Teori ve Eylem

Müslümanların diğer insanlarla bireysel veya sosyal ilişkilerini ortaya koyan münasebetlerin nasıl olması gerektiğini belirten nice eserler yazılmıştır. ‘Davet’ ve ‘tebliğ’ kelimelerini esas alan bu eserleri okurken onaylayan baş eğişlerimiz ve bazen de “Tabi ya, böyle yapılmalıydı.” şeklindeki serzenişlerimiz dikkat çeker.
Tesadüfî ya da planlı oturumlarımızda da bu kitaplardan -ismini vererek- alıntılar aktarmak çok hoşa gider. Aktarıcı böyle yaparken bu vasıfların kendisinde var olduğunu kabullenmiş gibidir. Haliyle aktarıcı kendisinde var olduğunu kabullendiği bu bilgileri anlatmayı önemli bir görev addeder.
Bu çerçevede yapılan anlatım ve aktarmaların, toplantıların devamlısı olan Müslümanların çıkmazı, ‘teori’de kalmalarıdır. Hâlbuki İslam bir teori değildir. Müslümanın işi, gücü teori aktarmak ya da üretmek de değildir. İslam hayat değil midir? Kur’an hayatın kendisi, düzenleyicisi değil midir? Sorulara herkes evet diyorsa -ki öyledir- o zaman hani pratiğimiz diye sormalıyız kendimize.
Peyami Safa, ‘Biz İnsanlar’ında milliyetçi ve sosyalist iki kahramanını tartıştırır. Tartışmayı kazanan milliyetçi olur tabi. Ama sosyalist bir söz söyler ki kaybetse de galip odur: “Ben eylem adamıyım, inandıklarımı hemen eyleme dönüştürürüm, fikirlerin kendisiyle pek meşgul olmam. Tartışmak bu yönden anlamsızdır.”
Aslında Müslümanın da işi bu olmalıdır. İnandığını, bildiğini, öğrendiğini yaşamak. Pratiği olanın teori tartışması yapılmaz, üzerinde konuşulmaz. Zamanımıza kadar yaşanmış bir İslam var, bir pratik var. Biz onu yaşamalıyız. Aksi takdirde teorinin içinde gömülür kalırız. Galiba kaldık da… Söz şöyle: “Akıllı düşünene kadar, deli oğlunu evlendirmiş.”
Bağdat ilk dünya savaşı sonrası işgal edilmiştir. Yeni atanan İngiliz vali sabah ezan seslerini duyunca kıyam korkusundan büyük bir telaşla yataktan fırlar ve “Bu ne?” diye sorar. Yaver “Ezan” der. “Niçin okunur?” sorusuna yaver, “Müslümanları namaza çağırır. Şimdi de sabah namazına çağırıyor.” diye cevap verir. Vali “Peki camiye namaza gidenlerin bize bir zararı var mı?” der. Yaver de “Yok efendim.
Camiye gider, namazı kılar, evlerine kuzu kuzu dönerler.” der. Vali de “Ha anladım. O zaman istedikleri kadar ezan okusunlar, namaz kılsınlar hatta teşvik edin daha çok kılsınlar.” cevabını verir.
Kıyama dönüşmeyen ezanın, namazın, ibadetin teşvik edildiğini unutmamalıyız. Rahmetli Erbakan Hoca’nın dediği gibi “Düşünmek serbest, örgütlenmek yasak. Kümeste düşün ama dışarı çıkma. İşte fikir hürriyeti.” Aradan geçen zamanlar düşünceyi de örgütlenmeyi de serbest bıraktı. Hatta eylemi de yasak olmaktan çıkardı. Ama yasak kendimizde başladı şimdi de.
Müslümanlar inandıklarını eyleme dönüştürmek, eylemlerini hayata hâkim kılmak gibi bir gayretin içinde olmanın ötesindeler. Radyo, TV kanallarında, gazete sayfalarında hep konuşan ve teori üreten insanlar, Müslümanlar. Konuşuyorlar, yazıyorlar. Ömür, düşünce aktarımı ile geçiyor.
Yola nefis ve benliği öldürmek için gireriz; benimiz artar, nefsimiz büyür. “Müslüman şöyle olmalı…” der, vakıf ve dernekler kurarsınız ama buralar dört kişinin birbirini ağırladığı yerler olur. Makam ve mevkii fani, önemsiz denir, bunlar için birbirinin en ağır gıybetini yapmak hatta iftira atmaktan çekinilmez. “Müslüman zengin olmalı, çünkü…” deriz. Ama parayı, malı Allah yolunda kul etmek yerine, paraya kul olur ve kendimize de kullar ararız.
Görülen o ki “-meli, malı” gereklilik ekiyle kurduğumuz teori cümleleri pek işe yaramıyor hatta pratiği tersten işliyor. Güzel ve iyi işler de olsa teori bizi çok meşgul etmemelidir. İnancımızın bir eylem olduğunu hiç ama hiç unutmamalıyız. Örneğin “nikâh, talak, miras, faiz, gıybet, iftira…” hususları sadece sohbet konusu olması ve konuşulması için değil yaşanması için vardır. Yapılması veya yapılmaması için emirdir bunlar.
Öyleyse planlı veya plansız sohbet toplantılarında teorilerden, tartışmalardan uzaklaşıp kendi kendimize “Ben hangi pratiğin içindeyim?” sorusunu sormalıyız. Herkes biliyor ki şu anda Müslümanların çoğunluğu bilgiye, sohbete doymuş durumdadır. Kaldı ki İslami bilgi kaynakları da isteyene çok yakındır. “Bilmiyorum” sözü biraz mazide kaldı. Bu durumda, bilginin eyleme dönüşmesi yani yaşanması meselesi aşılmalıdır.
Sahabe -Allah onlardan razı olsun- her duyduğu ayeti, hadisi hemen uyguladı da ondan ‘yıldız’ oldu. İçki, tesettür, cihad… ayetleri hemen uygulanırken bize örnek oldular. Yoksa tatlı tatlı hikâye anlatılsın diye değil.
Müslüman, eylem adamıdır. İslam’ı çağa, tüm çağlara hâkim kılmak tek gayesi ve nihai hedefidir. İnandıklarını yaşamaktan, başkalarının ayıbını görmeye fırsatı kalmaz. Gıybet ve iftiraya da zamanı olmaz. Selam ve dua ile… Selam bir eylemdir selamete ulaştırırsa. Dua bir eylemdir ama kul üstüne düşeni yaptıktan sonra.
Geceye Senfoni
Geceyi seviyorum…
Ruhuma verdiği dinginliği
Başımı yastığa koyduğumda
Karanlığın beni çok uzaklara götürmesini
Seviyorum.
Yıldızların arasında dolaşmayı
Seviyorum…
Birinden ötekine koşmayı
En utangaç olanıyla tanışmayı
Kimsesiz, yapayalnız, gözlerime bakan
Yıldızla konuşmayı
Seviyorum.
Dolunayın aydınlattığı gökyüzünü
Seviyorum…
Bulutların hikâyesini dinlemeyi
Gözlerimi kapattığımda,
Kirpiklerime değen rüzgârı
Gürleyince, göğün zikrini
Ve beş vakit kalbime huzur salan sesi
Seviyorum
Rabbim ben;
Bana seni hatırlatan her şeyi
Seviyorum…
Büşra Işıkhan