Vefatı Mayıs’a Denk Gelen Dört Âlem Adam

Vefatı Mayıs’a Denk Gelen Dört Âlem Adam

“O Ne Güzel Kumandandır”: Fatih Sultan Mehmed (ö. 3 Mayıs 1481)

İnternet esnafının en çok tıklanan ansiklopedilerinden birine baktığınızda ölümünün ardından Kayser-i Rum, Sultan, Ebul Feth olarak anıldığını görürsünüz. Osmanlı Türkçesi belgelerde Mehmed-i Sânî, Cumhuriyet döneminde basılan kitaplarda Fatih Sultan Mehmet, Avrupa literatüründe Grand Turco, yerli ve yabancı birçok tarih kitabında da Muhammed olarak anılır. İsmen olmasa da gıyaben müjde-i nebeviye mazhar olmuştur. Peygamberimizin ifade buyurmasıyla “O ne güzel kumandandır.” Arif Nihat Asya, sözleri birbirinden manalı olan Fetih Marşı’nı Fatih’ten ve Fetih’ten ilhamla yazmıştır. Tarihi çağlara ayıranlara göre O, 1453’te Ortaçağı kapatmış Yeniçağı açmıştır. Zehirlenme iddialarıyla gündeme gelen son nefesini bundan 536 yıl önce 3 Mayıs 1481’de vermiştir.

En tartışmalı icraatı, ekser ulemanın fetvasıyla kardeş katli uygulamasını kanunlaştırmasıdır. Şöyle bir de dipnot var: Osmanlı’nın devlet’ten imparatorluk seviyesine eriştiği Fatih döneminde ilk yeniçeri isyanı yaşanmıştır. Bkz. Buçuktepe Vakası. Unutmadan; İstanbul’un fethinin ardından Avrupa çalkalanırken Papa, Sultan Mehmed’e Hristiyanlığı ve böylece Avrupa’nın da kralı olmayı teklif etmiş ama Fatih, küffara iltifat etmemiştir.

Hayat; İman ve Cihad: Ebu Eyyub el-Ensari (ö. 4 Mayıs 672)

Prof. Dr. Süleyman Algül, Ebu Eyyub el-Ensari hazretlerini tek cümle ile şöyle tanımlıyor: “Hicret sırasında Hz. Peygamberi Medine’de evine misafir eden ve Türkiye’de ‘Eyüp Sultan’ unvanıyla anılan sahâbî.” Eyüp Sultan denilince akla gelen ilk özellik ‘evini Peygamberimizle paylaşması’. Hz. Peygamberi evinde yedi ay süreyle misafir ettiği için kendisine ‘Mihmandar-ı Nebi’ denilmiş. Yalnız, Eyüp Sultan anıldığında gündeme gelmesi gereken başka şeyler de var. İşte o başka şeylerden oluşan bir paragraf;

Hz. Peygamberle birlikte bütün gazvelere katıldı. Dikkat; ‘bütün’. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde yapılan Suriye, Filistin, Mısır seferlerine katıldı. İlerleyen yıllarda gerçekleşen Kıbrıs seferinden de geri kalmadı. Dile kolay… Haricilerle ve Muaviye ile yapılan mücadelelerde Hz. Ali’nin yer aldı. Sağlığı yerinde olan herkesin Allah yolunda cihada katılması gerektiğine iman eder, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara, 195) ayetindeki tehlikeyi, cihada katılmayıp da işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu yüzden ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir sefere katılmaya gayret etti. Katıldığı son sefer Müslümanların ilk kez kuşattığı İstanbul üzerineydi. Dipnot: Osmanlı padişahları cülus merasimlerinde Ebu Eyyub el-Ensari’nin türbesi önünde kılıç kuşanırdı.

Haksızlıklara tahammül edemez, doğruları söylerdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahabe Ukbe b. Amir’in akşam namazlarını geç kıldırdığını öğrenince onu sünnete muhalefet etmekten ve halka kötü örnek olmaktan dolayı uyardı. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervan b. Hakem’e muhalefet eder, Rasulullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi.

Medine döneminden itibaren Peygamber Efendimizin yanından hiç ayrılmamasına rağmen kendisinden sadece 150 hadis rivayet edilmiş olması, hadis rivayeti konusunda takındığı titiz tavra ve ömrünün cihad için seferlerde geçmiş olmasına bağlanır. Günümüz muhaddislerinden İsmail Lütfi Çakan, Ebu Eyyub’un rivayetlerinden derlediği kırk hadisi şerh ederek “Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis” ismiyle yayımlamıştır. Mezkûr yazarımızın ifadesiyle “Onun hayatı cepheden cepheye koşarak, cihad ederek geçmiştir. Medine’den İstanbul’a uzanan memâtı ve gözlerimiz önündeki mezarı buna şâhittir.”

‘Ben Şeriat Adamıyım’ Diyen Aksiyoner Bir Derviş: Zeki Soyak Hocaefendi (ö. 29 Mayıs 2005)

Uzatmaya ve abartmaya gerek yok. O; eldeki imkânlar ne kadar kıt, şartlar ne kadar zor olsa da mutlaka yapılabilecek bir şeyler olduğunu söyleyenlerden ve Hz. Yusuf zindana girdiğinde orayı bir medrese yapmıştı örneğini unutmayanlardandı. O; İslamî çalışmayı hayatının bir parçası değil kendisi yapanlardandı. “On adım atması gerekirken dokuz adım atan, bir adım atmayan kişi Allah’a karşı mesuldür” gerçeğini tembih edenlerdendi. O; iç inkılâbını gerçekleştirmeyen bir insanın geniş bir dış inkılâbı gerçekleştirmesi mümkün değildir diyenlerdendi. O; eğitim için üniversitenin şart olmadığına, bir Müslüman hanımın kendisi için faydalı olan yayın ve çalışmaları takip ederek kendisini yetiştirebileceğine inananlardandı. İşte bu yüzden İlkadım Dergisi’nin yeni sayısı geldiğinde önce Baciyan Dergisi’ni okuyanlardandı. Yaptığı ikramlara önce kız torunlarından başlardı.

O; hastalığı döneminde ‘Ameliyat olmanız gerekiyor’ dendiğinde ‘Niçin?’ diye değil de ‘Bir-iki ay sonra olsam olmaz mı?’ diye sorup sebebi merak edildiğinde ‘İlkadım Dergisi abonelerine verilecek olan Kıssalar Hisseler kitabını ancak o zaman bitirebilirim, bunun için söz verdim’ diyerek asıl derdinin verdiği söz olduğunu hatırlatanlardandı. O; yapılan incelemeler sonunda kanser teşhisi konunca bunu önemsemeyip ‘Ölümün hastalıkla değil ecelle olduğunu’ ifade edenlerdendi. Geçmiş olsun’a gelen misafirlerini hasta yatağındayken elbiseleri ile oturur vaziyette karşılayanlardandı. Sorulmadıkça hastalığından bahsetmez, onun yerine sohbet ederdi.

Hastanın duasının makbul olduğunu bildiğinden bunu bir avantaja dönüştürürcesine en yakınlarından başlayarak, hocalarına, üstatlarına, beraber çalıştığı hizmet eri kardeşlerine, ümmete ve bütün insanlığa dua ederdi. Sadece bir kolunu kısmen hareket ettirebildiği zamanlarda bile ‘Sadece bir kolum sağlam kalsa onu Allah yolunda feda etmek için hayatımın sonuna kadar cihad ederdim’ diyordu. Vefat ettiğinde doktoru ‘Hazinemi kaybettim’ demişti.

Çelenksiz ve Top Arabasız Bir Ölüm: Necip Fazıl Kısakürek (ö. 25 Mayıs 1983)

Necip Fazıl, 1960’larda Bugün gazetesinde bir araştırma yazı dizisine başlar. Konu, resmî tarihin ve yalan söyleyen tarihe alkış tutanların çoktan hain ilan ettiği Sultan Vahdeddin’dir. Dizi, kitap olarak yayınlanacak hacme ulaşınca ilk baskı ‘Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Vahidüddin’ adıyla 1968’de yapılır. Tükenmek üzere olan bu eser toplatılır. Takibat başlar ve kitabı incelemesi için bilirkişi heyeti oluşturulur.

Heyetin raporuna göre içerikte herhangi bir suç unsuru yoktur. Ancak karanlık devirde aydın’lık taslayan zorbalar tatmin olmamıştır. İkinci heyet oluşturur. Sonuç aynıdır ve yazarımız 1971’de beraat eder. Ertesi yıl eski defterler açılır, Yargıtay davayı temyiz eder ve sonraki yıl karar açıklanır: mahkûmiyet! 1974’te Af Kanunu’yla mesele askıya alınır ve kitap 1975’te ikinci, ertesi yıl üçüncü kez basılır. Lakin tekrar yasaklanır ve toplatılır. 1979’da üçüncü, 1980’de de dördüncü bilirkişi heyeti tayin edilir. Rapor yine aynıdır: Kitap temiz.

Darbenin ardından 1982’de Yargıtay ne hikmetse bir kez daha işe el atar ve dokuz yıl evvelinden, 1973’ten kalma mahkûmiyet kararı onanır. İnfaz dört ay sonraya ertelenir. Adli Tıp, Necip Fazıl’ın, “Anayasa’da öngörülen cezanın affı şartlarına sahip olduğu” yönündeki raporunu dönemin MGK Başkanı Kenan Evren’e uzatır. Adli Tıp’a rağmen Kenan, Necip Fazıl’ı affetmez. Üstad, “Atatürk’e hakaret etmeye meyilli olmak” komedisiyle mahkûm edilmiştir. Ama infazdan evvel ecel gelmiş ve Üstad mahpus edilememiştir. Er kişi, Medrese-i Yusufiye’de 18 aylık tahsilini yapamadan gitmiştir. Kendi ifadesiyle ‘Ölümden ilerde varış dediğin / Geride ne varsa, bırak utansın!’

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.