SÖZ MEYDANI- Ebubekir misin Müseylime misin?

Ayet ve hadis dediğimiz nas ve bu naslardan hareketle ortaya konulan fakih, alim görüşlerinin dışında, yaşadığımız toplumun ihtiyaçlarını göz önüne almak zorundayız. Yılardır namazı, orucu, Kur’an kursunu, camiyi öncelik yaptık ve cami, kurs sayılarıyla övündük. Halkımız bu öncelikleri önemsedi ve çok büyük camiler -ki Cuma namazı dışında bir safı dolduramıyoruz- yaptık. Camilerde saflarımız, kurslarda sıralarımız, rahlelerimiz boş kaldı. Her caminin yanında veya altındaki Kur’an kursları çocuk veya gençlerden ziyade az sayıdaki yaşlılara hizmet ediyor. Yani kurslar boş, saflar boş. Şimdi sormalıyız. Bu halktan ne istemeliyiz, halk bizden ne istiyor?
Müslüman yalan söylemez. Pek söylüyor mu? Evet. Sadece kisvesiyle Müslüman olanlar değil, Müslümanlığını söylemekten çekinmeyenler de yalan söylüyor. Namaz kılan, oruç tutan, sakallı, örtülü Müslümanlar da yalan söylüyor. Pazar yerinde malların iyisini ön tarafa dizip müşteriye arka taraftan kötüleri dolduran Müslüman değil mi? Sorunca “elhamdülillah” diyor. Başkalarının malına, namusuna, canına kast edenler de “Müslüman mısın” diye sorunca “elhamdülillah” diyor.
Her türlü yalanı, hileyi, haksızlığı, etrafına zarar vermeyi, namussuzluğu… kendisinde barındıranlara “Müslüman mısın” diye sorulunca, biraz kızarak ve sitemle “tabii ki Müslümanım elhamdülillah” demekten çekinmiyor. Tabii bizim ne kalpleri görecek gözümüz ne de kişilerin iman ve Müslümanlığını ölçecek aletimiz yok. Kaldı ki haddimiz de değil. İlahı ile kendi arasında bir durum. Sadece tanıyorsak, musalla taşında “Nasıl bilirsiniz?” diye sorulunca susma hakkımız var.
Bu durumda ne yapmalıyız? Yanlış idam kararının altında ezim ezim ezilen yargıç, “Reis Bey” tiyatrosunda ne diyor: “Sökün evinize döşediğiniz su borularını. Onun yerine merhamet boruları döşeyin.” Merhamet, merhamet, merhamet… Ne kadar muhtacız merhamete. Şimdi daha çok muhtacız. Kalplerimiz taşlaştı. Allah Resulüne inanmayan Yahudiler için Bakara suresinde taş benzetmesi yapılıyor. Hem de verimsiz taş benzetmesi. Şimdilerde taşlaşmış ve hiçbir işe yaramayan taşlara dönmüş kalplerimiz.
Yargıç “merhamet, merhamet” diye haykırıyor eserde. Biz de şimdi “dürüst olun, namuslu olun, haksızlık etmeyin, kul hakkına girmeyin, kamu malını yemeyin, ona zarar vermeyin.” diye haykırmalıyız. Haykıranlar da bunları yaptıkları için sözlerinin altında ezilmemeli. En fazla da “yalan söylemeyin” diye haykırmalıyız.
Çünkü; bilinen olayı, bilmeyenler için tekrar edelim. Rivayet şöyle: Ebu’d Derda, Allah Resulüne soruyor: “Ey Allah’ın Resulü, Müslüman hırsızlık yapar mı?
“Bazen yapar.”
Peki, zina yapar mı?
“Hoşuna gitmese de yapar.”
Peki, yalan söyler mi?
“Hayır, yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.”
Hırsızlık ve zina, büyük ve had cezalı günahlardandır, fakat Nebi aleyhisselam, Müslümanın o günahları işleme ihtimali vardır buyuruyor. Cezasını bu dünyada ve ahirette çeker. Ama yalan öyle değil. “Yalan ile iman bir arada olmaz” diye ekliyor. Başka bir hadis-i şerifte Nebi aleyhisselam “Müslüman zina ederken mü’min değildir, içki içerken mü’min değildir.” buyurarak bu iki günahı işleyenlerin vahim durumlarını ortaya koyuyor. Ama yalanla imanın bir arada olamayacağını çok net ifade ediyor.
Hz. Ebubekir’in (Allah ondan razı olsun) sıddîk lakabının yanında, sahte peygamber Müseylime’nin lakabı ise Kezzap. Sıddık: “doğrulayıcı, her zaman doğru olan, doğru sözlü, gerçeği söyleyen, DÜRÜST ve GÜVENİLİR.” Peygamberimizden sonra bu lakapla anılan Hz. Ebubekir, hem peygamberi ilk doğrulayan hem de “gerçekleri söylemekten çekinmeyen, dürüst ve güvenilir” olmasıyla dikkat çekmiştir. Kezzap ise yalancı, yalanlayan demektir. Peygamberimizden sonra Sıddîk ile Kezzab’ın mücadele ve savaşında Sıddîk üstün gelmişti elhamdülillah.
Bu hadis ve açıklamalardan sonra, bilinen bir gerçeği tekrar ifade edelim. Müslüman kimdir sorusunda şu anda yani zamanımızda, kaybedilen bu hakikat üzerinden cevap vermeliyiz. Müslüman: “dürüst, namuslu, haksızlık etmeyen, kul hakkına girmeyen, kamu malını yemeyen, ona zarar vermeyen, YALAN SÖYLEMEYEN kişidir.”
Yalanla iman bir arada olmuyorsa yalan söyleyenlerin bir kere daha düşünmeleri gerekir. Alimlerin, kanaat önderlerinin, imamların, toplumda bir yeri olanların, sevilenlerin ve sayılanların bulunduğu her yerde, sohbetlerinde, nutuklarında, hutbe ve vaazlarında ey Müslümanlar, YALAN SÖYLEMEYİN, DÜRÜST OLUN, EMİN OLUN diye bıkmadan yorulmadan haykırmaları, bunları emretmeleri gerekir. Çünkü şu anda zamanımızda en fazla buna ihtiyaç var. Camilerimiz, Kur’an kurslarımız, sohbet mekanlarımız, cemaat ve tarikat binalarımız, basın yayın organlarımız yeterince var. Olmayan, eksik olan, “doğruluk, dürüstlük, yalan söylememek ve emin (güvenilir) olmaktır.
Müslüman bir öğretmen iseniz mesai arkadaşlarınız, esnaf iseniz müşterileriniz, imam iseniz cemaatiniz, baba-anne iseniz çocuklarınız, komşularınız, yönetici iseniz yönettikleriniz, velhasıl toplumun hangi katmanında iseniz etrafınız size “o yalan söylemez ve dürüsttür” diyor mu? Yoksa demiyor mu? Çünkü cümlenin başına MÜSLÜMAN kelimesini koydum.
Tekrar ifade edeyim: “Müslüman dürüst, namuslu, haksızlık etmeyen, kul hakkına girmeyen, kamu malını yemeyen, ona zarar vermeyen, YALAN SÖYLEMEYEN kişidir.”
Haydi, Müslümanlar, Müseylime’nin lakabıyla değil, Hz. Ebubekir’in lakabıyla anılmanın isteklisi olalım. Sahi, Müslüman yalan söylemezse, imanla yalan bir arada olmazsa hala yalan söylüyor musunuz?
Kalın sağlıcakla…