Tercihte Hata Yapmamak

Tercihte Hata Yapmamak

“İnsanın hayattaki değeri tercih etme yeteneği ile ortaya çıkar. Hayat onun için bir tercihler alanıdır.

İsâbetli tercih + sorumluluk = İnsan.”

(Prof. Dr. M. Erdoğan, Gençlerle söyleşi, s. 29 DİB Yay. Ankara, 2003)

“Dedem kendisi çok nâfile namaz kılardı ama öğrencilerini nâfilelerle uğraştırmazdı. Babasını dedemin ziyâretine getiren bir öğrenci nâfileden sormuş da: ‘Baban gılsın’ demiş. ‘Sen nâfileyle uğraşma, dersine çalış. Ders çalışma farzı dururken nâfileyle uğraşamazsın sen’ demiş.”

(Konuşan; Hacı Veyiszâde’nin kızı cihetinden torunu Prof. Dr. Mustafa Fayda.)

(Mustafa Özdamar, Hacı Veyiszâde Belgeseli, s. 15, İst. 1992)

**

Seçmeci mantık, hayâtı varoluş maksadına uygun, verimli ve güzel yaşamanın şartı gibi görünüyor.

Dünyaya gelen her insan bir şekilde kabre kadar gidecektir. Gitmemek elde değil. Başlangıcı olan şeylerin sonucu da olur.

İlk günden son güne nasıl yürüdüğümüz, hangi güzergâhı izlediğimiz, neleri gerçekleştirdiğimiz, hangi rüyâları gördüğümüz, hangi türküleri söylediğimiz, neyin hasretini çektiğimiz önemli. Ölümlü dünyâda pırlantalar gibi bir hayat sürmek de mümkün, silik-sönük bir hayat da. Nice bin hayrı gerçekleştirmek de mümkün, “hız ve haz” uğruna harcanmak da. Gözünü bir an bile hedeften kaydırmamak da mümkün, alkış delisi olup kula kul olmak da. Süreyyâ olup yücelmek de mümkün, süpürge olup sürünmek de. Her şey bir tercih ve isâbetli bir seçim meselesidir. Ölümlü dünyâda hayrı mı ön plânda tutuyorsunuz, hazzı mı? İşin kilit noktası burası. Bir Müslüman olarak, her hâl-ü kârda rızâ-yı Bârî’yi ve hayrı ön plânda tutmalıyız diye düşünüyorum.

Varoluş gâyemizi idrâk edersek hayat maksadına uygun yaşanmış olur.

Fıtratımıza uygun bir meslek seçersek bereketli bir ömür sürer, mes’ut oluruz.

Eşimizi iyi seçersek, “iyi seçimler iyi geçimler”i getirir.

Okuyacağımız kitabı iyi seçersek, az enerji ve zaman harcayarak çok verim elde ederiz.

Sözlerimizi iyi seçersek, karınca karârınca hayâta seviye kazandırmış oluruz.

Dostlarımızı iyi seçersek, günlümüz ve günlerimiz şenlenir ve canlanır.

Bu listeyi uzatmak mümkündür. Lâkin “seçme lüzûmunu hissetmek” bunun önemini kavramak bir seviye meselesidir. Seviyeyi tutturamazsak, “uydum kalabalığa” der, gaflet içinde ömür tüketiriz.

Meşhûr sözdür, tekrarlanır: “Olanla olması gereken arasındaki farkı kavradığın gün büyük bir gündür.” Olan ne, olması gereken ne? Bu soruyu sorabilmek her babayiğidin kârı değildir. Ekseru’n nâs (halk yığınları) umûmiyetle önlerinde hazır buldukları hayâtı yaşarlar. Ulü’l elbâb (öz akıl sahipleri) ise hayatta bir işe yaramak derdinde olduklarından, getirisi fazla, kalıcı amelleri tercih ederler.

Bir işe yarama düşüncesi, dünya kültüründen haberdar olmayı gerektirir. Başta peygamberler olmak üzere büyük insanlar  neler düşünmüşler, neler söylemişler, nasıl yaşamışlar, neyin hasretini çekmişler bilmek lâzımdır. Aksi takdirde sâdece içgüdülerimizle seviyesiz bir hayat yaşarız, ulvîliği umursamayız da yine de en güzel hayâtı yaşadığımızı sanabiliriz. Çünkü mukâyese imkânımız yoktur. Yaşadığımız hayâtı yaşamamız gereken hayat sanabiliriz. Bu korkunç bir yanılgıdır. Bu noktada Kur’an-ı Kerîm, işin tâ başında neden “oku!” emrini verdi, çok iyi anlaşılıyor.

Seçmeci mantık, el yordamına yaşamak istemeyenlerin, güzel izler bıraka bıraka sonsuzluklara yürüyenlerin mantığıdır.

Evet, güzel bir hayat yaşıyor olabiliriz ama bu işin daha güzeli hep vardır. Verimden bütün geçitleri doldurmak mümkünken, kıt-kanâat bir hayâta neden râzı olalım?

Hayâtımızın her ânında, her bir durumda seçmeci mantık hep devrede olacaktır. Meselâ çalışa çalışa kafanız iyice yoruldu da dinlenmek istiyorsunuz. Şimdi bir sürü dinlenme imkânından hangisini tercih etmeli? Burada her hâlde seviyemiz, temayüllerimiz, gönül dünyâmız belirleyici olacaktır.

Yattınız, uyuyuncaya kadar tesbîhi de tercih edebilirsiniz, bazı meselelere zihninizde çözüm aramayı da, hayâlleri de.

Kitap okuyorsanız neleri okuyacaksınız, neleri atacaksınız?

Hayâtımız bir tercihler yumağı görünmektedir.

Bu noktada insanın irâde sâhibi ve hür olması zarûreten gündeme gelmektedir. İnsan kendini, vicdânını, ilmini, irfânını hesâba katıyor, tercihini/seçimini yapmak istiyor da siz ona aba altından sopa gösteriyorsanız yada ehliyet ve liyâkatten mahrum olduğunuz halde akıl hocalığına soyunuyorsanız bu tam bir felâketle sonuçlanacaktır. Binâen-aleyh analarından hür doğmuş insanları, bir şekilde köleleştirmeyi hiç kimse yetkisi dâhilinde sanmamalıdır. Aksi takdirde fıtrata itibar edilmemiş, dere yatağından saptırılmış olur. İnsanın hürriyetinin sınırlarını her hâlde imânı ve vicdânı belirleyecektir. İnsan öncelikle Allah’a karşı sorumludur. İmânımızla, Kur’ânımızla, ilmimizle, irfanımızla, irâdemizle ve vicdânımızla gideriz gittiğimiz yere. İşin kuralı budur. “Yanlış yapıyorsun” diyenler de kendi ölçülerimize işaretle yetinmelidirler. İnsan sık-boğâz edilecek, koyun gibi güdülecek bir varlık değildir. Bırakın düşe-kalka bulsun yolunu. “Düşüp-kalkmaktan değil, düşüp-kalmaktan korkmalıdır insan.”

Akıl, irâde, vicdan… Vahiy, ilim, irfan…

Ne büyük lütuflarla kuşatılmışız.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.