Sorun Kimde?

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından endişeleniyor ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için doktorunu aramış ve doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmek için basit bir yöntem önermiş. “Yapacağın şey şu; karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle ; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla; sonra 20 adım… cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla.”
O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işe koyulmuş.
40 adım uzaklıktan karısına normal konuşma tonuyla seslenmiş “hayatım bu akşam yemekte ne var?” cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış ve soruyu tekrarlamış “hayatım bu akşam yemekte ne var?” gene cevap yok.
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş “hayatım bu akşam yemekte ne var?” hala cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış; “hayatım bu akşam yemekte ne var?” gene cevap alamamış. Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve “hayatım bu akşam yemekte ne var?”, “hayatım 5. kez söylüyorum; tavuk.”
İnsanoğlu genellikle bir sorun yaşadığında hatayı, eksikliği, kusuru önce başkalarında aramak eğilimindedir. Olaylara bu gözle bakıldığı için de herkes kendini haklı çıkaracak delil, gerekçe ve neden bulmada da pek zorlanmaz. Bu gerekçelere de tabi ki en çok kendileri inanır ve olayları kendi yönlerinden değerlendiririler.
Bir olayda her iki tarafın da haklılığını ortaya koyan deliller bulunabilir. Bazen insan tamamen haklı da olabilir. Her ne şekilde oldursa olsun bir müslüman için bu gibi durumlarda takınabileceği tavır gerçekte aynıdır. İslam ahlakı müslümana, hangi durumlarda nasıl davranması gerektiği ile ilgili temel ilke ve prensipleri bazen Kur’an’da bazen de Hz. Peygamberin sünnetinde ortaya koymuştur. Hak ve adalet duygusu, doğruluk ve düsrütlük, gerçeğe ulaşma gayesi gibi değer ve yönelişler, müslümana nasıl bir tavır ve yaklaşım sergilemesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu gibi durumlarda müslüman tamamen Kur’an ahlakı ile ahlaklanmalı, tevazu ve hoşgörü ile olaylara ve kişilere yaklaşabilmelidir. Böyle zamanlarda suçlayıcı üslup, kızgınca tavır, rencide etme yerine; “ben unutmuş olabilirim”, “yanlış hatırlıyor olabilirim”, “farketmemiş olabilirim” gibi söz ve davranışlarla hatayı kendinde arayarak başlamak, karşı tarafı rahatlatmak ve bununla birlikte kendi düşünce ve tavırları üzerinde tekrar düşünmeye yöneltmek, nefsî yaklaşımların öne çıkmasını baştan engellemek, bir müslümanın tavrı olmalıdır.
Müslüman haklı dahi olsa nazik uslubundan, kibar tutumundan ve samimiyetinden ödün vermeden karsındakini hor ve hakir görmeden, onu ezmeyi düşünmeden, incitmeden olaylara bakabilmeli; doğruya yönelmeli ve yöneltebilmelidir.
Ben haklıyım diyerek tartışmaktansa Kur’an ahlakı ile durumu değerlendirerek olaylara bakmak Rabbimin hoşuna giden bir durumdur. “Kullarıma sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra suresi 53) ayetinde insanı şeytanın ara bozuculuğu için uyaran Rabbim Fussilet suresinde şöyle buyuruyor: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen en güzel bir tarzda kötülüğü uzaklaştır, o zaman görürsün ki seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dostun oluvermiş”. Kur’an, müslümanları her zaman itidalli ve iyi niyetle, iyilikle davranmaya sevk eder.
Öte yandan Kur’an bir topluluğa duyduğumuz kin ve öfkenin, o topluma adaletli, insaflı ve ölçülü davranmamıza engel olmaması gerektiğini hatırlatır. Kin ve öfke, düşmanlık ve çekişmenin işaretleridir. Kur’an, özellikle müslümanlar arasında düşmanlık ve çekişmeyi yasaklarken bunun aksine, eleştiriken bile adaleti elden bırakmamayı emrediyor. Demek ki birilerine öfkeli olmak, onlara yöneltilen her eleştirinin doğru olduğu ya da haklı olunduğu anlamına gelmemektedir. Kaldı ki müslüman, olaylara hak ve adalet duygusu ile yaklaşmalı, insaflı davranabilmeli ve amacının bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olduğunu kendisi unutmadığı gibi herkese de göstermelidir.
Ayrıca bir haber alınmışsa, bir bilgi öğrenilmişse haber kaynağının ya da bilginin sağlam olması gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hucurat suresi 6. ayette müminler şöyle öğütlenir: “Ey iman edenler eğer fasıkın birisi size bir haber getirirse onu iyice araştırın. Aksi takdirde bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de yaptığınıza pişman olursunuz.” Demek ki haberi getiren kişinin kötü niyetle söyledikleri bizi yanlış yollara, davranışlara yönlendirerek hata yapmamıza, sonradan pişmanlık duyacağımız şeyler yapmamıza neden olabilir.
Şirazlı Sadi’nin Bostan adlı eserinde anlatılan şu hikayede de Kur’an’ın tavsiyesine uygun bir ana fikir çıkar:
Bir sabah adamın biri padişahın huzuruna çıkmış. Padişaha dualar edip el etek öptükten sonra, vezirin aslında padişaha düşman olduğunu, bütün askerlere gizlice para verdiğini, padişah öldükten sonra parayı geri almayı şart koştuğunu söylemiş. Padişah da veziri huzuruna çağırtarak neden böyle dost gibi davranarak aslında düşmanlık yaptığını sormuş. Vezir bütün saygısıyla padişahı selamladıktan sonra, ordu mensuplarına parayı padişahın ölümünden sonra geri alma şartı ile verdiğini; böylece, bu kişilerin parayı geç vermek için padişahın ömrünün uzun olması için dua edeceklerini söylemiş. Vezirinin sözleri hoşuna giden padişah veziri terfi ettirmiş.
Burada bir fitne karşısında padişahın akl-ı selim hareketi ile gerçek anlaşılmıştır. Zira padişah işin aslını öğrenmek için soğukkanlılığını korumuş ve veziri de dinleyerek gerçeği ortaya çıkarmıştır.Bu hikayeden yola çıkarak gerçek hayatta daima olayların dış görünüşüne bakarak hareket etmek yerine karşı tarafı dinlemeyi ve onların gözü ile olayları değerlendirebilmek hem kendi hem de toplum açısından çok daha faydalıdır diyebiliriz.