Tevazu Örneği

“Hayat; üzüntü ve ıstırapları, sürur ve saadetleri gösteren bir grafik, canlılar ise, hüzün ve sürurlarını terennüm eden, kudret elindeki bir neydir. Bülbülün feryadında âşıkın iniltisi, boynu bükük sünbülün duruşunda aslî vatandan ayrı düşmüş garibin hüznü temaşa edilir.
Pınarlarından şırıl şırıl akan suların gözyaşı, bağrı delik dağlardan fışkırıp çağlayan ırmakların hırçınlığı, yüksek ovalardan delice esen rüzgârların uğultusu, seherde örtüsüne bürünmüş, dış görünüşüyle sessiz, fakat iç âleminde med ve cezir olayları olan, semalar dönen dervişin hâli, hülâsa zihayat olan her şey aslî vatandan ayrılış ıstırabını terennüm etmektedir. Zaman olur, aslî vatandan bir ışık, ezelî sevgiliden bir haber, gönülleri coşturur, âşıkların aşk ve vuslat nağmeleri gök kubbeyi doldurur. Kalplerde saadet meltemleri estirir. Zaman olur, ayrılık ve firak ateşi ile yanan yüreklerden, ıstırap ve hüzün feryatları yükselir.” Zeki Soyak
Zamanın unutturmadığı, yıpratmadığı, eskitmediği eşya, yaratık yoktur. Zaman öyle bir özelliğe sahiptir ki hep elinizde zannedersiniz ama onu hiç tutamazsınız, zapturapt altına alamazsınız. Soyuttur, elle tutulmaz, gözle görülmez. Onun hakkında nice felsefi makaleler, nice şiirler, nice türküler, şarkılar, vecizeler, atasözleri söylenmiştir. Çünkü o hem elimizde hem de yakalanmaz. Ölüm gibi. Ama zamanın elinden kurtuluş yoktur. Her şey ama her şey ona yenik düşüyor.
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.
Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Bütün soyutların aşığı Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirlerinde zaman ve zamanla ilgili kelimeleri mükemmel kullanır. Bursa’da Zaman şiirinde olduğu gibi. Zamanın öldüremediklerini yakalar eserlerinde. Zamanın öldüremediği nedir? Elbette ruhtur. Şiirde bu görülüyor. İnsanın, binaların, şehirlerin, ülkelerin ruhu. Görünenin ötesindedir ruh. Onun için “Eşek ölür semeri, insan ölür eseri kalır.” demişler. Yani zamanın yok ettiği insanlar ruhuyla, eserleriyle yaşıyor. Tarih mezarlığında ölüler bol. Ölmeyenler de var: Eser sahibi olanlar. Bu insanlar raflarda, ellerde, meydanlarda eserleriyle yaşıyor.
2005 yılında Refik-i Ala’ya kavuşan Zeki Soyak Hocamız da zamana karşı eserlerindeki ruhuyla meydan okuyor. Bu sefer ben onun mütevazı kişiliği ve yaşantısı ile tebarüz ettiğini hatırlatmak istiyorum. Birçok özelliğinin yanında mütevazılığı da calib-i dikkatti. Hem hadis, hem ayet, hem fıkıh, hem de tarih eserlerini Arapça okur ve analiz ederdi ama Arapçayı bildiğini söylerken çekinirdi. Âlimdi. Sahip olduğu ilmî birikimle günümüz meselelerine çözümler üretirdi. Ama bu ilmini hiç belli etmezdi.
Tarihi iyi bilirdi. Selçuklu eğitimi üzerine sunduğu tebliğ bunu gösteren bir belgedir. Hem İslam, hem Selçuklu hem de Osmanlı tarihine vâkıftı ama tarihi bir konu olunca tarihçilere sorun deme tevazusunu gösterirdi. Kur’an’ı tertil ile okurdu. Kelimeleri tek tek ve her tecvid kuralına uygun peygamberimizin yüz hattıyla yumuşak bir şekilde okurdu. Hadid suresini okurdu ve onu okurken anlamını yaşardı sanki. Ama bu özelliğini öne çıkaracak tek lafı olmazdı.
Şiir yazardı ve okurdu. Fakat bunu bilen de azdı. Ta ki son zamanlarında bazı şiirlerini yayınlayana kadar. İnşaallah bu şiirlerini de İlkadım Yayınları kitaplaştıracaktır. Sohbet ve öğretme isteğini hiç geri çevirmezdi. Kim, hangi maksatla olursa olsun böyle bir talep de bulunursa hemen o talebi yerine getirirdi. Ziyaret ederdi, ziyareti severdi. Ziyaret edilen kişinin konumu, mekânı ve yaşını önemsemeden yapardı bu işi. Kapısı yirmi dört saat herkese açıktı. Bunu sürekli ifade ederdi. Herhalde gelmek isteyenlere gönlü gibi kapısının da açık olduğunu bilsinler diye. Anlatılanları bıkmadan dinler, söz kesmezdi. Kendi aleyhinde çalışanları bile sabırla dinlerdi.
Dili hep zikirle meşguldü. Fakat bunu da hiç belli etmezdi. Yolda yürürken sağ elini ceketinin cebinde tutmasının sebebini çok sonra öğrendik. Nafile ibadetlerinden bahsettiğini duymazdık. Evi ve döşemesi hep aynı kaldı. Sade, temiz, kullanılışlı. Kitaplarla dolu küçük odası otururken ne kadar ferahtı. Kendi eviyle ilgili düzenleme, yenileme isteklerini hep geri çevirdi. Herkese selam verirdi. Bulunduğu yeri konuşmaları ile hemen sohbet mekânına çevirirdi. Gülüşü, konuşması, oturması, hep mütevazı idi. Nevşehir’de yapılan bir parti kongresinde bir sütunun arkasında konuşmaları ayakta dinlediğini, protokole görünmek istemediğini fark edince çok şaşırmıştım.
Hasta da olsa hizmete devam derdi. Tam bir eylem adamıydı. Laf değil eylem derdi. Bir konuda teklif getirilip karar verilince hemen uygulamaya geçerdi. Az laf, çok iş. Lafı yalama etmezdi. “Bilgilendirme, yönlendirme, uygulama. Hepsinin zamanının iyi ayarlanması gerekir.” derdi. Fazla bilgi “uygulanmayan, kişiye şahsiyet ve mü’min tavrı kazandırmayan bilgiydi.” ona göre. Zeki Soyak Hocamızı en iyi analatan cümle: “Hizmete adanmış bir ömür…” ifadesiydi. Allah rahmet eylesin. İşte zamanın yok edemediği ruh. Mütevazı kişiliği ve eserleriyle durmadan gelişen, devam eden ilkeli bir İslami hareket onun eseri. Zaman o ruhu yıpratamadı.
1938 yılında Kayseri’nin Süksün kasabasında dünyaya geldi. 1956-1957 öğretim yılında İmam Hatip Lisesi 1. devre; 1958-1959 öğretim yılında da İmam Hatip lisesi 2. devre diplomasını alıp Kayseri İmam Hatip lisesi 2. dönem mezunu olarak orta öğretimini tamamladı. Mezuniyetinden sonra vekil ilkokul öğretmenliği ve Kayseri merkezde imamlık yaptı.
1967 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde yüksek tahsilini tamamladı. Kayseri İmam Hatip Lisesine öğretmen olarak tayin edildi. 1971 yılına kadar Kayseri’de İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1971 yılı başında Urfa İmam Hatip lisesine müdür olarak tayin edildi. 1974 Eylül’ünde kendi isteğiyle Nevşehir İmam Hatip Lisesi müdürlüğüne ataması gerçekleşti. 1978 yılına kadar bu görevde kaldı. 1978 yılında Nevşehir İmam Hatip Lisesi müdürlüğünden, uğradığı haksız muamele, baskı ve sürgünler sebebi ile kendi arzusu hilafına istifa etti.
Nafakasını birkaç iş yerinin defterini tutarak temin etme yolunu tercih etmiştir. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti ile başlayan teşkilat çalışmaları Kayseri İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği, Yeşilay Derneği, Nevşehir İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği ile devam etmiş, 1975 yılında Mefkûreci Öğretmenler Derneği’nin kurulmasıyla kemale ermiştir.
Nevşehir’de 1992 senesinde İlkadım Dergisi’nin, 1993 yılında bir bölge radyosu olarak ART FM’in (şimdiki adıyla Enderun FM), 1995 yılında da Enderun Eğitim Vakfı’nın kuruluşlarına, hizmete sokulmalarına öncülük etti. 2005 yılı Mayıs ayında Refik-i Ala’ya kavuştu. Eseri olan öğrencilerinden yolunu devam ettirenlere selam olsun.