SÖZ MEYDANI-İbrahim Çiftçi – Ünlülerin Miras Kavgaları
Osmanlı Devleti’nin (Osmanlı İmparatorluğu değil, Osmanoğulları Devleti; devletin resmi adı Devlet-i Âl-i Osman) gurur duyulacak, övünülecek, methedilecek birçok özelliği var. Bunlardan konumuzla ilgili önemli tarafı, kurulan vakıflardır. Devletin hemen hemen hiç karışmadığı alanlar sosyal, dini, insani hizmet alanlarıdır. Camiler, medreseler, yol veya köprüler, hanlar, hamamlar, tekke ve zaviyeler, imarethaneler, çeşmeler, insanların temel ihtiyacını karşılayan her türlü bina, bitki, ağaç ve hayvanları koruma, kollama maksatlı kuruluşlar kişi veya kurulan vakıflar tarafından yapılmaktadır. Yapılan her binanın giderlerinin tamamını karşılamak üzere gelir getiren gayrimenkuller vakfedilmiştir.
Bir köy veya beldede yapılan bir cami için kesinlikle birden fazla tarla, bahçe veya bağ vakfedilmiştir. Kiralama usulü ile ekilen dikilen gayrimenkulün geliri o camiye aittir. Küçük büyük bütün camilerin ve külliyenin giderleri için vakfedilen ve vakıf senedinde açıklanan gayrimenkuller orasının kimseye muhtaç olmadan hizmetine devam etmesini sağlamaktadır.
Cumhuriyet öncesi yapılmış olan camii, medrese, köprü, yol, han, çeşme, mektep gibi küçük büyük tüm hayır eserlerinin akar getiren birden çok vakfiyesi vardır. Mesela benim kasabamdaki bir kaya oyma camiinin bağ olan bir vakfı varmış. Laf arasında söylenen bu işin peşine düşen hoca bağın kimde olduğunu öğrenip adamla konuşmuş ve sormuş. Adam, pişkin bir şekilde “Aman hoca uğraştığın şeye bak. Ben o bağı satın aldım, parasını da şuna verdim” demiş. Verilen kişi ölmüştür. İlgilenenler bu konuyu araştırabilirler. Osmanlı döneminde kişilere ait tapulu bağ tarla arazi yoktur. Hepsi devletindir. Kişi, icarcıdır, kullanıcıdır. Eker diker, gelirinden icarını, vergisini verir. Dolayısıyla devletin bu tür yerleri, köylerin vergilerini, yapılan bu eserlere vakfettiği görülür.
Bu sebeple yapılan her hayır eserinin vakfı da kolay oluyor. Medresenin, camiinin, hanın giderleri böylece karşılanmış olduğundan para toplama işi de olmuyor. Şimdi olduğu gibi camiler her cuma para toplama yeri olmuyor, görevliler de bu işten kurtuluyor ve gerçek görevlerini yapıyorlar. Cemaatin homurdanması da olmazmış.
Merak ettim, baktım ve gördüm. Fatih, Konstantiniye’yi fethedip Müslüman İstanbul yapmak için, bazı kiliseleri (Ayasofya, Kariye, Zeyrek gibi), cami ve müştemilatını da külliyeye dönüştürünce tüm bunlar için düzenli gelir getiren yüzlerce (sayıyı abartmıyorum) arazi, hamam, dükkân, evi vakfetmiş. Silivri’den Kırıkkale’nin bilmem hangi köylerine kadar gelirleri buralara vakfedilmiş. Şimdi bunu sorabilirim. Sadece Fatih’in vakfiyesi yüzlerce vakıf malı arazi, dükkân, hamam, iş yeri nereye gitti, nasıl talan edildi? Bu bir talan, suç duyurusudur.
Son zamanlarda vefat eden sanatçı veya iş adamları öldükten sonra mal varlıkları ortaya çıkıyor. Bunlar bayağı yüklü bir miktar arz ediyor. Miras kavgaları da bitmiyor. Aslında toplumsal bir yara, miras paylaşımı. “Bugün ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın” hadisi ters dönüyor ki ölenin arkasından Fatiha okumak ve onu hayırla anmak, yerini miras kavgasına bırakıyor. Bu ülkeden, bu milletten kazananlar bu ülkeye, bu millete hayır yatırımı yapmak yerine malı çoğaltmak için yaşadıklarından olacak ki ölümle beraber miras kavgası başlıyor. Eğitim ve din gibi alanlarda vakıf kurup veya kurulu hayır kurumlarına destek olmalarını beklemek insanların hakkı değil mi? Burada kazandıklarının bir kısmını, buralara harcamaları gerekmez mi?
İnternette, merak ettim ve dünyadaki ünlülerin (ağırlıklı sanatçı) bu konuda yaptıklarına baktım ve karşıma bir başlık çıktı. “Hayır kurumları kurmuş 42 ünlü” 42 Celebrities Who Started Charity Foundations. Sağlık, eğitim ağırlıklı vakıf kurmuşlar, hem yerel hem ulusal hem de uluslararası alanda hizmet yürütüyorlar.
Yaşadıkları dünyayı korumak, daha güzel hale getirmek, insanlara hizmet etmek gibi güzel amaçlarla vakıf kurmuşlar ve kendi anlayışları çerçevesinde hizmet ediyorlar. Bunu yaşarken yapıyorlar. Gözlerim Türkiye’den ünlüleri aradı ama bulamadı. İnşallah kendilerini gizlemişlerdir. Bilinenler de var. Bunların çoğunun ideolojik amaçlı yardım yaptıklarını gördüm. Haluk Levent’in AHBAB’ı örnek bir çalışmaydı. Eksisi artısı tartışılabilir ama bir kuruluştu. Hizmet de yaptı, yapıyor. “Çocuklarımız Gülsün Diye” adında Gülben Ergen’in kurduğu bir dernek var. 57 anaokulu açmış. İyi bir rakam. Sabancı, Koç grubu gibi birkaçının dışında pek girişim göremiyoruz?
Acaba milyarlar kazanan ya da milyarları olan, iş, sanat, spor, siyaset dünyasından kim hangi hayır hasenat veya insani vakıf, dernek kurup parasını bu işlere harcadı, harcıyor? Bu sayı iki elin parmaklarını geçer mi?
Ölünce varisler miras kavgası yapsınlar diye mi malı, parayı biriktiriyorlar dersiniz?
Kalın sağlıcakla.
Meraklısı İçin Notlar
Vakıfların, mal varlığını ve vakıf şartlarını içeren belgeye vakıf senedi denir. Vakıf senedinde vakfın adı, merkezi, amacı, faaliyetleri, amacın gerçekleştirilmesi için yapılacak iş ve işlemleri, vakfın kuruluş mal varlığı, organları, yönetim şekli, sona erme halleri gösterilir.
Osmanlı’da vakıflar, kadılık makamı tarafından tescil edilen bir “vakıf senedi” ile ihdas edilmektedir. Vakıf senetleri, padişah dâhil herkes için bağlayıcı hükümler içermektedir. Fatih Külliyesi ve Ayasofya-i Kebir Vakfı’nın hukuki statüsünü belirleyen 1462 tarihli vakfiye de bu açıdan en önemli belgelerden biri olarak kabul edilmektedir.
Vakfiyenin Ayrıntısı
Bütün bu zikredilen akarlar, yani karyeler, mezralar, evler, değirmenler ve diğer akarlar, zikredilen bütün sınırları, hakları, bağlı olan yerler ve mütemmim cüzleri, sonradan bunlara katılacak hukuki ve medeni semereleri, yolları, irtifak hakları, dereleri ve tepeleri, vadileri, dağları, kuyuları ve nehirleri, ağaçları ve bunlara izafe olunan, nisbet edilen, bunlardan sayıları ve bu gayrimenkullerle birlikte olduğu bilinen, akarın ismi zikredildiğinde ifadenin şamil olduğu her şey, eski-yeni, uzak-yakın, ayrı-bitişik, zikredilen ve edilmeyen bütün hakları ile birlikte, dinen ve hukuken açık, sahih ve şer’î bir vakıftır, kesindir, lazım yani bağlayıcıdır; akdi geçerli kılacak bütün şartları havidir; noksanlardan ve akdi iptal edecek bütün meşru şartlardan uzaktır; bu vakıf yapılırken müctehid imamların itibar ettiği bütün meşru şartlara riayet edilmiştir; -Allah’ın rızası hepsinin üzerine olsun- devamlı ve muhalleddir, Allah’ın yeryüzüne ve üzerindeki her şeye ve herkese hakiki varis olacağı kıyamet gününe kadar geçerlidir -Allah varislerin en hayırlısıdır-; satılamaz, bağışlanamaz; rehin verilemez; hiçbir şekilde ve hiçbir sebeple itlaf edilemez; değiştirilemez; vakfın gayesine aykırı tebdil ve tağyir manasında tasarrufta bulunulamaz; mevkufun yahut onunla alakalı her şeyin varlığını tehlikeye sokacak veya bunlarda noksan iras edecek tasarruflara teşebbüs edilemez; ancak vakfa yönelik açık bir maslahatı gerektiren tağyir ve tebdiller bunun istisnasını teşkil eder. Mesela, zikredilen vakıf ev ve değirmenlerde meydana gelen ve vakfın maslahatının gereği olan tağyir ve tebdiller gibi. Ayrıca zikredilen akarlar için kira akdi ve üzerlerinde bulunan ağaçlar için mûsakat akdi, bir yıldan uzun bir sure için yapılamaz. Eğer zaruret mecbur kılarsa ancak üç seneye kadar yapılsın; fakat kiracı güvenilir ve dindar olsun; başkasının malına tamahkâr, devlet nezdinde şevket ve salahiyet sahibi olmasın; kiracılığı sebebiyle vakfa ve maslahatlarına tehlike ve noksan gelme ihtimali bulunan birisi olmasın.