UÇURTMANIN İPİ NASIL KOPTU?

(AİLE İÇİ KOPUKLUK)
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
Ben yaşarken koptu tufan
Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat
Her şeyi gördüm içim rahat
İsmet ÖZEL
Çocukluğumla ilgili hatırladığım ve aklıma geldikçe kendimi çok huzurlu hissettiğim şöyle anılarım var. Sabah 07.30’da kahvaltı için bütün aile bireyleri sofranın başında olur, radyodan sabah haberleri dinlenir, sohbet edilir ve herkes işine gücüne bakar. Öğrenci olanlar okula gider, babam ve abim işe gider, annem ev işlerine başlar. Akşam yemeği de genelde 18.00’de yine ailecek yenir ve gün içinde yapılanlar konuşulurdu. O sofralarda bulunmak yazısız bir kuraldı her birimiz için.
Şu anda ailemizle birlikte kaç öğün yemek yiyebiliyoruz, yemeği birlikte masada değil, ayrı odalarda tepsilerde yer olduk. Herkes özgür ya, acıkan istediğini istediği yerde ve istediği vakitte yiyor. Aile bireyleri sofrada da buluşmayınca bazen günlerce birbirlerini görmüyor.
Pandemi döneminde yayınlanan bir karikatür vardı. Evde kalınca aile bireyleri ile iletişim kurmaya başlayıp ‘bizimkiler de iyi insanlarmış’ yazan…
İsmail Kılıçaslan bir yazısında “Evlerimizi yuva değil otel olarak kullanıyor, aslında pek de iyi tanımadığımız bazı bireylerle bir arada yaşayıp gidiyoruz” demişti bir arkadaşım. Pek de haksız sayılmaz bence. Bazı anne- babalar, çocuklarını dijital uygulamaların algoritmaları kadar bile tanımıyor artık. Çocuklarsa zaten babasını, annesini, kardeşlerini tanımak için asla uğraş vermiyor, diyor.
Aynı çatı altında yaşarken birbirimizden bu kadar kopmuş olmamız, İsmet Özel şiirindeki gibi aslında, Her şey biz yaşarken oldu…
Ne oldu bize, neler oluyor? Aile ilişkilerimiz neden bu kadar zayıfladı?
Aile içi kopukluk duygusal olarak da aile bireylerinin birbirlerinden uzaklaşmasına neden oluyor. Fiziksel uzak durmalar duygusal uzak durmaları da beraberinde getiriyor.
Bu durumun elbette pek çok nedeni var. Burada birkaç noktaya değinebiliriz.
Yaşadığımız çağın dijital dönüşümü, uçurtmanın ipini koparanlardan birinin gelişen teknoloji olduğunu gösteriyor. Bugün dijital çağın bireyleri yoğun bir şekilde medya mesajlarına maruz kalıyor ve hayatlarını medyadan öğrendikleri bilgiler ışığında şekillendiriyor. Dijital ortamda fazla ve kontrolsüz vakit geçirmek, eşler arasında çatışmaların ortaya çıkmasına, eşin ve çocukların ihmal edilmesine, sonuçta da aile içi iletişimde kopukluklar yaşanmasına sebep olabiliyor. Zaman içinde dijital cihazların yaygın kullanımı, aile bireylerinin bir arada vakit geçirme biçimlerini değiştiriyor, yüz yüze iletişimdeki azalmalara yol açabiliyor.
Diğer bir neden, özgürlük ve ben merkezcilik kavramlarının hayatımızın içine sokulmuş olmasıdır. BEN NESLİ (Dr. Jean Twenge) isimli kitapta çok güzel tespitler var. Twenge, bugüne kadar yapılmış en geniş çaplı nesiller arası araştırmada, 60 yıllık bir süreç içinde yaşamış 1.3 milyon kişiyi mercek altına yatırarak bugünün gençlerinin ayırıcı özelliklerini tespit etmiştir. ‘Ben Nesli’, gençliğin genel karakterini büyük ölçüde değiştirerek günümüz toplumunda birey olma kavramına bambaşka bir bakış açısı getirmiştir. Bir yanda bu neslin iddialı ben-merkezciliği, diğer yanda ise rekabet içindeki dünya pazarları, yüzyılımızın başlıca meselelerinden birini oluşturmaktadır.
“Sadece küresel ısınma nedeniyle buz dağları erimiyor, gözlerimizin önünde tüm insanî değerler de eriyip gidiyor. Anlaşılan şu ki, eğer acil tedbirler alamazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil/narsist, zevkperest / hedonist, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru doludizgin gidiyoruz. Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın kendilerine sunduğu hayalî değerlerle yetinecekler. Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde, bir ‘açık hava tımarhanesi’ne dönüşüyor.” diyor Twenge.
Yine aile kurumu ile en çok uğraşan LGBT ideolojisinin zararlı tavrı da uçurtmanın ipini koparıyor. Çünkü ailenin varlığı “ahlaki ödevin ilk basamağı” oluyor. Doğru davranışı yanlış davranıştan, sapkınlığı sapkınlık olmayandan ayrıştıran bir mevzi aile… Dolayısıyla LGBT ideolojisinin ilk ve değişmeyen düşmanı aile. Erkek çocuğuyken kız çocuğu gibi gezen Desmond’a “ailen senin yaptıklarını onaylamıyorsa kendine yeni bir aile bulabilirsin” dedirten düzeneğin korkunçluğu her şeyin sonunu getirmek istiyor. Ne yazık ki baba merkezli aileden, önce eşitlikçi aileye, ardından anne merkezli aileye, ardından da çocuk merkezli aileye gelindi. Şimdi de “aile olmayan aile” konseptine son sürat ilerliyoruz.
Aile bireyi yetiştirmede, kimlik kazandırmada ve geleceğe hazırlamada en önemli sosyal kurumların başındadır. Bu gibi rolleri sebebiyle aile, gelecek nesillerin eğitilmesinde ve toplumsal yapının sağlıklı bir şekilde işleyebilmesinde kilit rolü üstlenir. Ailelerimize sahip çıkmak zorundayız. Ailelerimizle birlikte güzel ve kaliteli vakitler geçirmek dileğiyle…
Semra CEBECİ
Psikolog