Taha Suresi

Mushaftaki sıralamaya göre, kitabımızın 20; nüzûl sıralamasına göre 45. suresi olan Tâ-Hâ Sûresi Mekke’de nâzil olmuş olup âyetlerinin sayısı 135’dir. Mekke’de, Habeşistan’a hicret sonrası Meryem Sûresi’nin akabinde nâzil olmuştur.
Hz. Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına göre, Tâhâ ve Yâsîn sûrelerini işiten melekler şöyle demişlerdir: “Bunların kendilerine gönderileceği ümmete ne mutlu, bunları taşıyan gönüllere ne mutlu, bunları okuyan dillere ne mutlu!”
Hz.Ömer’in kız kardeşi Fatıma iman etmiştir. Hz. Ömer kız kardeşine ve eşine baskı-işkence yapar. Dinlerinden dönmelerini ister. Fatıma’nın yiğitçe tavrı /sabrı karşısında eriyen ve kendine gelen Ömer; “şu okuduğunuz şeyi bir de bana verin bakalım” der. O kâğıtta yazılı olan işte Tâhâ Sûresidir. Taha’da dirilen Ömer heyecanla şöyle bağırmaya başlar: “Ne mükemmel şey! Ne yüce sözler!” diyerek hemen Rasûlullah Efendimizin yanına gidip İslâm şerefiyle şereflenir.
Huruf-ı mukatta âyetiyle başlayan Sûre kitabın indiriliş gayesini gündem yapar. Tâhâ Suresi adını 1. ayetinden alır. Tercih edilen anlamlarından biri; “Ey insan” demektir. Yani sen. Ey bu vahyin muhatabı olan insan. İlk muhatabı vahyin kendisine indiği Hz. Muhammed (A.S.) ve diğer tüm muhataplarına seslenir bu nida. Bu kitabı sana sıkıntı çekesin diye göndermedik peygamberim, sen bu kitabı kâfirlerin kalplerine sokmakla görevli değilsin buyurulur. Sonra tevhid, âhiret konuları anlatılır. Tevhid ve şirk mücâdelesinde Mûsâ (a.s) ve Firavun örneği ortaya konur, peygamber karşıtı bir karakter sergileyen Mekke müşrikleri ve kıyâmete kadar onların yolunu izleyenler tehdit edilir. (1)
Suremiz müjdelerle doludur. Siz de atalarınız, kardeşleriniz gibi direnirseniz Allah’ın yardım ve zaferi yakındır. Yeter ki mücadele edin pes etmeyin.
(Musa) Dedi ki: “Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz. Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl. Kardeşim Harun’u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Böylece Seni çok tesbih edelim. Ve Seni çok zikredelim. Şüphesiz Sen bizi görüyorsun.” (25-35.ayetler)
“Bu âyetlerde, başta Rasûl-i Ekrem olmak üzere Allah’ın birliği inancına çağrıda bulunacak bütün tebliğ adamlarına, hangi şartlar altında olursa olsun, Allah’a olan güveni bir an bile yitirmemek gerektiği fikri, Hz. Mûsâ’nın hayatından kesitler verilerek telkin edilmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ kendisine verilen görevin ağırlığı karşısında başarısız olmaktan endişelenmiş, ama yine rabbinin engin lütfuna sığınmıştı. Allah da ona, bu vazifeyi başarıyla yerine getirebilmesi için gönlünün ferahlatılması, zihninin açılması, işinin kolaylaştırılması, diline açıklık verilmesi ve yakınlarından bir yardımcıyla desteklenmesi hususundaki dileklerinin kabul edildiğini bildirmiş, hemen ardından da kendisinin bu günlere nasıl geldiğini hatırlatmıştır.”(2)
“Ey Muhammed, bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya hayatının süsünde sakın gözün kalmasın. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” (Taha, 131)
Rabbinin, sana vermeyi vaadettiği, âhiretteki rızıklar ve sevap, dünya hayatının gelip geçici geçimliklerinden daha hayırlıdır ve daha devamlıdır. Zira âhiret nimetleri sonsuzdur.
Ebu Rafı´ diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) beni, birşey ödünç almak için bir Yahudi´ye gönderdi. Yahudi, rehin almadan ödünç vermeyeceğini söyledi. Rasulullah bundan dolayı çok üzüldü. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu rivayet, Taberi Tefsirinde geçer.
Peygamberimiz her türlü imkâna sahip olduğu zamanlarda bile mütevazi bir hayat yaşamış, kendi şahsı için mal biriktirmeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. O bir zaman, hanımlarına öfkelenip özel bir odaya çekildiğinde kendisini ziyaret eden Hz. Ömer (r.a.) şunları anlatmıştır:
“Ben orada Rasulullah´ı kuru bir hasır üzerinde gördüm. Hasırın üzerinde hiçbir şey (yaygı) yoktu. Başının altında, içi hurma lifiyle dolu deri bir yastık vardı. Ayaklarının ucunda ağaç yaprakları dağılmıştı. Başucunda da duvarda asılı bir namaz postu vardı. Ben, hasırın, Rasulullah´ın bir tarafında iz yaptığını gördüm ve ağladım. Rasulullah (s.a.v.) “Niye ağlıyorsun?” diye sordu. Ben de “Ey Allah´ın Rasulü, Kisra, Kayzer, içinde bulundukları bol mallarla yaşarlarken sen, Allah´ın Rasulü bu haldesin.” dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Dünyanın onların, âhiretin de bizim olmasını istemez misin?
Biz de ahiretin bizim olmasını istiyoruz da yönelişimiz niye hep dünyaya? Yoksa Allah’a inancımız sadece sözde mi? Rabbim bize Taha ve arkadaşlarını açsın, onlarla amel etmeyi rabbim bizlere nasip etsin. Vesselam…
KAYNAKLAR:
1- Besairu’l Kur’an – Ali Küçük
2- Kur’an Yolu – Diyanet Tefsiri-