SOSYOLOJİK SİYER-Örnek Aile ve Örnek Adalet

SOSYOLOJİK SİYER-Örnek Aile ve Örnek Adalet

İnsanlar vardır, bir özelliği ile herkese güzel bir yol açar ve iz bırakırlar. Çok az insan vardır ki hayatını alıp kendinize tamamen örnekleyebilirsiniz. Bunlar genelde vahyin doğrudan muhatabı olan Rabbimizin terbiyesinden geçen peygamberlerdir. Birde peygamberlerden çok iyi istifade edip onların izini hayat boyu takip eden mübarek insanlar vardır. İşte onlardan bir tanesi de Hz. Ali efendimizdir. Hayatını yazmaya kalktığımızda ciltler dolusu bir külliyatımız olur. Bizler onun hayatından kısa bahisler açmaya devam edeceğiz.*

Hz. Ali ve Mübarek Evlilik

Rasulullah’ın evinde ve elinde büyüyen iki güzide insan hayatlarını birleştirerek sadece kendilerine iyilik yapmadılar. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın izdivacı “mutlu ve huzurlu yuva nasıl olur?” sorusuna cevap arayanlara güzel bir örnektir.

Düğün için Rasulullah aleyhisselam, Hz. Bilâl-i Habeşî’ye “Dört-beş avuç un ekmek yapılsın ve bir deve yavrusu kesilsin!” diye emretmişti. Bilâl-i Habeşî hazretleri der ki: “Ben yemeği getirdim, mübarek elini üstüne vurdu. Sonra sahabiler taife taife gelip yediler, gittiler. O yemekten geri kalan miktar için de dua etti. Bütün hanımlarına birer kâse gönderildi. Ayrıca emretti ki: ‘Hem yesinler, hem de yanlarına gelenlere yedirsinler.’ Evet, böyle mübarek bir evlilikte, elbette böyle bir bereket lazımdır ve vukuu katidir.”1

Birer sene arayla bu mübarek evlilikten Hz. Hasan ve Hüseyin’in dünyaya gelişi, Peygamber Efendimizi çok sevindirdi. Peygamber Efendimiz aleyhisselam, nur torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’i son derece sever, onları omuzlarına alır, taşırdı. Ve haklarında şöyle buyururdu: “Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanımdır.”2 Rasulullah aleyhisselam efendimizin haneyi saadetlerinden sonra en çok huzur bulduğu yuva Hz. Ali’nin evidir desek hata etmiş olmayız.

Hz. Ali ve Hz. Fatıma birbirleriyle çok uyumlu ve birbirlerini tamamlayan bir çift oldular. Maddi olarak çok büyük zorluklar yaşamalarına rağmen sofralarını misafire açmakta çok cömerttiler. Ailece ibadete çok düşkündüler, özellikle nafile orucu çok tutarlardı. Çok nafile namaz kılarlar, kimi zaman iftar edecekleri yiyecekleri olmasa da nafile oruca devam ederlerdi. İlmi ve irfanı hem fert olarak hem de aile olarak yaşayıp bizlere öğrettiler.

Adalette Hz. Ali Farkı

Hz. Ali, adaletin mutlaka yerini bulması çok titiz davranırdı. Makam ve mevkileri ne olursa olsun, hukuk ve hâkim karşısında insanların eşit olduğunu bizzat kendi hayatıyla ispatladı. Mü’minlerin halifesi olduğu hâlde, bir Yahudi’yle muhakeme edilmekten çekinmedi. Şöyle ki: Hz. Ali, Sıffin Savaşı’na giderken yolda zırhını kaybetmişti. Harp bitip Kûfe’ye döndüğünde, zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’ye şöyle dedi: “Bu benim zırhımdır. Onu ne birine sattım ne de hediye ettim.” Yahudi: “Bu benim zırhımdır ve benim elimdedir.” dedi. Hz. Ali, isteseydi zırhı ondan hemen alabilirdi. Fakat kesin olarak kendisi haklı da olsa, meselenin hâkim önünde halledilmesini teklif etti: “O hâlde hâkime gidelim.” dedi. Birlikte hâkime gittiler.

Hâkim, adaletiyle tanınan Kadı Şureyh idi. Hz. Ali huzura girdiğinde, hâkimin yanı başına geçip oturdu ve bu hareketinin sebebi olarak da: “Hasmım Yahudi olmasaydı elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Rasulullah’tan, ‘Allah’ın onları küçülttüğü yerde siz de onları küçültün!’ buyurduğunu işittim.” dedi.

Kâdı Şureyh, Hz. Ali’ye: “Ey mü’minlerin emiri! Aranızdaki mesele nedir?” dedi. Hz. Ali: “Şu Yahudi’nin elindeki zırh benim zırhımdır. Ben onu ne birine sattım ne de hediye ettim.” dedi. Meseleyi anlayan kadı, Hz. Ali’ye: “Bu iddianı ispat edecek delilin var mı?” diye sordu. Hz. Ali: “Evet, var.” dedi: “Hizmetçim Kanber ve oğlum Hasan, bu zırhın benim olduğuna iki şahittir.” Kadı Şureyh: “Oğlun baba için şehadeti caiz değildir.” dedi. Hz. Ali: “Cennet ehli birinin şehadeti nasıl kabul olmaz?! Ben, Rasulullah’ın ‘Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin efendileridir.’ buyurduğunu işittim.” dedi.

Neticede Şureyh, delil yetersizliğinden davayı Yahudi’nin lehine neticelendirdi. Bu büyük adalet karşısında Yahudi daha fazla dayanamadı ve şöyle demekten kendini alamadı: “Mü’minlerin emiri beni hâkime götürdü, kendi tayin ettiği hâkim de kendi aleyhinde hüküm verdi. Ben şehadet ederim ki bu din haktır. Ve yine ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed aleyhisselam da onun Resûl’üdür. Bu zırh senindir. Devenden düşmüştü, ben de almıştım.” Hz. Ali, bu neticeye çok sevindi: “Mademki Müslüman oldun, ben de zırhı sana hediye ediyorum” dedi.3

Halife olduğu halde bu makamı kendi menfaati için kullanmayan ve adaletin tecelli etmesi için çalışan “Allah’ın aslanı” birçok konuda olduğu gibi adalet konusunda da bize en güzel örnek ve önderlerden biridir.

Rabbim bizleri de bu mübarek sahabenin hayatından hisse alarak yaşantısını güzelleştirenlerden eylesin.

Not: Hz. Ali efendimizi yazmaya devam edeceğiz.

*İlk makale geçen sayımızda yayınlanmıştı.

1. Mektûbât, s. 119.

2. Tirmizî, Menâkıb: 31.

3. Kitabü’l-Haraç, 448-460.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.