Soysuzlaşmaya Karşı Soylu Bir Mücadele

Soysuzlaşmaya Karşı Soylu Bir Mücadele

Asrımızın insanı maddî ve mânevî bir soysuzlaştırma ihaneti ile karşı karşıya bulunmakta ve bu ihanet uzun yıllardan beri bazen gizli bazen açık, planlı bir şekilde icra edilmektedir.

Zinanın ve fuhşun yaygınlaştırılması suretiyle kanı bozulan nesillerin İslâmî kimliğine indirilen darbelerle de imanı bozulmakta ve böylece kendi din ve ahlakından, örf ve âdetinden, gelenek ve göreneklerinden soyutlanmaktadır. Neticede dinini ve dînî vecibelerini küçümseyen, kendi toplumunun yaşayış biçiminden, tarihinden, adeta utanan ve ekonomik yönden gelişmiş, teknoloji sahasında büyük ilerlemeler kaydetmiş diğer toplumların cazibesine kapılmış ve onların uydusu haline gelmiş köksüz, şahsiyetsiz ve kimliksiz yeni bir toplum oluşmuştur.

Bu yeni toplum, ne uydusu olduğu yeni toplumu ne de uzaklaştığı kendi toplumunu temsil edebilecek bir seviyede olduğu için (menziletü beyne’l-menzileteyn) iki toplum arasında git-gel yapan kaypak bir zemin üzerinde bocalayıp durmaktadır.

Haram helal hudutları tahrip edilmiş, hayâ perdesi yırtılmış, tarih şuuru yok edilmiş, tüm faziletler serap olmuş bu yeni toplumda, yeni bir fazilet mücadelesi yapmak, kaybolmuş değerleri yeniden kazanmak ve tüm soysuzlukları kapı dışarı etmek için soylu bir mücadele farz-ı ayın haline gelmiştir.

Bu mücadeleyi ancak ve ancak aslından kopmamış, faziletlerini yitirmemiş, dinine, gelenek ve göreneklerine bağlı soylu kişiler başarabilir. Zina ve fuhuş ırkî soysuzlaşmayı getirdiği gibi, küfür, şirk ve nifak da mânevî soysuzlaşmayı beraberinde getirmektedir. Neticede müesseselerimiz soysuzlaşıyor, kültürümüz soysuzlaşıyor ve kimliksiz bir toplum haline geliyoruz.

Pasif direnişleri ile İngiliz İmparatorluğunu tek kurşun atmadan yenen ve Hindistan’dan kovan Gandi, gençliğinde bir hata yapıyor ve arkadaşları ile beraber çalınmış bir keçiyi kebap edip yiyorlar. Fakat Gandi’de müthiş bir pişmanlık başlıyor. Bu pişmanlık o dereceye varıyor ki, Gandi bunu şu sözleri ile ifade ediyor: “Ömrüm boyunca nereye gittimse sanki o yediğim keçi, içimde meledi.”

Milletin trilyonlarını çalan hırsız ve gâsıp bürokrat ve politikacıların kulakları çınlasın. Vatan ve millet kurtarma nutukları atan, milletine yabancı, yabancılara dost, sadece kılık ve kıyafetleri ile değil, kafa yapıları ve yaşayışları ile de yabancılaşmış yöneticiler, Gandi’nin gösterdiği bu soylu davranışı gösterebilirler mi? Sanmıyorum.

Gandi, gençlik yıllarında İngiltere’de tahsil yapmaktadır. İngilizler gibi giyinmekte, onlar gibi yaşamaktadır. Onlardan bir farkı yoktur. Bununla beraber Hindistan’ın bağımsızlığı düşüncelerini de taşımaktadır. Bir gün Hindistan’ın kurtuluşu için çalışan bir gazeteci ziyaretine gelir. Onun kılık ve kıyafetini, bir İngiliz gibi yaşayışını acı acı seyredip şöyle der: “Mahatma! Hindistan’ı bu kukla bey kıyafetinizle mi kurtaracaksınız?” Bu söz Gandi üzerinde müthiş bir tesir icra eder ve Gandi her geçen gün değişir. İngiliz kılık kıyafetini çıkarıp atar, Londra sokaklarında sırtında bir peştamal, ayağında bir sandalla Hind kılık ve kıyafeti ile dolaşmaya başlar.

Daha sonraki yıllarda Lordlar Kamarası’nda müzakereye oturduğunda, aynı Hind kıyafeti ile yuvarlak masanın üstüne çıkıp bağdaş kurar. Mağrur İngiliz Lordları gülüşürler: “Biz bu ucube ile mi görüşeceğiz?” gibi sözlerle onu tahkir ederler. Söylenenlere aldırmayan Gandi’nin müzakereyi terk ederken; “İngiliz milletinin temsilcileri henüz beni anlayacak ve ciddi meseleler üstünde konuşacak olgunluğa ermemiştir.” sözleri Lordların suratında bir şamar gibi patlar ve böylece milletini en üst seviyede temsil edecek bir şahsiyet olduğunu gösterir.

Kendi inancından, kendi tarihinden utanan bir kişiyi, uydusu olduğu yabancı kılık ve kıyafeti büyütmediği gibi bilakis küçültür. Kendi inancına, tarihine sahip çıkan kişiyi de kendi millî kılık ve kıyafeti küçültmez, bilakis büyütür.

Papaz Cyrus Hamlin, İstanbul’da Amerikan Robert Koleji’nin temelini attığı zaman şu konuşmayı yapmıştı: “Fatih, hıristiyanlardan İstanbul’u almak için bu tepeyi seçmiş, Hisarı yaptırmış ve fetih hareketine buradan başlamıştı. Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere Fatih’in başladığı yerden başlıyor ve bu tepeyi seçmiş bulunuyoruz.”

İşte kültür soysuzlaşmaları bu yabancı okullarda hız kazanıyor, daha sonraki dönemlerde devlet okulları da bu soysuzlaşmada adeta seferberlik ilan ediyordu. “Toprak vatanım, nev’i beşer milletim.” “İrfanım tabiat değiştiriyor.” sözleriyle Amerikanlaştığını ve Kur’an için; “Yırtılır ey kitab-ı köhne yarın maktel-i fikr olan sahifelerin.” mısralarıyla dinsizleştiğini, soysuzlaştığını ortaya koyan Tevfik Fikret, bugünkü geldiğimiz sosyal ve kültürel soysuzlaşmanın temelinde yatan, din ve millet düşmanlığını ortaya koyuyor.

Kültür soysuzlaşması, okumuşların soysuzlaşmasını beraberinde getiriyor ve mânevî değerlerini kaybeden bu cahil okumuşlar, her zaman kafa ve kalemlerini satabiliyorlar. Bugün vatan hainlerinin, millet ve din düşmanlarının hep bu kara cahil, yobaz ve gerici okumuşlar içerisinden çıkması, eğitim-öğretim sistemimizin soy kütüğünün olmayışından kaynaklanmaktadır. Soysuzlaşma, bulaşıcı bir virüstür. İlacı çağlar üstü İslam Nizamı’dır. Soysuzlaşma; şahsiyet kaybıdır, kimlik kaybıdır. Şahsiyet ve kimlik, ancak ve ancak İslam’la kazanılır.

“Bir toplum kendilerindeki iyi özellikleri değiştirmedikçe Allah onlarda olanı değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.