SÖZ MEYDANI – Öncü Ama Mütevazı Ama Tavizsiz (BİR MÜCAHİDE)

1974-1975 öğretim yılının sanırım sonlarıydı. Ticaret Lisesi birinci sınıfa gidiyorum. Evimizde, İslam’ı yaşayan, yaşamayı sevdiren canım ağabeyimin etki ve bilgilendirmesiyle Müslüman bir genç kız olmaya gayret ediyordum. Okulda bodrum katta namaz kılan hademe bile beni çok mutlu ediyordu.
Çünkü Müslüman olmak ve Müslümanca yaşamak o zamanlar (1980 öncesi) çok zordu. Bunun sonucunda İslam’ı gerçek anlamıyla öğrenmek için Seyyid Kutup, Mevdudi, Fethi Yeken, Sait Havva… gibi dışarıdan ve Necip Fazıl, Şule Yüksel Şenler … gibi içerden yazarları, dergileri okuyordum. Bir gün ağabeyim, bir arkadaşının kız kardeşi ile bana “Haydi sizi Şule Yüksel’in yanına götürüyorum.” dedi.
Bu arada ben de bu zamanlarda Şule Yüksel’in tüm kitaplarının okuyup herkese de okutmaya uğraşıyordum, her yerde bulunamayan bendeki kitapları elden ele gezmekten paramparça olmuştu. Huzur Sokağı bizim başucu kitabımız olmuştu. O zamanlar birçok kızımıza “Feyza, Hilal” ismi konmuşsa bunun sebebi “Huzur Sokağı” romanıydı.
Onun kitaplarını okuyup da tesettüre girmeyen kişi neredeyse yoktu. Şule Yüksel bir İslam âlimi değildi ama bize tüm samimiyetiyle bildiklerimizle amel etmenin yollarını anlatıyordu. Davanda samimi olup bildiğinle amel edersen Rabbim âlimlerin yapamadığını yaptırıyordu bir kula. Herkes çocuğuna Şule veyahut kitaplarında geçen kahramanlardan isimler koyuyordu hatta biz de yeğenimize koymuştuk.
Bunların ardından manen bu kadar yakın bildiğimiz birisini şahsen görmek inanılmaz bir olaydı bizim için. Nevşehir’ de İlhami Nalçacıoğlu hocamın evine misafir olmuşlardı. Biz de oraya gittik, bizi kapıda rahmetli İlhami hocamın hanımı karşıladı. İşte Şule abla karşımdaydı. Kitaplarıyla, konferanslarıyla Anadolu’ya cebimizde kaybettiğimiz İslam’ı anlatan, yaşatan ve yaşayan Şule abla bizi karşıladı kucakladı, bağrına bastı. Bu ne büyük bir saadetti benim ve bizim için.
Bize hep ‘ablacığım, ablacığım’ diye hitap etmişti. İslam’ı, tesettürü, Müslüman bir kadının, kızın nasıl olması gerektiğini anlattı. Dinledik dinledik… Samimiyeti, coşkusu, heyecanı bizi de coşturdu. Çok etkilendik. Biz, her hareketini namaz kılışını, oturuşunu, kalkışını inceleyip taklit ediyorduk. Bize kendi diktiği eşarbının kalıbını verdi. Piyasada eşarp yoktu o zamanlar, beş liraya bir eşarp almıştım, çoğunu içine koymak suretiyle kullanıyordum. Tabi daha sonraları piyasa bu eşarptan geçilmez duruma geldi.
O dönem Şule Yüksel hepimizin takip ettiği isim haline gelmişti. Bir çığır açmıştı. Cumhuriyet kurulduğundan beri özellikle okumuş kesimde örtü diye bir şey kalmamıştı. Örtüler gelenekseldi ve tesettüre uygun değildi. Ağız yaşmaklanır ama saç örgüsü görünürdü. Örtü vardı ama alından perçemin görünmesi normaldi. Okumuş, kültürlü, şehre göç eden kesim nasıl örtüneceğini bilmiyordu. O öğretti, örttü, gösterdi. Örtünün sadece köylünün, gecekondulunun, hizmetlinin farzı olmadığını, okuyanların, zenginlerin yani herkesin farzı olduğunu, Allah’ın emrine uyması gerektiğini hatırlattı bizlere. Güzel bir üslup ile model olarak…
Şule Yüksel’den sonra birçok yazar, aktivist yetişti ama gençleri onun kadar etkileyemedi diye düşünüyorum. Gençlerle ortak dil oluşturamadılar, iletişim kopukluğu yaşadılar, yaşattılar. Daha sonraları ve özellikle şimdi herkes medya âlimi, düşünce adamı, akıl verici oldu ama bütün gençleri kucaklayacak, yeni stratejiler geliştirerek yeni Şule Yükseller yetiştirmeyi başaramadılar. Hâlbuki buna mecburuz.
Allah rahmet eylesin. Rabbim merhametiyle muamele etsin. Yattığı yer nur olsun.
*İbrahim Çiftçi olarak bu ay köşemi Şule Hanım için onun talebesi olan eşim Gönül Turan Çiftçi’ye bıraktım.