SOSYOLOJİK SİYER – Eğitimin Önündeki Engeller

Üzerinde en çok kafa yorulan, yazı yazılan alanlardan bir tanesi de -belki de birincisi- eğitim sahasıdır. Bu alan öylesine büyük bir alan ki, en alttaki en üsttekini hiç görmüyor, göremiyor. Eğitim alanında her zamankinden daha büyük gayretler varken bu çabaların sonuca yansımadığı konusunda kamuoyundan çok fazla tenkit duymakta ve şahit olmaktayız. O zaman işin içinde iş var deyimi gündeme geliyor. Eğitim aynı zamanda yanlışları doğru yapmanın merkezidir. Biz bu yazımızda eğitimin önündeki engellerden bahsetmeye gayret edeceğiz.
1- Yetişmemiş Eğitimciler
Bu maddeyi yazınca başka bir maddeyi yazmaya gerek yok mukabilinden bir giriş oldu gibi. Hatta eski Milli Eğitim Bakanlarından bir zatın; Öğretmenler ve Öğrenciler olmasa eğitimde sorunumuz yok demesine benzetilebilir cümlemiz. Evet, eğer neslimizi ve geleceğimizi yetiştirmeye gayret ediyoruz diyorsak ya da eğitim, birinci önceliğimizdir diye konuşuyorsak, ilk işimiz eğitimcilerin kaliteli yetişmesini sağlamak olmalıdır. Bu işe başlangıç noktamız, zannedildiği gibi anaokulu, ilkokul ve ortaokul sıralaması değildir. Önce eğitimci yetiştirdiğini iddia eden eğitim fakülteleri ve kürsülerini dolduramayan zevattan başlamak gerekir. (Dersinin ve makamının hakkını verenlerin ellerinden saygıyla öperiz.) Eğitim fakültelerinde kalem ve kelam sahibi hocalar, hayat öyküleri ya da siyasi analizlerini sunmaktan önce insan yetiştirmeye önem ve özen göstermeliler.
2- Bilinçsiz Anne-Babalar
Eğitimin, insan yetiştirmenin başlangıç noktası aile ocağıdır tezi kabul görmüş bir karinedir. Teorisi ve pratiğiyle anne-baba, çocuklarının ilk öğretmenleridir. İşte bu eğitimcilikleri de bilinçli ve donanımlı olmalı ki, çocuklarımızın defolu bir eğitim başlangıcı olmasın. Eğitim fakültesi bitirmeyenlerin sınıflara girip ders anlatamadığı dünyada, anne babalık eğitimi almamışlara çocuk teslim etmek ne derece doğrudur? Eskiler, sınıf oluşturmadan çocuklarına hem ilim hem de irfanı ellerinden geldiğince öğrettiler. İlim ve hikmet ehline en çok ihtiyaç duyulan yer, anne baba okullarıdır. Deneme yanılma yöntemleriyle ya da ne idiği belli olmayan Batı prensiplerini televizyon ve internetten görerek, birkaç tane de bize uymayacak fikir önlüklerini giyerek öğretmen (anne- baba) olunmaz.
3- Anlamsız ve Yoğun Ders Programı
İlkokul, ortaokul ve lise, tam on iki güzel yıl demek. Altı yaşından on sekiz yaşına kadar belki de insan hayatının en enerjik yılları okul sıralarında geçiyor.
Bu güzel dönemi yavrularımızın istifade edeceği bir hale getirmek zorundayız. Ders ve tatil günlerini azaltıp, dolgu malzemesi olarak görülen dersleri kaldırarak çocuklarımızın geleceğine katkı sağlayabiliriz. İlkokulda temel ahlak ilkeleri uygulayarak üretilmeli, özellikle okuma yazma sosyal hayat ve matematiğin giriş kısmı çocuklarımıza inceden inceye öğretilmeli.
Çok yoğun bir ders programı yerine, sosyal ve manevi içeriklerle donatılmış bir eğitim müfredatıyla ilkokul çağındaki yavrularımızın daha verimli bir eğitim yapacakları hakikattir. Daha oyun yaşlarındaki çocuklarımıza çok yoğun ders programı ve sık sınav temposu yerine, daha çok spor, el becerileri, akıl-zekâ oyunları ve manevi programlar daha verimli ve eğitici olacaktır.
Özellikle 3. sınıftan itibaren çocuklarımızın yeteneklerini de keşfederek yönlendirmeler yapabiliriz.
Ortaokul yıllarında ise bir dönemde en fazla altı ders olmalı ve kapsamlı bir şekilde okutulmalı, malumat sahibi olmak yerine dersi kavraması hedeflenmelidir.
Yılda en fazla 2 ay tatilin yapıldığı bir eğitim sistemi ile üçer yılda ilkokul ortaokul ve lise tamamlanır.
Çocuklarımız on beş-on altı yaşlarında mesleğe kavuşurlar ya da eğitim güzergâhları netleşir.
Gençlerimizin yetenekli oldukları alanlarda yetiştirilmesi ve istihdamı onları mahir ederken ülkemizi de istikbale taşıyacak önemli bir adım olacaktır.
Uzun, zorunlu ve çok malumat sahibi yapan, tatilli bol olan eğitim sisteminden daha ciddi ve çalışkanların kazanacağı eğitim sistemine geçmeliyiz.
Selam ve dua ile.