SÖZ MEYDANI – Bir Devrin Anatomisi/İbrahim Çiftçi

Türkiye’de 1940’lı, 50’li, 68’li, sağdan soldan kuşaklar bitti. Pek çoğu vefat etti. 80’li kuşak da bitmek üzere. Bu kuşakların her birinin kendine has özellikleri, eserleri var. Kimi yazdı, kimi yazmadı. Ama bu ülkede etkili oldu. Mesela bir kuşak silme Kemalist’tir. Bir kuşak Köy Enstitüleri aşığıdır. Bir kuşak sosyalisttir. Başka bir kuşak milliyetçidir veya İslamcıdır. Osmanlı artığı yazarçizer sanatçılar (çınarları yıkalım denilen)dan sonra, Cumhuriyet sanatçıları, aydınları yetişti. Bu aydın ve sanatçılar yavaş da olsa kutuplaşmaya başladılar. Solcu, sağcı, eyyamcı…
Yıllarca “Komünizmle Mücadele derneklerinin” üyesi olan Türk aydınları da NATO ve Batı tarafından yönlendirildiklerini fark etmişlerdi. ABD ve SSCB’nin (şimdiki Rusya) emperyalizm ve sömürü düzenlerini devam ettirmek için iki kutuplu dünya oluşturdukları, diğer ülkelerin kesinlikle birinin yanında yer alması gerektiği, aksi takdirde başının belaya gireceği düşüncesini pompalıyorlardı.
Önce Kore, sonra Yemen, sonra Vietnam kuzey güney diye parçalandı. Yıllarca SSCB ya da Amerika yanlısı olarak iç savaş yapıp kendi insanlarını öldürdüler. Dünya iki kutuplu olarak bu ülkelerce paylaşıldı. Kardeş kanı döküldü bütün kıtalarda. Mekânlar, ülkeler farklı ama akan kan hep kırmızıydı.
Demirperde ülkelerinin neyi ifade ettiğini yeni nesil bilmez. NATO’yu bilir ama Varşova Paktı’nı bilmez. Dünyaya vaat edilen “hür dünya” Batılı devletlerin, sosyalizm cenneti de Demirperde ülkelerinin vaadi idi. Bir de her şeye rağmen iki kutba da bağlanmayan Bağlantısızlar Hareketi vardı. Hindistan’ın başını çektiği ülkeler. T.C., NATO’cuydu. Türkiye sağcıları NATO’cuyken, solcuları Varşova Paktı’na bağlıydı. Biz NATO’ya, SSCB’den ve sosyalist olmaktan korktuğumuz ve dolayısıyla dinsiz, ahlaksız olmamak için girmiştik.
Rauf Tamer’in Tercüman’daki köşe yazılarını kitaplaştırdığı eserinin adı “Solun Namusu”. Kitapçıya varıyor ve soruyorsun. “Solun Namusu” var mı? Kitapçı “yok” diyordu. Çünkü sağcıların gazetesi Kemal Ilıcak’ın gazetesi Tercüman öyle diyordu. Ahmet Kabaklı, Ergün Göze gibi köşe yazarlarının yanında sağın önde gelen siyaset ve düşünce adamları da Ilıcakların Tercüman’ında yazıyordu.
Ülkücüler, Komünizm ve Moskova karşıtı oldukları için Batı’nın, Amerika’nın tetikçisi gibiydiler. Anadolu’dan üniversitelere okumak için giden, pek çoğu fakir, ihtiyaç sahibi, tertemiz niyetleri ve hayalleriyle gelen pırıl pırıl gençler birbirini vuruyordu. Öldürürken gözlerini kırpmıyorlardı. Her iki taraf da ülkesini seviyordu, şüphe yok. Ama biri milliyetçi Türkiye, biri de sosyalist Türkiye olarak kurtulacağımıza inanmıştı.
Siyasiler de buna çanak tutuyordu. İki lider Bülent Ecevit (solcu ama NATO’cu) ve Süleyman Demirel (sağcı ama NATO’cu) bir türlü anlaşmıyor, ülkeyi kan gölü haline getiriyorlardı. Dünyada ve Türkiye’de kandan beslenen bir kesim her zaman olmuştur. Güney Amerika ülkeleri, Uzak Doğu, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde akan kandan beslenen yerli veya dış güçler hep olmuştur. Analar çocuklarını ölsün diye doğuruyorlardı. Diller farklı olsa da ağıtlar hep aynıdır. Çoğu ana, yavrularının akıbetini bile bilmiyordu. Kutuplu dünya liderleri, biri gidiyor diğeri geliyor ama “sol ve sağ, NATO ve Varşova Paktı…” kana doymuyordu. Bu yolda ölenler de kutsanıyordu.
Türkiye de bu anlayıştan kopmamıştı. Devlet, rejim NATO’cuydu ama gençlerin hayal ettikleri dünyayı, anlayışı, duyguları sömüren politikacılar ayrı gibi görünüyordu. Askeri, polisi, yargısı, öğretmeni… Sağcılar milliyetçi, solcular komünist olarak düşman kutupların içindeydi. Kim ne derse desin amaçları için yürüyüş yapan solcu gençlere “yollar yürümekle aşınmaz.”; sağcı gençlere de “Bana milliyetçiler cinayet işledi dedirtemezsiniz.” diyen Süleyman Demirel; her öldürülen solcu genç için devrim şehidi ve düzen değiştirecek diyen Bülent Ecevit 1980 sonrası akan kanın sorulusudur.
Bunun dışında Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan farklı bir söylemle halkın karşısına çıktı. Gençlere, anarşiden uzak durun, onlar aynı kafaya sahipler, diyerek hem Demirel’i hem Ecevit’i ifşa etti. İkisi de “Batı Kulübünden” ikisi de “NATO’cu” diyerek onları hedef aldı. “Ülke kalkınmasının yolu sanayi, özellikle ağır sanayi ile olur. Önce ahlak ve maneviyat, turist döviz getirir ama ahlak götürür” gibi ezber bozan söylemleri ile dikkat çekti. Ülkenin kurtulması için herkesle bir araya geliriz dedi ve farklı zamanlarda hem Ecevit’le hem Demirel’le hem Çiller’le koalisyon hükümetlerine ortak oldu. Söylemini değiştirmeden bir araya gelineceğini gösterdi. Ama buna alışık olmayan ortakları, müesses nizamın koruyucuları tarafından linç kampanyasına tabi tutuldu. Koalisyonu basit sebepler ile bozdular. İftiralarla bu kişiyi bitirdiler.
“Ne sağdayız ne solda, Hak yoldayız Hak yolda. Ne solcuyuz ne sağcı, İslamcıyız İslamcı. Müslüman Türkiye. İslam gelecek, zulüm bitecek. Huzur İslam’da. Kurtuluş İslam’da…” sloganları Türkiye Müslümanlarının yeni bir dünya düzenini kurmaya talip olduklarını gösteriyordu.
Müslümanlar ise farklı birkaç örgütle (İhvan-ı Müslim’in, Cemaat-i İslami, Tarikatlar…) marjinalleşerek mücadele ediyorlardı. Kuzey Afrika ülkeleri, Mısır, Irak, Suriye Baasçı sosyalist diktatörlerin (SSCB yanlısı) elindeydi.
Yazı uzadı, burada bitirelim ve diğer sayılarda devam edelim inşallah.
Kalın sağlıcakla…