Temiz Olan Helâl Olandır

Temiz Olan Helâl Olandır

Allah Teâlâ, insanların faidesine olan, temiz ve güzel şeyleri helâl kılmış, zararlı ve çirkin olanları yasaklamıştır.

“Sana kendileri için nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz olanlar helâl kılındı.” (Maide 5/4)

Sadece yiyecek ve içecek hususunda değil, her konuda helâl-haram sınırı konulmuş, ancak haramların sınırı daraltılırken, helâllerin hududu alabildiğine genişletilmiştir. Allah Teâlâ bir şeyi haram kılarken, ona karşılık, faydalı, temiz ve güzel olan birçok şeyi helâl kılmış ve insanlığın faydasına sunmuştur. Aklıselim sahipleri bu inceliği anlamakta asla zorlanmazlar.

Hiçbir kişi, hiçbir güç Allah Teâlâ’nın koyduğu hududu değiştiremez. Helâlı haram, haramı helâl kılamaz. Buna cüret etmek Allah Teâlâ’ya ortak koşmaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Değiştirenler helâk olmuştur. Değiştirenler helâk olmuştur. Değiştirenler helâk olmuştur.”[1] buyurarak Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümleri değiştirenlerin kötü akıbetini haber vermektedir.

Geçmiş milletler, yahudi ve hıristiyanlar, Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümleri değiştirdiler. Haramları helâl, helâlleri haram edinerek dinlerini tahrif ettiler. Bu kötü fiillerinin neticesi dünyada rüsvaylık, ahirette ise azap üzerine azaptır.

Kutsî bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Ben kullarımı hanif olarak yarattım. Onlara şeytanlar gelerek dinlerinden uzaklaştırdılar. Helâl kıldığım şeyleri haramlaştırdılar. Hâlbuki hiçbir gücü ve kuvveti olmayan şeyleri bana ortak koşmamalarını emretmiştim.”[2]

Bir kısım insan ve cin şeytanları çeşitli vesilelerle insanlara yaklaşıyor, onlara vesvese veriyor, nefislerine, şehvetlerine hitap ediyor. Haramları, günahları gözlerinde süslüyor, aldatıp, kandırıyor. Cahilî toplumların inançlarını, yaşantılarını, kültürlerini, ileri çağdaş toplumların vazgeçilmez değerleriymiş gibi gösteriyor; fert ve toplumları ahlâkından, inancından, dininden koparıyor, İslam öncesi ilkel yaşantılara mahkum ediyor. İrticayı başka yerlerde aramaya ne gerek var? İşte gerçek irtica budur. Toplumu İslam öncesi yaşanılan behimî bir hayata yeniden döndürmektir asıl irtica.

İslam öncesi toplumlarda kadının hiçbir değeri yoktu. Şehvetlerin tatmin edildiği bir meta, alınıp satılan bir eşya gibi idi. İslam geldi, kadını bu aşağılık durumdan aldı, onu erkeğin saygıdeğer bir eşi yaptı. Yaratılışına uygun olan onurlu bir mevkie yükseltti. Başına, iffetle ziynetlenmiş, çocuklarının mürebbisi olmakla süslenmiş, evini görüp gözetmek ve korumakla değerlenmiş ANA tacını giydirmiş, eş tahtına oturtmuştur. Çağdaş toplumlarda ise kadına özgürlük, kadın-erkek eşitliği adı altında, kadın bu tahttan indirilmiş, başından tacı alınıp sokağa atılmış, merhamet, şefkat yüklü kalbi, zarif bedeni, acımasız patronların, halden anlamaz amirlerin insafına terk edilmiştir. Umumhanelerde, randevuevlerinde, diskoteklerde bir eşya gibi alınıp-satılır hâle gelmiş, kadın tacirlerinin elinde kadınlık onurları ayaklar altına alınmıştır.

İslam dini ise İslam öncesi ilkel hayatın bir parçası olan zina, içki, kumar, faiz, kadınların açılıp saçılması gibi toplumları ahlâkî, sosyal ve ekonomik yönden iflasa götüren tüm kötülükleri yasaklamıştır. Şimdi düşünüp tefekkür edelim: Zina, içki, kumar, faiz ve çıplaklığı yasaklayan İslam dinini kabul edip, onu yaşamaktan başka bir dâvâları olmayan dindar kişiler mi gerici, irticacı; yoksa İslam öncesi cahilî hayatın özlemini çeken ve topluma hâkim kılmaya çalışan, çıplaklığı, zinayı, içkiyi, kumarı, nikahsız birleşmeleri ve birliktelikleri mubahlaştıran çağdaş cahiller mi?

Allah Teâlâ bir şeyi yasaklarken, o haramın işlenmesine öncülük eden, yardımcı olan şeyleri de haram kılmıştır. Zina, haram kılınırken, zina günahına davet eden, kadın ve erkeğin kötü bir niyetle birbirlerine bakışmaları, yanlarında mahremleri olmadan yalnız başlarına kalmaları, karşılıklı kaş göz işaretleri yapmaları, mahrem yerlerini göstermeleri de haram kılınmıştır. Faiz alan, veren, şahitlik eden, kâtiplik yapan, içki imal eden, içen, satan, taşıyan, kumar oynayan, kumarhane işleten, zina eden, zina ortamını hazırlayan, aracı olan herkes günahkârdır.

Hatta harama öncülük eden, kötü çığır açanlar o haramı işleyen, o kötü çığırdan gidenlerin bütün günahlarını yüklenir. Ancak o haramı işleyen, o kötü çığırdan gidenlerin günahlarından da hiçbir şeyi eksilmez.

Ameller niyetlere göredir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiği(nin karşılığı) vardır…”[3] buyurmaktadır.

Ancak iyi niyet, helâl ve mubah olan şeylerde geçerlidir. Bir haramı yaparken, bir kötülüğü işlerken bu hususta ben iyi niyetliydim, kötü bir kastım yoktu demek kişiyi vebalden ve günahtan kurtarmaz.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Haramdan kazanılan malı tasadduk eden bir kulun bu sadakası kabul edilmez. Ondan bir kısmını infak edip, diğerini bıraksa kalanda da kendisi için hayır yoktur. Hepsini kendine bıraksa, her gün kendini biraz daha ateşe yaklaştırır. Allah çirkini çirkinle değil, çirkini iyi ile siler. Tıpkı bunun gibi bir kötülük diğer bir kötülüğü silmez.”[4]

İslam dini haramı herkese haram kılmıştır. Fakir zengin, âlim cahil, işçi işveren, amir memur farkı gözetmeden haram olan herkese haramdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’a yemin ederim ki, hırsızlığı yapan, Muhammed’in kızı Fatıma da olsaydı elini keserdim.”[5] buyurarak her konuda olduğu gibi hadler konusunda da İslam’ın yüce adaletini göstermektedir.

Allah Teâlâ haramları ve helâlleri açıklamıştır. Bu ikisi arasında helâl ve haram olduğu kesin olmayan bazı şüpheli şeyler vardır ki, bunlardan da kaçınmak gerekir. Salihler, değil haram ve şüphelilere dalmak, mubah olanlardan da kifayet miktarı faydalanırlardı. Bu hususta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, insanlardan birçoğu onları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa ırzını da dinini de tertemiz etmiş (kurtarmış) olur. Her kim şüpheli şeylere dalarsa (girilmesi yasak) koru etrafında (davarlarını) otlatan bir çoban gibi çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun! Her padişahın kendine mahsus bir korusu vardır. Dikkat edin! Allah’ın korusu yeryüzünde haram ettiği şeylerdir. Uyanık olunuz! Cesette bir lokmacık et parçası vardı ki o iyi olursa bütün ceset iyi olur. O bozulursa bütün ceset bozulur. İşte o kalptir.”[6]

Müslümanlar olarak haram lokma yemekten, şüpheli şeylere dalmaktan, her türlü haramdan şiddetle sakınmakla mükellefiz. Ailesine, çoluk çocuğuna haram lokma yediren bir aile reisi onlara yapabileceği en büyük kötülüğü yapmış olur. Müslüman, kalbini masiva ve havatırdan, midesini haram ve şüphelilerden, aklını, kötü düşünce ve hayallerden korumadıkça salah bulamaz, huzur bulamaz, zilletten kurtulamaz


[1] Müslim, Fedâil 9; Buharî, Rikak 53, Fiten 1

[2] Müslim, Cennet 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 37/444, H. No:17947

[3] Buhârî, Bedu’l-Vahy 1, Eyman ve’n-Nüzur 23, Hıyel 1; Müslim, İmaret 155; Ebu Davud, Talak 11; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihad 16; Nesaî, Taharet 60, Talak 24, Eyman ve’n-Nüzur 19; İbn Mâce, Zühd 26

[4] Ahmed b, Hanbel, Müsned, 8/271, H. No:3744

[5] Buhârî, Hudud 12, Enbiya 54; Müslim, Hudud 8-9; Ebû Dâvud, Hudud 4; Tirmizi, Hudûd 6; İbn Mâce, Hudud 6; Nesâi, Sarik 6; Darimi, Hudûd 5.

[6] Buhari, İman 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkât 107; Ebû Dâvud, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2; İbn Mâce, Fiten 14

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.