SÖZ MEYDANI-Değişmeyenleri Değiştirmeliyiz

SÖZ MEYDANI-Değişmeyenleri Değiştirmeliyiz

İnsan bulunduğu mekanla mutlu olur. Ekvator ikliminin tüm olumsuzluklarını yaşamasına rağmen orayı ihya eder, orada mutlu olur. Antarktika yerlisi, orayı vatan eder kendine ve mutlu olur. Aslında son zamanların meydana getirdiği bir terslik de oluşmuyor değil. İnsanlar, özellikle Müslümanlar kendi ülkelerinden, vatanlarından kaçıyorlar. İşin garibi çok sıcak yerlerden soğuk yerlere kaçıyorlar. Hem de her şeyi göze alarak. Söz bize ait ve bir hayat anlayışının beyanı: “Bülbülü altın kafese koymuşlar da ‘ah vatanım’ demiş.” Bakmışlar inlemesine bırakmışlar bülbülü. Nereye gitmiş? Vatanı olan bir ağaca, bir çalıya. Vatan böyle bir şey. Maddiyatla, refahla ölçülemez. “İki gönül bir olursa samanlık seyran olur.” Olur mu, elbette olur. Ta ki sevgi olunca, aşk olunca.” Neyleyim sarayı köşkü, içinde salınan yar olmayınca” demiş. Bunu diyen varlıklı bir insan galiba.

Mekan ve insan ilişkisi inkar edilmez bir gerçek. Mekan, diğer adıyla çevre, kişiye büyük bir etki gücüne sahip. Onu farkında olmadan hamur gibi yoğurup ona istediği şekli veriyor. Bulunduğumuz yerin manası da buradan geliyor. Uyum sorunu denilen de bu olsa gerek. Mekanları, yaşanılan yerleri değerli kılan oranın sahip olduğu mana. O manayı yok ederseniz yeri yani vatanı değersiz hale getirirsiniz.

Önce mana yerine maddeyi koydular. Kıstas (ölçü) madde olunca yaşanılan yer de buna göre ifade edilmeye başlandı. “Burası yaşanılacak bir yer değil. Havası şöyle kötü, suyu böyle berbat, insanları şöyle pis.” gibi kötülemeler, kıstas madde olunca arka arkaya sıralanmaya devam edildi. Peki o insanların manası, insani güzellikleri ne olacak? Oturup hüzünleniyoruz. ”Ah o eski zamanlar, eski insanlar, eski mekanlar…” diye. Ama yaşarken o hüznü görmüyor, gereğini yerine getirmiyoruz. Biraz menfaat karşılığı satılan geçmiş değerleri unutuyoruz. Ben geçmiş çocukluğumu, köyümü, insanlarımı, adet ve geleneklerimi… özlüyorsam onları canlı tutacak oluşumlara yer vermeliyim, onları korumalıyım. Yoksa lafla “Ah o eski…” diye başlayan yakınmaların bir anlamı yok.

Yeni nesil diğer yerleri, büyük şehirlerin lüks semtlerini, alışveriş merkezlerini, hayat tarzlarını, hayata bakışlarını gördüler. “Doğduğuna değil doyduğuna bak. Karnın nerede doyuyorsa vatanın orası.” anlayışını benimsediler. Karınlarını doyurmaya gittiler oralara. Ta Avrupalara gittiler. 2020’li yılların çok hızlı zenginleşmiş Türkiye’sini 1960-70’li yıllarda gördüler. Afrika ve Asya’yı görmediler, onun için de yeni gördükleri her şeye hayran oldular.

Halbuki “Alamancılar”ın neler çektiklerini yaşayanlardan dinleyince “Değer miydi?” sorusunu hem anlatan hem dinleyen, sormak zorundadır. Çünkü bir neslin yok oluşunun değersizleşmesinin hikayesidir onların anlattıkları. Bizim gençlerimiz daha iyi yaşamak için vatanlarını terk etmek istiyorlarmış. Orada çalışan bir kişi ile derinlemesine görüşse, konuşsa ya da onların durumlarını bilseler Batı’ya gitmeyi düşünmezlerdi. Ülkelerinde yatarak çok kazanmayı, emeksiz yaşamayı düşünen gençler, gitmek istedikleri ülkelerde bir devlet ve iş hayatı düzeni olduğunu, buna uyumlarının çok zor olduğunu niçin görmüyorlar, anlamış değilim.

Dünya ikiye bölündü. Zorunlusu hariç (Türkiye, Ürdün, Lübnan, Bangladeş, Pakistan gibi savaştan kaçanların sığınmaya mecbur oldukları ülkeler hariç ki buralara gelenlerin de gözü diğer ülkelere kaçmakta) göç (mülteci) alan ve göç (iltica) edilen ülkeler. Çok sert tedbirlerle göçü yasaklayan ülkelerin (Suud, Çin gibi) dışındakilerin göçmen sorunlarıyla baş etmesi çok zor. Çünkü Batı dünyası, göç veren ülke insanlarının gözünde bu dünyanın cenneti.

Dolayısıyla böyle bir cennette yaşamak için her şeyi ama her şeyi göze alan, elinden tuttuğu veya kundaktaki çocuğu ile sınırları zorlayan, gideceği ülke için ölümü göze alan ve o uğurda ölen insanlar olduğu müddetçe Batı ülkelerinin işi gerçekten zor. Kendi ülkelerinde anneler çocuklarını çoğu zaman bir hiç uğruna ölmeleri için doğurmuyorlar. İç savaşlardan, kuraklıktan, yoksulluktan, yöneticilerin kendi şahsi çıkarları için milletin çocuklarını tavuk gibi öldüren veya ölüme sürükleyen ülkelerde niçin kalsın insanlar? Ölmek veya öldürmek, olmadı süründürülmek için yaşamak istemiyor oraların (Afrika’nın, Güney Amerika’nın, Asya’nın) güzel, masum, bir o kadar da iyi insanları.

Gitmek için can attıkları ülkelerin önceleri, köle olarak Batı’ya taşıdığı ya da kendi ülkelerinde köle olarak sömürdüğü, bir böcek kadar bile değer vermediği insanların şu anda gönüllü olarak “Her şeyinize razıyım, yeter ki beni ülkenize kabul edin.” diye yalvarışları gerçeği, vicdan sahibi herkesi çok üzmektedir. Ama vicdan sahibi olanların da yapacağı bir şey yok, güçleri yok. İsrail’in tüm dünyanın gözleri önünde yaptığı sivil katliamları bile görmeyen, görmek istemeyen, elinde güç olan ama vicdanı olmayan Batılı yöneticilerden de bu işe çözüm aramak beyhude bir çırpınış.

Aslında Müslümanların eğer hassasiyeti varsa lider ve yöneticilerinin yukardaki durum ve sonuçtan utanmaları gerekir. Hem de çok utanmaları gerekir. Ama aşağılanmayı ve bir uşak gibi emir almayı kabullenmiş sözde lider ve idarecilerden bunu beklemek balığın kavağa tırmanması gibidir. Tabii öncelikle yönetilenlerin uyanması ve liderimiz, efendimiz, hocamız, idarecimiz ne diyorsa itaat ederimden, sorgulama aşamasına geçmesi gerekir.

Böyle günleri, insanları görmek temennisiyle kalın sağlıcakla.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.