SÖZ MEYDANI- Farkında Olmak

Mahalle cami imamımızın seminer için bir hafta izinli olması sebebiyle yerine bir delikanlıyı görevlendirdiler. Arkasındaki ilk namazımızda mihrabı doldurduğunu görmek beni mutlu etti. Daha önce tanımadığım, cemaatten bir meslek dersleri öğretmeninin tanıttığı İmam efendiyi tanımak için odasına girdim. O beni tanıyormuş. İsmimi çok duymuş, şahsımı görmüş ama isimle simayı birleştirme de bu konuşma ve bir selamla oluştu. Ankara’da vaizlik imtihanına girince sıra beklerken bizi yakinen tanıyan bir muteber kişiden selam getirmiş ama beni göremeyince selam üstünde kalmış. Şimdi o yükten kurtuldu. Ben de dua ettim. “Gönderen, getiren sağ olsun” diye klasik duayı söyledim.
Laf lafı açar ama Müslümanın hayatı dua. Anneler, babalar, hocalar, büyükler, küçükler” hep dua ile konuşuyorlar. “Nasılsın, iyi misin?” diye sorarsın, cevap dua. “Allah razı olsun”dan hemen sonra, “Elhamdülillah, iyiyim”. Yani sen der demez o da dua ile karşılık verir. Şu anda çok yaygın olan iki güzel dua var. Birincisi “Allah razı olsun.” İkincisi genellikle ayrılırken “Allah’a emanet olun “denmesi.
Selam da bir duadır. Hele tamamını söylersen dua mükemmel oluyor. Selam vermek ve almak, selamı yaygınlaştırınız, yayınız emrini yerine getirmektir. Hayatımız, çevremiz çok genişlediği, hiç tanımadığımız insanlarla karşılaştığımız için selam vermek zor oluyor. Ama verince, selamı alan insanının iştahı ve size bakışı da mutluluk verici. Özellikle yeni yetmelere, gençlere bir selam verin de yüzlerinde oluşan gülücüklere, iştaha bakın.
Bir Müslümanla karşılaştığın zaman, tanıdık veya tanımadık diyorsun ki “Allah’ın barışı, esenliği, selameti… senin üzerine olsun.” Buna kim sevinmez ki. Eğer selam verilen kişi selamın ne olduğunu bilirse buna ek yaparak karşılık veriyor. Ve aleyküm selam, esenlik, barış, rahmet ve bereket de senin üzerine olsun” Hiçbir medeniyette bu yoktur. İnsana verilen değer ve karşılıklı dualaşma iletişim kurmanın başlangıcı ve temelidir.
Aksırmak halk deyişi ile hapşırmak, bir daralma ve sonra rahatlamadır. Aksıran, daralmasını giderdiği için “Elhamdülillah” diyor. Yani bu genişleme imkanını veren Allah’a şükrediyor. Onun “hamdini” duyan da aksırana “Yerhamükellah” diyerek dua ediyor. Aksıran da bu duayı karşılıksız bırakmıyor ve “yehdina ve yehdikümullah” diyor. Manzaraya bakın, dua istemeden dualaşan iki insan. Duanın son bölümünde “ben” yerine “biz”, “sen” yerine “siz” denerek diğer Müslümanlara da dua ediliyor. Harika bir durum değil mi? İşte bir “Sünnetin” hayatın içindeki uygulaması.
Çocuğuna kızan ana, biraz sert de olsa “Allah hayrını versin emi” diyor. Ses tonu beddua gibi ama dua ediyor. “Allah cezanı vermesin, Allah belanı vermesin, seni Allah’a havale ediyorum, Allah’ından bulasın…” gibi nice dualar beddua gibi ifade edilirdi. Her duanın karşılığı vardır. Bunun en güzeli de Arapça “ecmain”, anlaşılır tarzda da “cümleten” şeklindeki ifade, duayı “benden bize” çeviriyordu.
Teşekkür etmek çok büyük bir nezaket, letafettir. Ama dua, muhatabı daha fazla önemsediğinizi gösteren bir eylemdir. Sevdiklerimize dua edelim, içten dua edelim. Sadece dilimizle değil, kalbimizle, beynimizle dua edelim. Duamıza önce biz inanalım. Şu anda çok dua var ama eden de amin diyen de duadan habersiz gibi geliyor bana. Özellikle sosyal medya duaları “kopyala yapıştır” olduğundan, yapıştıran da ne yazdığını okumuyor galiba. O kadar çok ve de güzel hatta harika diyebileceğimiz dualar boşta kalıyor. Dikkatli olmalıyız. Kopyalayıp yapıştıran da muhatap da okumuyorsa hoş bir durum olmuyor.
Yani dinimiz İslam duaya çok çok önem veriyor. Dualaşmanın tüm yolları teşvik ediliyor. Dua istenmesi tavsiye ediliyor. Çünkü sahabe Allah Rasülü’nden dua istiyor ve O da ediyor. Dua isterken de hayırlısını dilemek esastır. Biz neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bilmeyiz.
Sosyal medyanın Müslümanlar tarafından da kullanılmasıyla beraber, biraz da ayrı bir ücret alınmaması sebebiyle kandil, cuma, bayram gibi mübarek günlerin kutlanması hem yaygınlaştı hem de genelleşti. Bu kutlamaların hepsinde de dua var. Bu duaların çoğunda da dua var. Ancak bu dualar yukarıda belirttiğim gibi “kopyala yapıştır” şeklinde olduğundan duanın içeriği, gayesi, temel özelliği bazen kaybolmaktadır. Biz değerlerimizi önemsemezsek başkaları onu hiç önemsemez. Biz kendimizle barışık olmazsak, kendimize kıymet vermezsek dışımızdaki insanlardan bir şeyler beklemek yanlış olur. Kendimiz tanımakla bencilliği ayırt ederek kendimizi, değerlerimizi sevmeliyiz, önemsemeliyiz.
Bu sebeple duaları da “çingene duasına, dilenci duasına” dönüştürmeden yapmalıyız. İnanarak yapmalıyız. Rabbimiz bizim duamıza icabet edeceğini müjdeliyor. Ama zamanı, şartları bilmiyoruz. Bunun için, dua etmeli, dua almalıyız. Yaptığımız duanın ne anlama geldiğinin, değerinin; aldığımız duaya “amin” derken farkında olmalıyız. Dilimizin söylediklerine, yazdıklarımıza dikkat etmeliyiz.
Ben Avrupa’da öğretmen olarak görevlendirilmek için 1990’da yurtdışı sınavına girdim. Yazılı sınavında, 2500 edebiyat öğretmeni arasında 18. oldum. Mülakat sonrası 115. oldum. 250 kişi kazanmıştık. Sırası gelen çağrılır, dediler. Bekledik ve 2002 yılında Nevşehir Milli Eğitim’den bir şef bana, Medine’deki bir Uluslararası Türk Okulu’nda görevlendirildiğimi belirten yazıyı verdi. Ben büyük bir şok yaşadım. Yazıyı tekrar tekrar okudum. Mesleğimin 23. senesinde Allah Resulüne komşu olacaktım. Ben sınava girdiğimde Medine yoktu ya da bilmiyordum. Ama oldu işte, sınavdan 12 sene sonra davet edildim. Beş sene orada yaşamak gibi bir nimete gark oldum. Sınavı kazanmak belki bilgimizledir ama Medine’ye gitmek bir dua sebebiyledir. Kim ne zaman dua etmişse bir icabet zamanı bana dua etmişti. Bunu başka türlü açıklayamam.
Bu olayı anlatma sebebim, duanın gücüdür. Buna inanmakla mükellefiz. Öyleyse içten inanarak dua edelim ve dua alalım.
Sözün özü, dua bizim işimiz. Dua etmek, dua istemek, duaya amin demek, Müslüman olarak görevimiz. Ama her işte olduğu gibi duada da farkında olmak, bilinçli hareket etmek de şarttır.