SOSYOLOJİK SİYER- Ümmet Olabilmek

SOSYOLOJİK SİYER- Ümmet Olabilmek

Kavramları bilmek ya da anlamak, kelime ve ıstılah manalarına vakıf olmakla olmuyor. Başka bir ifadeyle ansiklopedik doyurucu tanımlar dahi, anlattığımız kavramı anlamış olmamıza maalesef yetmiyor. Böyle karmaşık gibi görünen giriş yazısı, yıllardır belki de asırlardır özlemini çektiğimiz, manevi yaşam kalitemizi artıracak, neticesinde ahiretimize de direkt tesir edecek olan bir oluşumun özleminden kaynaklanmaktadır.

Bazen ağızımızı doldura doldura kullandığımız kavramlar keşke kavlî olduğu kadar da fiili olarak yürürlükte olsalar. Edebiyatını yaptığımız kadar, eylem olarak da hayatımızda görünseler. “Biz Müslümanlar, Ümmet-i Muhammed” vb. ifadeler aslında şu son dönemde karşılığını görmekte zorlandığımız nitelemeler.

Ayetlerde altmış kadar yerde bulunan, hadislerde de hatırı sayılır rakamda yer alan ümmet kelimesi hayatımızda ne kadar önem taşımakta?

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun” (Âl-i İmrân 3/104) Ne dersiniz, işimize geliyor mu bu ayet?

“Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının (denildi).” (el-Mü’minûn 23/52). Bu mübarek hitap bizi harekete geçiriyor mu mazlumlara destek olmak için?

Sayısal olarak çok kalabalık gözüktüğümüz dünyada her birimiz ne kadar da yalnız ve çaresiziz değil mi?

Her gün yeni mazlum çığlıkları duyacak kadar iman ve insafa sahibiz ama karşı koyacak ne bir birliğimiz ne de cesaretimiz var. Belki de herkes başkasından bir imamlık bekliyor cemaat olabilmek için.

Ya da “İbrahim gerçekten Allah’a itaat eden, tevhid ehli, başlı başına bir ümmetti” (en-Nahl 16/120) ayetini yanlış mı anladık? Yalnız olmak İbrahim (as)’ın tercihi değildi. Sahipsiz bırakmak ya da bırakılmak bir sorumsuzluk içermez mi?

Bizim paramparça oluşumuz bu dünyada olduğu gibi ahirette de kaybettirebilir. Gelin âlemlere rahmet Efendimize kulak verelim;

“Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” (Müslim, Fedâil, 17)

Bizim çalışmamız gerekiyor değil mi? Bir olmak için, birlik olmak için.

Başka bir hadiste, “Bazen uzun (bir kıraat ile) kıldırmak niyetiyle namaza dururum da bir çocuğun ağlamasını işitir ve annesine sıkıntı vermek istemediğim için namazımı kısa tutarım” (Buhârî, Ezân, 65) buyurur bizim yegâne önderimiz. Aslında merhametin tarifini yapar.

Biz neden birbirimize karşı bu kadar acımasız ve düşmanca eleştiriler yapıyoruz? Niye bu kadar yabancılaştık, aynı kıble ehli olan bizler?

Hâlbuki Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Biz (dünyaya) en son gelenleriz; kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız.” (Müslim, Cum’a, 19)

Başa geçme zamanımız gelmedi mi?

Rasulullah Efendimizin müjdesi ahirette başa geçmeyi anlatsa da dünyada da önde olarak insanlığa katkı sağlayabiliriz.

Hak din İslam’ı yaşayarak sadece kendimiz kazanmaz, çevremize de katkı sağlarız. Tebliğin hal ile anlatmak kısmını, belki de en önemli tarafını hayata geçirmiş oluruz.

Müslümanlar olarak insanlığa bakışımız çok daha farklı ve güzeldir. İşte tam bu bakış açısıyla önde olursak sadece mazlum Müslümanlar değil, kendisine uzanacak eli bekleyen mazlum coğrafyalar da huzura kavuşacaktır.

Bugün Kudüs, Gazze başta olmak üzere acı çeken Müslümanların sayısı çoğaldı. Müslümanların sessizliği zalimin cesaretini artırıyor. Hastaneyi bombalayacak kadar ileri gidiyorlar. Bebekleri öldürürken dans edecek kadar duygusuz ve cani düşmanlarımız var. Bir olmazsak yok olacak gibiyiz. Sözün özü ölenler hep bizden, acı hep bizim tarafta.

“Biz nerelerdeyiz.”

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.