış, “Fakat Allah da münafıkların yalancılar olduğuna şahitlik eder” ifadesi ile bunu inanarak söylemedikleri için münafıkların yalancı olduğu bildirilmiştir. (Münafıkun, 1) Yalan söylemek, tekrarlanan birçok hadiste belki de bu nedenle kâfirlik değil de münafıklık alameti sayılmıştır.

Nahl Suresi’nin 115. ayetinde yenilmeleri yasaklanan et ve et cinsinden yiyecekler sıralanmış, 116. ayette ise insanların yiyecekler hakkında “Bilgiye dayanmadan, dillerine geldiği gibi, şu helaldir, bu haramdır” demeleri yalan söz sayılmış, hatta “Allah hakkında yalan uydurmak, Allah’a iftira etmek” şeklinde değerlendirilmiştir.

Sıdk (Doğru sözlü olma) imanın olmazsa olmaz parçası sayılırken yalanla imanın bir araya gelemeyeceği de sık vurgulanır. Efendimiz kendisine sorulan bir soru üzerine iman eden bir kimsenin korkaklık ve cimrilik gibi hoş karşılanmayan karakterleri taşıyabileceği fakat asla ve asla “yalancı” olamayacağını ifade buyurmuştur.

Kur’an’da kâfirler, gerçeği bildikleri halde gizlemeleri, Allah’ı ve elçisini yalan söylemekle itham etmeleri, Allah hakkında -ortakları veya çocukları olduğu gibi- gerçek dışı beyanları gibi sebeplerle yalancılıkla sıfatlanırlar.

Yine Kur’an’da kâfirler için yalanlama ve yalancı (Kizb-kazip) yerine “Bir şeyi örtüp gizlemek, gerçeğin üzerine perde çekmek” anlamındaki “küfür-kâfir”, “dindarlık ve doğruluğun perdesini yırtmak” anlamına asıl manası “yarmak” olan “fücur-facir”, “inanç ve ahlaki açıdan tabii, doğru istikametinden sapmış yalan söz, iftira” manasındaki “zûr”,“bir şeyi bildiği halde kabullenmeyip inkâr etmek” anlamında “cahd-cahid” kavramları da alternatif olarak aynı anlamda kullanılmıştır. Bazı İslami eserlerde bu nedenle yahudilerden cuhûd (câḥidin çoğulu) diye söz edilmiştir.

Her kavram zıddıyla birlikte anlamlanacak ve anlaşılacaktır. Bu kavramların zıddı olarak da inananlar için “sıdk-sadık, şükür-şakir, şehadet- şehid/şahid, istikamet-müstakim” kavramları sıklıkla Kur’an’da zikredilir.

Allah’ın insan için yarattığı ve ona verdiği nimetleri yalanlamaya, nimetlere nankörlük ederek veriliş amacı doğrultusunda kullanmamaya küfür, bu durumda olanlara “kâfir” nitelemesi yapılmıştır. Şükür-şakir kavramları bunların zıddıdır.

“Bana şükredin, küfretmeyin.” (Bakara, 152)

“Şükrederseniz size (nimetimi) daha da arttırırım, küfrederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!” (İbrahim, 7)

“Bu nimetler, şükür mü yoksa küfür mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur.” (Neml, 40)

“Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse kâfir.”(İnsan, 3)

Kişinin imanında devamlı olması, Allah’a verdiği ahdine sürekli bağlı olması ve imanını ve ahde bağlılığını doğrulama sadedinde faaliyetler içerisinde bulunması “sadakat” kavramı ile ifade edilir. Böyle kimseler “sadıklardır” ve tüm Mü’minlere, “sadıklardan oluşan bir topluluk içerisinde yer alması” emredilir.

Mülkün Allah’a ait olduğuna imanın ve mülkün sahibi değil emanetçisi olduğu iddiasının doğrulanması doğrultusundaki faaliyetler “tasadduk”, bu doğrultuda adreslerine teslim edilen şeyler de -tebessüm dahi olsa- “sadaka” kavramı ile isimlendirilmiştir. Şükür ehli olmayanlar ve tasadduk yükümlülüğünü yerine getirmeyenler Kur’an tabiri ile “müsriflerdir”.

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla/sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119)

“Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından sadaka al!” (Tevbe, 103)

“Bu âyet nâzil olunca, sırtımızda yük taşıyarak kazancımızdan tasadduk etmeye başladık.” diye anlatıyor, iman ve itaatlerini sürekli doğrulama titizliğinde olan sahabe. Malının tamamını verenler olduğu gibi amelelik yaparak kazandıkları bir avuç hurmayı getirenler de oldu. “Sadakat” endişesi taşımayanlar her iki gurubu da eleştirip küçümsedi. Bunun üzerine,

“Sadakalar konusunda Mü’minlerden hem gönüllü olarak fazla fazla verenlere hem de daha fazla verecek bir şey bulamayanlara dil uzatıp onlarla alay edenleri Allah maskaraya çevirecektir. Onlar için elem verici bir azap da vardır.” (Tevbe, 79) ayeti nazil oldu.

Allah’ın dininin ve Elçi’nin getirdiklerinin hak/mutlak doğru olduğunun yaşayan örnekleri ve canlı şahitleri olan sadık Mü’minler şehit/şahit kavramı ile de sıfatlanmışlardır.

“Böylece sizi, bütün insanlara şâhit ve örnek olasınız, Peygamber de size şâhit ve örnek olsun diye dengeli mutedil bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143)

“Kıyamet günü her ümmetten bir şâhit getirip Resulüm, seni de bunlar üzerine şâhit kıldığımız vakit o kâfirlerin halleri nice olacak?” (Nisa, 41)

“Rabbimiz! İndirdiğin kitaba inandık ve gönderdiğin peygambere tabi olduk. Artık bizi gerçeğe şâhitlik edenlerle birlikte yaz.” (Al-i İmran, 53)

“Rabbimiz! Biz iman ettik, artık bizi gerçeğe şâhitlik edenlerle beraber yaz.” (Maide, 83)

İman ettikten, hidayet nasip olduktan, doğru yolu bulduktan sonra sonuna kadar bu çizgiyi sapmadan muhafaza etmek, istikamet kavramı ile isimlendirilmiştir. İstikamet, sözlükte “doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı olma, dimdik durma” gibi anlamlara gelir.

“Hidayet üzere olabilmek nasiptir ama aslolan hidayet üzere ölebilmektir” ki bu da istikametle olur. İstikametin şartı ise ‘takva’dır. Bütün Kur’an-ı Kerim başlangıçtaki şu iki cümlenin parantezine alınmış gibidir:

“Bizi doğru yoluna hidayet et ve sabitle.”  (Fatiha, 6) talep cümlesine verilen karşılık “İşte bu kitap, takva sahipleri için hidayet sebebidir.” (Bakara, 2)

“Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar/istikamet üzere olanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaat olunan cennetle sevinin! (Fussilet, 30)

“Rabbimiz Allah’tır” diyen sonra da devamlı bu söz doğrultusunda/istikamet üzere yaşayanlara ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir.” (Ahkaf, 13)

“Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru/istikamet üzere ol! Siz de azıp sapmayın.” (Hud, 112)

İşte bunun için sen çağrına devam et ve emrolunduğun gibi doğru çizgini/istikameti sürdür. Onların arzularına uyma. (Şura, 15)

Rabbimiz ahdine “sadık” olanlardan, şahitlerden, istikamet üzere olanlardan eylesin. Sadıklarla beraber, “yalan” kaynağı şeytan ve avanelerinden uzak eylesin.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.