VATAN YAHUT İNTERNET ÜZERİNE

Yazar Mustafa Kutlu’nun bir gazetedeki köşe yazılarından derlenip oluşturulan bu kitap, adından da anlaşılacağı üzere bize iki seçenek sunmaktadır sanki: Ya vatan yahut da internet.
Yazar, kitabının başlangıcında Türk milleti için var olan dinî, kültürel, tarihî, siyasî, ekonomik değerleri yani kısacası bütün değerleri içine alan bir vatan tanımlaması yapmaktadır. Yaza göre vatan; kişinin karnının doyduğu yer de olabilir, gözyaşının aktığı yer de. Aynı şekilde vatan bazen sevmek, benimsemek, önemsemektir. Başını koyduğun yerde hür ve müstakil olmaktır. Aslında kısacası vatan, onun yokluğunda yerine koyacak başka bir şey bulamamaktır. Ve vatan ne kalkınmaya feda edilir ne ilerlemeye; ne falan ideolojiye ne stratejik ortaklığa.
Yazar, kitabında yirminci yüzyıl insanının hayatına yön veren üç unsurdan söz eder: Otomobil, televizyon ve bilgisayar. Ayrıca bu üç unsuru, ilk yazısında açıkladığı “vatan” tanımlarının her biri için birer tehdit olarak görür. Çünkü biz bu aletleri kullanmayı becerememişiz aksine onlar bizi kullanmaya başlamıştır. Aslında ilk üretiliş amaçları insan hayatını kolaylaştırmak olan bu aletler, zamanla insanları kendilerine esir etmiştir. Bu aletleri sadece amaçları uğrunda kullanıp onlara hayati bir önem vermeyen insan sayısı ise çağımızda oldukça azdır.
Yazar, internet konusu üzerinden sosyal medyaya değinir. İlginçtir, tam bu noktada sosyal medyanın özellikle gençleri sosyalleştirdiğine mi yoksa aptallaştırdığına mı dair düşündürücü iki soru sorar okuruna. Oysa yüzlerini görseler tanıyamayacakları “çok sağlam” arkadaşlıklar edinmişlerdir orada, nasıl sosyalleşmiş(!) olamazlar ki?
Bu çağdaki otomotiv sevdasını bir kanlı sevda olarak tanımlar yazar. Böyle bir tanımlama yapmasındaki amaç her gün hızlı bir şekilde artan trafik kazalarındaki ölüm ve yaralanma oranlarıdır. Yazar bir insanın hayatını bütün otomobillerden daha kıymetli görerek otomobillerin bu dünyadan atılmasını ister. Dünyanın egzoz dumanlarından gördüğü zararı, trafikteki gürültü ve hava kirliliğinim düşündüğümüzde buna hak verebiliriz. Ancak bunları bildiğimiz halde tamamen de vazgeçmemeliyiz ondan; yürümeyi, koşmayı ve bisiklete binmeyi unutmadan tabi. Yani önemli olan onun bizi kullanmasına izin vermeden bizim onu kullanmamız diyebiliriz, tüm aletler için geçerli olduğu gibi.
Yazar, internet ve otomobilin ardından apartmanları da oldukça tehlikeli görür. Özellikle mahalle kültürünü yok etmeye başlayan sitelere karşı çok tepkilidir. Siteler bütün güvenlik önlemleriyle sözde güvenilir alanlardır, insanların birbirlerine değil birtakım teknolojik önlemlere güvendiği alanlar. Siteleşme ile birlikte günümüz insanı birbirine karşı her zaman ‘güvensiz’ olmaya zorlanmaktadır sanki. Artık günümüz şehirlerinde iki insan ayrımı vardır: Siteliler ve site dışında yaşayanlar. Site kültür(süzlüğ)ü aynı zamanda bize alışveriş kültür(süzlüğ)ünü de beraberinde getirmiştir. Her sitede bir AVM zorunlu olarak kurulmuş, insanlar site dışına çıkarılmamaya çalışılmıştır. Bu AVM’ler tüm ülkeye hatta taşralara da kadar yayılırken küçük esnaf ciddi zarar görmeye ve onun samimiyeti giderek zayıflamaya başlamıştır.
Yazar yirminci yüzyıl insan hayatını belirleyen bu unsurları saydıktan sonra “İnsanın hayat tarzını belirleyen nedir?” sorusunu sorar. Yazara göre insanın hayat tarzını belirleyen temel unsur dindir. Ancak Sanayi Devrimi’yle başlayan yeni dönemde insanın temel hayat tarzı tüketim olmuştur. Kanaat toplumu özelliğini yitirip tüketim toplumu olmaya doğru emin adımlarla ilerlemektedir bu toplum. Ne yazık ki dünyayı saran “tüketim çılgınlığı” bizi de çepeçevre sarmıştır. Bu tüketim çılgınlığı, insanı, ömrü, sevgiyi, saygıyı, muhabbeti, dostluğu, samimiyeti… de tüketmektedir. Ayrıca bu tüketim artışıyla birlikte insanlar köyden şehre yığılmaya başlamıştır. Köy, taşra hayatı neredeyse bitmek üzeredir. Köylünün “şehirli” olmasıyla toplumumuz tarım toplumu olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır. Oysa mutlaka bir gün toprağa yeniden dönülmelidir.
Özetle yeni dünyada insan, sevgi, sanat, şiir, toplum, kültür, ahlâk, din vs. değerini yitirmiş ve eşya ve ona sahip olmaya yarayan para fazlasıyla önem kazanmaya başlamıştır. İnsanın emrine, hizmetine sunulan dünya onun tasarladığı makinelerle yok olmak üzeredir (bu yok olmayı maddi ve manevi olarak anlayabiliriz). Maddenin fazlaca önem taşıdığı bu yeni dünya sistemi, geri baktığımızda bize, kültürümüze dair hiçbir şey bırakmama konusunda oldukça kararlıdır. İşte yazar da böyle bir dertle bu yazıları kaleme almış ve okuruna ulaştırmaya çalışmıştır. Karşıt bir düşünceyle yeni insanı, yeni toplumu ve yeni dünyayı okumak isteyen okurlara tavsiye edilir.