Sünnet’e Ittiba

Sünnet’e Ittiba

Sünnet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin söz, fiil ve takrirleridir. Necm Suresi âyet 3-4’de: 

“O, hevasından konuşmaz. Konuştuğu vahyedilenden başkası değildir.” buyruluyor. 

O’nun hayatı vahiy ile tanzim edilmiş ve bir insanın ulaşabileceği en güzel kemâlâta vâsıl olmuştur. O’nun Allah katındaki yüksek derecesine gökte melekler, yerde peygamberler gıpta etmiş ve O’na ümmet olabilmek için Allah Teâlâ’ya niyazda bulunmuşlardır. O, bütün mahlûkatın en şereflisi, en faziletlisi ve en üstünü olarak yaratılmış, ahir zaman nebisi olarak en mükemmel kitap ve hükmü kıyamet sabahına kadar baki olacak bir din ile İslâm nizamını tebliğ ve hükümran kılmak üzere gönderilmiş, yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar cihadla emrolunmuştur. 

O Hakk’ı bulmada tek rehber, kendisine tâbi olunacak tek önder, yolumuzu aydınlatan tek hidâyet güneşi ve bütün yaşantımızda misal olabilecek tek örnektir. Kim O’nu rehber edinir, O’nu önder kabul eder, O’nun hidâyetine tâbi olur ve O’nu örnek alırsa böyle bir kişiye uymak vacib olur. Müslümanım diyen herkes o hidâyet güneşinin, o âlemlerin efendisinin getirdiği Kur’an-ı Mübini ve O’nun sünnet-i seniyyesini çok iyi bir şekilde öğrenerek ittibâ etmek mecburiyetindedir. 

Şirk ve küfrün zifiri karanlığında tam bir vahşet ve barbarlık sergilenen, şehvetlerin azgınlaştığı, insanî duyguların sıfırlandığı, müstekbirlerin bütün kin ve gayzlarıyla mustazaflara kan kusturduğu cahilî bir yaşantıya mahkûm olan dünyamızda tek kurtuluşun Kur’an yoluna, sünnet yoluna sımsıkı yapışmak ve ona ittibâ ederek yaşantımızı İslâmlaştırmak ile mümkün olacağı idrak edilmeli ve ona dönülmelidir. 

Sünnete tâbi olmanın ehemmiyetine ve zaruretine bakınız ki, Allah Teâlâ Rasûlullah’a tâbi olmayı kendisine tâbi olmak kabul ediyor ve şöyle buyuruyor: 

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse o büyük bir kurtuluşa ermiştir.” (Ahzab, 71) buyuruyor.

Demek ki mü’minlerin kurtuluşunun, insanlığın kurtuluşunun yegâne yolu Allah’a itaat etmek ve O’nun Rasulüne itaat etmektir. Sünnetsiz ve peygambersiz bir İslâm yaşantısı olamaz. Onun için mü’minler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi çok iyi tanımak mecburiyetindedirler. O’nun hayatını çok iyi bilmek mecburiyetindedirler. Çünkü O’nun hayatı Kur’an’la şekillenmiştir. O’nun ahlakı Kur’an ahlakıydı. Kim ki Kur’an hayatıyla hayatını şekillendirmek istiyorsa, kim ki Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak istiyorsa muhakkak surette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine ittibâ etmek ve O’nun ahlakıyla ahlaklanmak durumundadır. Enbiya Suresi 107’nci âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 

Âlemlere rahmet olan Peygamberin hayatını hayatımıza örnek almak, O’nun ahlakını ahlakımıza örnek almak yani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle, O’nun sünnetiyle aynîleşmek zorundayız. Ahzab suresi 45 ve 46’ncı âyet-i kerimelerde şöyle buyruluyor: 

“Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” 

Rasûlullah aleyhissalâtü vesselam, Allah’ı ve ahiret gününü dileyenler, onu arzu edenler ve Allah’ı çok çok zikredenler için “Üsve-i hasene/en güzel örnek”tir. Demek oluyor ki değerli mü’minler Allah’ı ve ahiret gününü istemeyenler, Allah’ı zikretmeyenler Rasûlullah’ta bir örnek bulamıyorlar. Çünkü onlar O’na yönelmiyor, onların nefsi, şehveti, arzuları, hırsları ellerini kollarını bağlıyor, gözlerini köreltiyor ve onlar bu güzelliği göremiyorlar. Güneş her gün doğar ve her gün batar. Keza yıldızlar her gün doğar ve batarlar. Ama gözleri görmeyen için güneşin, ayın, yıldızların doğması ile batması arasında bir fark var mı? Onlar doğuşundan habersiz oldukları gibi batışından da habersizdirler. Çünkü o aydınlığı göremiyorlar, karanlıkla aydınlığın farkını bilemiyorlar. 

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu insanlık semasına doğmuş ilâhî bir güneştir. O güneş bütün karanlıkları aydınlatan, kalplerdeki küfür, şirk, nifak ve kötülük adına ne varsa hepsini yakan bir güneştir. Fakat siz o güneşten habersizseniz, onu göremiyorsanız, kapılarınızı o güneşe sıkı sıkı kapatmışsanız, o güneşin doğup batmasından habersizseniz ondan nasıl faydalanırsınız? Rasûlullah aleyhissalâtü vesselam bir kaynaktır. Susuz kalpleri suya kandıran, susuzluktan ciğerleri pare pare olmuş insanları suya doyuran ilâhî bir menbaadır. 

Rasûlullah aleyhissalâtü vesselam bizim hayatımızın İslâmî olmasının olmazsa olmaz unsudur. O’nun sünnetine ittibâ etmek, O’nun sünneti üzere yaşamak, O’nun sünneti üzere yaşayanları takip etmek ve onlara tâbi olmak bir müslüman için vazgeçilmez bir esastır. Aksi takdirde hele günümüzdeki gibi her türlü kötülüğün revaç bulup iyiliklerin göz ardı edildiği bir zamanda kaybolmak işten değildir. Pek çok değerlerimizi kaybederiz. Nitekim toplumda birçok değerlerimiz horlanırken, çalınırken, istismar edilirken bütün kötülüklere bir nevi teşvik ve revaç var. Böyle bir ortamda ancak Allah Rasulünün rehberliğinde, Kur’an’a ve sünnete tâbi olmakla kurtulabiliriz. Aksi takdirde kaybedenlerden, aldananlardan, ziyana uğrayanlardan oluruz. 

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 7)

İmanın selameti, müslümanın selameti, toplumun selameti bu âyet-i kerimede gizlidir. Bunun gibi nice âyet-i kerimeler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden bize ulaşan hadis-i şerifler vardır ki toplumların her türlü kötülükten, anarşiden, terörden, zulümden, tasalluttan, tahakkümden, adavetten kurtulması ve huzurlu, erdemli bir toplum olmasının sırrı bu hakikatlerde gizlidir. Rasûlullah neyi getirmişse, vahiy olarak, sünnet olarak bize neyi emretmişse onu almak, ona tâbi olmak, bizden neyi men etmişse ondan vazgeçmek gerekir. Bir hadiste Efendimiz:

“Bu din garip olarak başladı. Başladığı gibi garip olarak avdet eder (döner). Gariplere ne mutlu! O garipler ki, (benden sonra) insanların sünnetimden bozdukları şeyi ıslah ederler.” (Tirmizî, Müslim, Ahmed b. Hanbel,) buyurur.

Bir de itap var, bir tehdit var Rasulullah aleyhissalâtü vesselamdan: 

“Kim ki benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhari, Müslim, Nesâî,) buyuruyor. 

Şu hadis-i şerif de calib-i dikkattir: 

 “Altı grup vardır ki ben onlara lanet ettim. Allah onlara lanet eder ve duası müstecap her peygamber de onlara lanet etmiştir. Allah’ın kitabına ziyade yapanlara, Allah’ın takdirini (kaderi) yalanlayanlara, benim ümmetimin üzerine zorbalıkla (despotlukla, zulümle) tasallut ederek Allah’ın zelil kıldığının aziz, aziz kıldığını zelil yapmak isteyenlere, Allah’ın haramlarını helal sayıp işleyenlere, ailem hakkında Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal sayanlara ve Benim sünnetimi terk edenlere.” (Tirmizî,)

Şimdi bir hastalıktır başladı. Kendisine şu veya bu ad takmış insanlar çıkıyorlar televizyonlarda, radyolarda Peygamberimizin sünnetini eleştiriyorlar, hadisleri eleştiriyorlar. Rasûlullah’ın hayatını, O’nun sünnetini ümmetin hayatından silmeye çalışıyorlar. Bu gafletin, cehaletin, dünyaya hırsın, Allah’a asi olanlara hoş görünmenin neticesi lanettir. Allah’ın, Rasûlullah’ın ve peygamberlerin laneti. 

Rabbimiz celle celalühu bizleri bu altı zümreden eylemesin. Bizleri bu altı zümrenin şerrinden korusun ve bizi Kur’an ve sünnete tâbi olan, hayatının bütün safhalarında hâkim kılmaya çalışan salihler, sadıklar zümresine ilhak eylesin. Âmin…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.