Unutmuyoruz

Şubat ayının şehitler ayı olduğu gibi Mart ayının da bir Mehmet Akif ayı olduğunu söylersek yanlış olmaz. Mehmet Akif’in kalbinde ve zihninde hep yaşattığı bir şiirin Şubat 1921’de kâğıda ve duvara yazılıp sonra BMM’de okunup 12 Mart 1921’de mili marş kabul edilen İstiklal Marşı şiiri ile 18 Mart Çanakkale zaferiyle özdeşleşen Çanakkale için yazdığı şiiri sebebiyle bu ayda en fazla sözü edilen kişi Mehmet Akif’tir.
Çanakkale bir destansa -ki öyledir- o destanın şiirle destanını yazan da Akif’tir. Onunla ilgili en güzel tespitlerden birisi şudur: “O bir hayat şairidir.” Safahatı okuduğumuz zaman onun yaşadığı hayatın bizim insanımızın hayatı olduğunu ve bizim hayatımızı, bizim insanımızı anlattığını fark ederiz. Şimdi yine bakın ezilen, horlanan, savaştan, fakirlikten, ilgisizlikten en fazla etkilenenler çocuklar, ihtiyarlar, kadınlardır. Dinin yanlış uygulamalarının muhatabı olduğu kesim de bunlardır. Safahat’ta kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara çok yer verir ve onların olması gerektiği yeri ortaya koyar. Çünkü o hayatın içinde ve kendi insanını çok iyi tanıyor. Ondandır ki şiiri hayat, hayatı şiir olan Akif, Çanakkale Savaşı’nda bulunmamış ama Mehmetçiğin, milletin hissettiklerini hissetmiş, yaşadığını yaşamıştır. Sanki orada bizzat bulunmuş gibi o savaşı anlatmıştır.
Afrika’yı sömüren işgalcilerinin “Yamyamlara medeniyet götürüyoruz”, Mısır’ı işgal eden İngiliz komutanın M. Abduh’a “Cahil Mısırlılara medeniyet getirdik”, ABD’nin Irak’ı işgal edince “Irak halkına demokrasi, özgürlük getirdik.” demeleri ve Yunanlılar İzmir’i işgal ettiklerinde Fransız gazetelerine tam sayfa” Barbar Türklere medeniyet öğretmek için İzmir’deyiz.” ilanı vermelerinin ortak noktası Batı zihniyeti (Haçlı ruhu), kendini “büyük, medeni, eğitimli, efendi…” kendi dışındakilerini, sömürgelerini de “küçük, barbar, cahil, köle…” görmesidir.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Mısralarında önce canavarlaşan tarafını büyük bir isabetle ortaya koyduğu medeniyetin gerçek çehresininin Çanakkale’de ortaya çıktığını belirtir şair.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
‘Medeniyet’ denilen kahbe, hakikat, yüzsüz
Mısraları ile İstiklal marşında canavar olarak nitelediği ‘medeniyet’i ya da diğer adıyla Avrupa’yı (âfet-kahpe) gerçek çehresiyle ortaya koymaktadır. Medeniyet (âfet) birinde canavar diye nitelendirilen diğerinde, gerçek niyetini göstermeyen bir ahlaksız kadına (kahpe) benzetilmektedir. Ama gerçek yüz ortaya çıkmıştır. “Takke düşmüş kel görünmüştür.” Ama hala o âfet olarak bütün dünyayı kandırmakta, kendine bağlamaktadır. Öyleyse yanlışlık âfette değil ona inanan diğer dünyadadır. Çünkü yaşananlara rağmen tekerrür eden bir tarih vardır. Zaten Akif de demiyor mu?
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
İbret alınmadığı yaşanan tekerrürlerden anlaşılıyor.
Sonra savaşın dehşetini Türkçesinin tüm kuvvetiyle tasvir ediyor. Kıyamet kopmuş, yer ölüleri dışarı atıyor, o ölüler gökten yere düşüyor. O anda manzara dehşet verici. Bu manzaraya dayanılır mı?
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer…
Sonra bir top ateşi tipisi ve tipinin savurduğu insan enkazı azalar yağmur gibi:
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağanak sağanak.
‘Medeniyet!’ denilen Avrupa bu dehşet manzaranın sebebi. Cemil Meriç rahmetlinin anlatımıyla Roma vahşiliğinin (atalarının mirası) gereğini yerine getiriyorlar. Vahşetin araçları değişmiş. O zaman gladyatörler, şövalyeler, aslanlar, kaplanlar; şimdi ise toplar tüfekler.
Göğüsler Allah’ın serhaddi. “İman dolu göğsüm gibi serhaddim var.” Dağlar taşlar şüheda, ve şühedaya şahit. Onların başları şehitken bile eğilmez, başlarını kâfire vermezler; o ‘kesik başlar’ ancak namazda (rükûda) eğilir:
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Hilâl İslam’ın sembolü, Güneş o hilali korumak için yaratılmış. Güneş olmasa hilâl olur muydu? İnsan olmasa İslam’ın muhatabı kim olacaktı. “Dininizi bugün ikmal ettim.” hitabı bunu söylemez mi?
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Allah için yere düşenlerin alınları tertemizdir ve layık oldukları ecdat tarafından öpülecektir.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Onların görevi “Tevhidi, Allah’ın dinini korumak, kollamak, kurtarmaktır. Çünkü onlar Bedir’deki bir avuç sahabe gibi salt bir din savaşı (cihad) gerçekleştirmişlerdir.
Asım’ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek.
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Batı ve vahşetleri öyle belli… Ya masumlar, bizler? Yani Asım’ın Nesli… Onlar ne yapıyor? Yeryüzündeki Allah’ın halifeleri de görevlerini yerine getiriyor.
Sonra bu şehitlere bir makber ‘anıtmezar’ düşünür. Ama inancımızda ve geleneğimizde anıtmezar yoktur. Ama şair de istiyor. Onu ilk önce tarihe gömmek ister ama sığmaz oraya. Tarihe sığmayan herhangi bir anıtmezara sığar mı? Ama ona bir anıt mezar bina edilmiştir: Mezarın taşı Kâbe; mezar taşı yazısı şairin ruhuna gelen ilhamlar (bu şiir); kabrin örtüsü gök kubbe; örtünün süsleri yıldızlar; bulutlar türbenin tavanı; Süreyya yıldızı türbenin avizesi; şehit kanlı elbisesi ile o türbede yatarken mehtap (dolunay) gece bitimine kadar türbenin bekçisi; gündüzün fecri türbedar; akşamların kızıllığı yarana sargı olsun. İşte sana tam doğal, Allah’ın yarattığı anıtmezar: YERYÜZÜ.
Rejimin kurucusu ve sahiplenenleri Akif’i hiç sevmediler. N. Fazıl milli marşın değiştirilmesinin planlandığını ifade ediyor. Nurullah Ataç, İstiklâl Marşı’nı beğenmiyor. İstiklâl Marşımız için “Doğrusu bu marş değil, bir ilâhî, bir tazarrudur. O güfte bugünkü Türkiye’yi temsil edemez.” ve “Bize şimdi ideallerimize uygun, hiç olmazsa onlarla tezat teşkil etmeyecek bir marş lâzım.” (Nurullah Ataç, Yeni Adam, 25 Şubat 1937) Daha niceleri neler diyor… M. Akifimizi bir kere daha rahmetle anıyor ve devleri cüceleştirmek için uğraşmayalım diyoruz. Bu, cüceleri çoğaltan bir gayret olur.