Tesettür, Allah Seni Korusun!

‘El-bazu’l eşhed’ der Araplar, ‘avını kaçırmayan şahin’. Bu deyime layık olmak isteyen adamlar/ kadınlar tutmuşlar tüm köşe başlarını; zihnindeki zincirlerden rahatsız, ruhuna sığınak arayan, fani sevgileri kaybetmekten yorulmuş, hakikate talip olan hakikat arayıcılarını bekliyorlar. Bu adamlar/ kadınlar rengârenk başörtüsü taşıyorlar gagalarında konuşmuyorlar, dinlemiyorlar. Tüm genç kızları aynı reçeteye muhtaç hasta kabul ediyorlar. Sadece ucuz laflarının çalılarına taktıkları başörtüleri dağıtıyorlar soru soran genç kızlara.
Gözleriyle düşünüyorlar. İlk bakışta gördükleriyle karar veriyorlar. Sonucu sebebin önüne alıyorlar ve tavırsız, duruşsuz, kişiliksiz ama kimlikli kızlar sürüyorlar her gün piyasaya. Örtü takılan kız geldiği yoldan geri dönüyor aynı hızla. Eski isteklerine talip, başkalarıyla aynı hedeflere kilitli, ruhu zincirli, kendini tanımayan ama kendini tanıtan bir kıyafetle kayboluyor avm ışıklarında. Sonra yeni bir şahin olarak irşad faaliyetlerine başlıyor.
Genç kızlar hakikate başörtüsüyle bağlanıyor çünkü büyükler öyle istiyor. Kalple tasdik görüntüyle tasdik kadar önem arz etmiyor. Sokaklardan nehir nehir başörtülü aktığı zaman, işte o zaman kendi hisarlarında kapalı ağabeyler, ablalar açacaklar kalelerinin kapılarını ve kalplere dokunacaklar. Ve tesettürü aç-kapa yüzeyselliğinden kurtaracaklar, kimbilir!
Bir gün yeni bir av hidayet istatistiklerine sayısal veri olarak girecekken, yolların kesiştiği gökdelenlerin ve avmlerin üzerinde bir başörtüsü dile gelerek: ‘Ey beni sığ düşüncelerini ayakta tutmak için koltuk değneği olarak kullanıp eksiğini benimle tamamlayanlar; ben size merdiven tırabzanı olmak için emrolundum, benimle yücelere ulaşın, güven yurdu olun, hanginiz daha ziyade kapalıysa o daha dertli olsun, cinsiyetinizle değil kişiliğinizle var olun, size bakanlar Allah’ı hatırlasın’ diyecek.
Sadece lafza odaklanıp manayı kaçıran tercümanlar gibi ya da lafzı atıp manaya taşıyamayacağı yükler taşıttıran Bâtıniler gibi beni olduğumun ötesine gerisine çekiştirmeyin. Ben kadının dindarlık seviyesini benim boyumla, rengimle ölçün diye emrolunan bir iman ölçer değilim. Ben tüm kadınları homojen bir kaba koyup hepsinden aynı karakteri bekleyin, birinin yanlışında hepsinin üstünü çizin diye var edilen turnusol kâğıdı da değilim. Ben, İslam’ın kadın karakterinin formuyum. Bazen İslam sözleşmesinin ilk maddesiyim, ‘olmak’ benimle başlasın diye. Bazen de son maddesiyim, ‘olan’ benimle tamamlansın diye. Ben ne her şeyim, ne hiçbir şey. İslam binasını benim üzerime kurmayın ama bensiz de yıkılırsınız unutmayın!’ dedikçe de tüm ezberler bozulur, tesettür ayeti tüm kalplere sanki yeniden nazil olur.
Nur yüzlü teyze, el emeğiyle ördüğü dantellerle süslüyor evindeki sehpayı, vitrini, masayı hatta ayakkabılığı. Tozlar itinayla alınıyor ki yılların emeği, hatırası örtüler kirlenmesin. Hiçbir eşya gözünden kaçmıyor ve her örtüyle beraber hatırlanan yaşanmışlıklar… Teyze adeta her eşyanın üzerine imzasını atıyor. Sanki ‘bu mobilyalar bu eve aittir’ gerçeğini vurguluyor. Fabrikalarda yüzlercesi üretilen, mağazalarda onlarcası satışa sunulan eşyalar örtülerle ruh buluyor. Mobilyalar sanki eşya olma özellikleriyle değil de örtüleriyle var oluyor. Ve bize bir tesettür dersi veriyor. Örtü evdir, örtü fıtratın gereğidir ve örtünmek aidiyettir. İyi ki de böyledir.
Selam olsun, Allah yarattığı için değerli olduğunu düşünerek dışarıdan giydirilmeye izin vermeyen ve tesettürü içeriden başlatanlara. Tesettürlü bir kalbe, beyne ve bedene sahip olanlara. Allah tesettürümüzü korusun ve arttırsın inşallah.