SÖZ MEYDANI – Şikayet Kaynakları Ne?

Şikayetler çoğaldı. Harcamalara gelirimiz yetmiyor, diye. Hesaplar yapılıyor maaşlılar tarafından, önce ve sonra ifadeleriyle. “Ben bir buzdolabı almak için önce şu kadar, araba almak için şu kadar maaş veriyordum şimdi ise o kadarla alamıyorum. Ya da şu kadar maaş fazla vermeliyim.” Bütün bunlar doğru. Önceki alım gücümüz epey düştü.
Genç nesil bu hesabı fazla bilmez mevcut, duruma bakar. Tıpkı diğer durumlarda olduğu gibi. Yani tüp, gaz, yağ, bir paket sigara… kuyruklarını, hastane sırası, ilaç alma tedavi olamama, sigortasız fakirlere “öl” denmesini, müstahdemlerin kral olduğu yani sağlık sisteminin olmadığı, telefon, televizyon ve beyaz eşyanın lüks olduğunu, ders kitabı bulmak için günlerce kitapçıların takip edildiği, yani en temel ihtiyaçların bile karşılanamadığını yeni nesle yani 1990 ve sonrası doğanlara anlatamazsınız. Çünkü onlar da mukayese imkanı yok. Siz anlattığınız zaman da duygusal hikaye olarak görülüyor. Bu sebeple yeni nesil “yokluk” kavramının içini dolduramaz.
Halit Ziya Uşaklıgil’in romanlarını anlatırken fakir kavramını yanlış tanımlarsınız. Halit Ziya, Osmanlının üst tabakasında (saray ve çevresi, batılılar, yazar çizerler, sanatçılar, devlet adamları vs) yaşayan ve sadece o hayatı tanıyan bir kişidir. O fakir görmemiştir. Onun gördüğü fakirler sarayda, köşklerde, yalılarda, kasırlarda… hizmetçi, dadı, temizlikçi gibi kişilerdir. Bunların da yaşantısı, geçim standartları çok üst düzeydedir. Şimdi bu Halit Ziya’ya fakir, köylü, gariban romanı yazdırabilir misiniz? Zaten o da yazmamıştır ve yaşadığı malum çevreleri anlatmıştır. Hakikaten birçok hakikat yaşamadan anlaşılmaz da anlatılmaz da.
Dolayısı ile yeni nesle “eskiden” ile başlayan gerçekleri anlatmak zor veya mümkün görünmüyor. Ha okur, inceler, merak eder sorar, duyarlıdır, o zaman anlar ve anlatılabilir.
Konumuz “maddi anlamda sahip olduklarımızı, konumumuzu kaybetmenin” oluşturacağı sosyal ve psikolojik durumlardır. Türkiye mevcut iktidar ya da Tayyip Bey döneminde çok hızlı büyüdü ve bireysel anlamda da çok zenginleşti. Bunu hem Tayyip Bey öncesini hem de sonrasını yaşayanlar olarak iyi biliriz. Bu bir başarı öyküsüdür. Ama geçmiş başarıları anlatarak da gelecek inşa edilmiyor. Ya da mevcut durum iyileşmiyor. Meşhur sözdür “Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın.”
Şu anda, geçmiş başarıyı bilmeyenler ile bilip elindekilerin azaldığını fark edenler bir aradayız. Ülke çapında dünyevi olanlar yani sadece yemek, içmek, gezmek, hayattan zevk almak için yaşayanlar vardı. Dünya fani diyen Müslümanlar da vardı. İşte bu Müslümanlar da yavaş yavaş dünyevileşmeye başladılar. Onlar da rahat, konforlu evlerde lüks modelli arabalarla istediğini yemek, içmek, giyinmek, gezmek, tatil yapmak gibi dünyayı tatlandıran meşguliyetleri ön plana çıkarıp ahireti unutturan “oyuncaklara” daldılar. Onlar da ellerindekinin azalmasından tedirgin oldular.
Gene tespitim şudur: Fakir Müslüman dinini yaşar ve mutlu olur. Zenginleşen Müslümansa dinini unutmaz ama yaşamayı önce ihmal sonra terk eder. Belki zekatını ve sadakasını vererek, mübarek gece ve günlerde ibadet ederek, diğer günlerde kişisel ibadetleri ifa ederek tatmin oluyorlardır. Bilemeyiz. Ama bilinen ve görünen, dünyayı daha çok sevdikleridir.
Şimdi bu insanlar şikayet ediyorlar “dolar yükseliyor, faiz artıyor, hayat pahalılaşıyor, ekonomi çok kötü.” Doğru. Ama bunlar, gelir düzeyi düşük insanlar yani asgari ücretliler için çok önemli. Fakat geliri iyi olanlar, maaşlılar ve zenginler için durum “elindekini kaybetmek, sosyal yaşam konumundaki düşüşten” kaynaklanan bir şikayettir. Dolayısıyla bu ülkede İslami kaygıları olanlar da olmayanlar da ekonomiden ve mevcut iktidardan şikayet ederlerken bunun sebebi, muhtaç oldukları için değil daha da zengin olamadıkları, yaşam standartlarını daha da yükseltemedikleri içindir. Bunun suçu da mevcut iktidardadır. Ülke insanını ekonomik yönden ulaştırdığı seviyede ya tutmalı ya da daha da yükseltmelidir.
Pandemi dönemi başlayan gerek küresel gerekse ülke çapında meydana gelen, biraz da getirilen, olumsuz durumları aşmanın yollarından biri, özellikle İslami kaygısı olanlar açısından ekonomik kayıplara değil dini ve milli değerlerin kaybına dikkat çekmektir. Ekonomik kayıplar telafi edilebilir ama ekonominin peşine düşüp kaybettiğimiz değerlerin telafisi mümkün değildir. Hem yönetenler hem de yönetilenler açısından dikkat edilmesi ve alarm verilmesi gereken budur.
Buradan hareketle Müslümanca düşünceye sahip yöneticilerin de onlara o amaçla oy vermiş insanların da olayı ekonomiye bağlayıp yargılamaları çok yanlış olur.
Kalın sağlıcakla.