SOSYOLOJİK SİYER – Kimlere Peygamber Lazım?

İnsanlık tarihi ile yaşıt İslam tarihini şöyle kabaca bir okuyacak olursak, ilk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselam ile başlayan hak ile batılın mücadelesi bitmedi ve kıyamet kopuncaya kadar da devam edecektir.
İsa aleyhisselam, Rabbinin katına yükselince, zaten inananı az olan davasında, tahribat başladı ve din tanınamayacak hale geldi. Kutsal kitap olan İncil ise artık ilahi olma özelliğinden uzaktı ve hidayet rehberi de değildi.
Üzerinde yaşadığımız dünya da cehalet arttıkça, başka bir ifadeyle ilim ve irfan azaldıkça karanlık hatta daha da koyu hale gelir. Rabbini -Allah celle celaluhu- tanıyamayan ya da tanımayan toplumlar ve bireyler, kendilerini terbiye edemeyecek ve yerli yerince kanun koyamayacak rabler edinirler. Düşünmeden iman ettikleri sahte rableri ve ilahları onlara ne fayda ne de zarar verebildi aslında. Onların ne diriltme ne de öldürme özellikleri vardı. Güneşi, ayı, yıldızları ve dünyayı yönetecek güçleri de yoktu. İlahım ya da Rabbimsin demekle iş bitmiyor yani.
İnanç olarak tahribatın dibine vuran insanlık, ahlak olarak da deniz seviyesinin yüz binlerce kilometre altına düşmüştür. Saymakla bitiremeyeceğimiz sapkınlıklardan kurtulmak için kendisinden başka ilah olmayan Rabbimiz Allah celle celaluhu’nun yeryüzüne müdahale etme zamanı gelmişti. Her döneme ve har kavme farklı farklı nebi ve resuller gönderen El-Bâis olan Halik-i Zül Celal, “âlemlere rahmet” ve “en güzel örnek” diye övdüğü son elçisini altı yüz on yılında “oku” emriyle risalet görevine başlattı.
Her türlü sapkınlığın yaşandığı ve insanca yaşamanın zorlaştığı dönemde, hem de kitle iletişim ve ulaşım araçlarının bugüne kıyasla çok zor olduğu bir zamanda, önce Hz. Hatice annemiz geçmişe bir sünger çekerek geleceğe (hem de büyük zorlukların yaşanacağı bir geleceğe) samimiyetle evet dedi. Böylece sadece dünyalık bir kabulü değil, “sonrası senin için öncesinden daha hayırlıdır” ilahi öğretisine uygun olacak bir seçimi yapmıştı annemiz.
Daha sonra Hz. Ali, Zeyd b. Harise ve Hz. Ebu Bekir efendilerimiz de tevhid dininin yaşanması ve yayılmasında Efendimizin yol arkadaşları oldular. İman edenlerin sayısı arttıkça, zalimlerin de zulümleri arttı. Gaye, İslam’ı yaşamak olunca çözüm de Rabbimizden geldi ve hicret kapıları sadece o dönem için değil, bugün dahi gayesi Allah rızası olan, davası İslam olanların ufkunu açtı. Büyük zorluklar karşısında görevini layıkıyla yerine getirip Rabbine kavuşan Efendimiz aleyhisselam’ın rehberliği cehalet diye tarif edilen dönemi asrısaadete çevirdi.
Asrısaadetin manevi atmosferinden uzaklaşan dünya, yine iman problemi ve ahlaki çöküşe geçti. Bugün Müslümanın Müslümana kılıç çektiği, kalemini ve dilini, gıybetle, yalanla ve anlamsız kavgalarla kirlettiğini görüyoruz. Bırakın şüphelilerden sakınmayı, haramın helal sayılarak yendiği ve gerekli kılıflarının da oluşturulduğuna şahid oluyoruz. İslam adına konuşanların sadece konuştuğu, yaşantısının anlattıklarıyla uyuşmadığı hatipler ve yazarlar halk tarafından kabul görür oldu. Hayatımızı değiştiren kavramlarımız sadece içi boşaltılmakla kalmayıp -hâşâ- kötüye yorulur oldu. Davamızın nişanesi olan değerleri, kahrolası modaya kurban verdik.
Peygamberimizin insanları hidayete davet ettiği ortamdan geri kalmayacak ve hatta o ortamı katlayacak şekilde fuhşiyat ve münkerat sardı çevremizi. Halkı Müslüman olan beldelerde adıyla zıt yönlerde giden insanlar azımsanamayacak kadar çok maalesef. Her geçen gün farklı ahlaki problemlerle karşı karşıya kalıyoruz ve çözümler bulmak için de kapısını çalmadığımız psikolog ve pedagog kalmadı. Herkesin dilinden düşmeyen “dünya büyük bir köy oldu” tezi, kötü alışkanlıkların haritasına bakıldığında doğrulanır cinsten. Peki, bu kadar kötüleşen dünyada kimlere peygamber lazım?
Allah azze ve celle kendi elleriyle taşları yontup, onlara heva ve hevesleriyle “ilahlık üfüren” sapkın topluluklara tevhid eri nice İbrahimler gönderdi. Sadece yaşadığı döneme değil, çağlar ötesine dahi iffeti öğretecek, gömleği arkadan yırtılan Hz Yusuf aleyhisselam’ı göndererek namusu, hayâyı ve devlet idaresindeki yeteneği insanlığa Rabbimiz öğretti. Yoldan çıkmada sınır tanımayan azgınlara defalarca uyarıcı elçiler gönderen Allah Teâlâ, Hz Musa aleyhisselam’ı vazifelendirerek hilebazların hilelerini yutturacak mucizelerle tarihe eşsiz bir not düştü.
Her türlü yeryüzü sapkınlığına karşı, kimi zaman bir resul, çoğu zaman da bir nebi görevlendirerek dünyanın yegâne yöneticisinin kendisi olduğunu net bir şekilde ortaya koyan Rabbimiz, kullarına düşen vazifenin de her daim peygamberlere itaat olduğunun altını defalarca ve unutulmaması gereken kalın çizgilerle çizmiştir.
Cehalet asrına ve o dönemin düşmüşlerine, çölleşen maneviyat iklimine ne kadar rahmet yağmuru lazımsa, bugünün kaybolan insanlığına ve kararan yüreklerine de o denli ihtiyaçtır nebevi rehberlik. Herkesin çok şeyi bildiği fakat ilminin ne kendine ne de başkasına fayda sağlamadığı bir zamanı yaşıyoruz. Örnekliğini ve önderliğini yazmakla bitiremeyeceğimiz peygamberimizi rehber kabul edip, yaşadığımız dönemin sorunlarını çözecek merci olarak görmez, hayatımıza müdahale etmesine müsaade etmez, O’nu şahid, beşir ve nezir olarak hayatımızda diri tutmazsak bırakın dünya hayatında başarılı olmayı ve yeryüzüne davamızın hâkim olmasını, aile içi kavgalardan dahi kurtulamayız.
“Allah’ın elini (yönetimini) dünyadan çekti” diyen insan evladı, sana peygamber lazım.
“Ahiret, hesap, cennet ve cehennem yok” diyen veya yokmuş gibi yaşayan, akıllı ve irade sahibi olan varlık, sana da peygamber lazım.
Ahlakı, ahlaksızda arayacak kadar beynini iptal eden entelektüel cahiller, sizlere de peygamber lazım.
Her konuşmasında Kur’an ve sünnete atıflar yaparak ifadelerini zenginleştiren ama Kopenhag kriterleriyle hayatını idame ettiren ehl-i kıble bizlere de peygamber lazım. Hem de en canlısından.
Kimlere peygamber lazım sorusunu baz alarak maddeleri çoğaltabiliriz.
Kimlere peygamber lazım değil ki?
İnsan genel adını alarak kıyamete kadar cihan içerisinde nefes alıp verecek olan herkesin önderi, rehberi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir.