Sosyal Medyada Kırılan Mahremiyet Algımız

Mahremiyet, bir insanın hayatında kendisine ait olan ve başkasının bu alana girmesine müsaade etmediği sınırın adıdır. Bu sınır hiçbir ihlal kabul etmediği gibi insanı da diğer canlılardan ayıran en nadide özelliklerinden birisidir. Çünkü insan yaratılış itibariyle kıymetli ve özel kılınmıştır. Bu sebeple milyarlarca insan birbirinden farklı yaratıldı. Kimse bir diğeri olmadığı gibi herkes kendi içerisinde bir âlemi sakladı. Her insan kendi içinde dışarıya mahrem bir sırdı. Gizlisi vardı, kendine sakladıkları; edep ve hayâsı vardı. Maalesef son yirmi yılda dünya daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde değişti. Önceleri bir asra varan süre zarfında değişen toplum ve kültür yapısı şimdilerde her üç beş yılda bir değişmekte buna mukabil nesiller arasında kimlik ve kültür sorunlarını ortaya çıkmaktadır.
Şüphesiz bu problemin tam merkezinde gelişen teknoloji, internet ve sosyal medya bulunmaktaydı. Kimse ne olduğunu anlamadan girdiler hayatımıza, hızlı gelişen bu süreçte ne kadim kültürümüzden ne de büyüklerimizin engin tecrübelerinden istifade edebildik. Onlar da bilmiyorlardı ne olduğunu ve ne gibi sonuçlar doğuracağını.
İnsanoğlu hayatın doğal sürecinde çok dikkat ederdi mahremine… Çatısı örtük, kapıları kapalı, pencereleri perdeli idi. Ar ederdi pişen yemeğin komşuya kokmasından, başkasına ifşa olmasından. Olurda giderse diye kokusu hayâ eder, ikram ederdi canı gönülden.
Peki, sonra ne oldu, neden yarışa girdi insanlar; evlerinin içini göstermek için, neden her yıl eşya değiştirir oldu toplum, kiminle ne için yarışıyorduk? İçerisi görünmesin diye örttüğümüz kapıları, çektiğimiz perdeleri niçin kendi ellerimizle açtık? Bedenimizi teşhir etmekten, yediğimiz ve içtiğimizi paylaşmaktan nasıl zevk alır olduk? Günah diye konuşmadığımız dedikoduları, komşum üzülür diye söylenmeyen sözleri niçin her ortamda izhar eder olduk?
Keskin çizgilerle çizdiğimiz, mahrem dediğimiz sınırlarımız niçin kendi ellerimizle yerle bir edilmişti? Gerçek olmayan bir dünya için niçin gerçeklerimiz yem edilmişti. Aile mahremiyetimiz niçin beş para etmez insanlara peşkeş çekilmişti. İşte bunların tam merkezinde sosyal medya da kırılan mahremiyet algımız yatmaktadır. Oysa haramlar değişmemiş, kültürümüz yozlaşmamıştı. Sıcak suya konulan ve yavaşça ısıtılan bir kurbağa hikâyesi idi bu, sen farkına varmadan ecnebileşmenin, mankutlaşmanın adı idi bu.
Müslümana düşen vazife ise şartlar ve koşullar ne olursa olsun ümitsizliğe düşmemektir. Elimizde bulunan ve hayatımızın sınırlarını çizen Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılmalı, kadim medeniyetimizin izleri olan kültürümüze sahip çıkılmalıdır. Bir Müslüman olarak internetin fıkhı, sosyal medyanın ahlakı gündem edilmelidir. Hızla gelişen bu teknoloji çağına Müslümanlar yön vermeli; evlatlarımız ve geleceğimiz hiçbir kutsalı ve ahlakı olmayan, paranın ve şöhretin hegemonyasına kurban edilmemelidir.