Sorsan “Herkes” İyidir. O Yüzden Sormadan Yazdık

“İyilik yap, sosyal medyaya at. Balık ta bilsin halk ta bilsin. Halik o noktada çok ta umurda gözükmüyor nedense.” Diyerek sitemkâr ve eleştirel bir yazıya girmek üzereydim ki, eleştireceğim kesimin alacağı dersten ziyade eleştirilecek hale gelmeden, gelme potansiyeli taşıyan her güzel insan, topluluk, kurum, dernek, vakıf vs… için olumlu bir yazıya başlamak istedim.
İyilik! Nedir bu iyilik kardeşim? Ne sağlar bize? Topluma ne yararı var? Yaparken dikkat edilmesi gereken hususları var mıdır? Karşılık beklemeden yapılan yardım mıdır, iyilik? Yoksa karşılık bekleyerek yapılan yardımlarda iyilikten sayılır mı? Allah katında yapılan yardımın en makbulü nasıl olur?
Çok sıradan gözükse de “iyilik nedir?” sorusu gerçekten önemlidir. Şüphesiz iyilik üzerine yazılmış ve dile getirilmiş binlerce yazı ve söz vardır. Birçoğu “iyiliğin iyi” olduğunu ya da “iyilik bizi kurtaracak” savıyla düşünse de birçok kişinin algısı da “iyilikten maraz doğar” ya da “ iyiler her zaman kaybeder” yaklaşımına dönüşmüştür.
Kullanıldığı yere göre anlamında çeşitlenmeler olsa da “iyi” kelimesi genel itibariyle değeri ve değerli olmayı bize anlatır. Örneğin, “iyi soru” dediğimizde sorunun diğer sorulara kıyasla kalitesinin artmış olduğunu, “iyi araba” dediğimizde o aracın işlevlerini diğerlerine kıyasla yerine getirme fonksiyonunun daha fazla olduğunu vurgularız. İyilik kelimesi ise sözlükte ayrı, felsefede ayrı, tasavvufta ayrı, kültürlerde ayrı tanımlansa da özü itibariyle “karşılık beklemeden yapılan değerli eylemler bütünüdür.”
Cemil Meriç’in dediği gibi: “iyilik eden karşılık bekliyorsa tefecidir.” İyilik ticari bir eylem değildir. İyilik ödünç verme müessesi değildir. İyilik tarihi geldiğinde iyiliğe muhatap olan tarafından ödenecek çek, senet veya zamanı geldiğinde düğüne takılan takı gibi sıra sana geldiğinde takılmasını beklediğin çeyrek altın da değildir.
İyiliğin tanımlarını başka tanımlar üzerinden yapmaya çalışalım o halde. Nedir iyilik? İyilik “îsar”dır. Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme” manasına gelen îsar ahlâk terimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir.
Ebu Hureyre r anh’den nakledilen rivayete göre: “Bir gün Hz. Peygamber aleyhisselamın huzuruna bir adam geldi. Açlıktan takatinin kesildiğini söyledi. Rasulullah Efendimiz, hanımlarına bu adama bir şeyler vermeleri için haber gönderdi. Hanımları, evlerinde sudan başka bir şey bulunmadığını söyleyince Resul-i Ekrem aleyhisselam “Bu gece bu adamı kim misafir edecek?” dedi.
Bunun üzerine Ensâr’dan biri: (Ebu Talha olduğu rivayet edilmektedir) “Ya Rasulallah, ben misafir ederim” dedi ve misafiri evine götürdü.
Ebu Talha, hanımına evde yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sordu. Hanımı da yalnız çocukların yiyeceği kadar bir şey bulunduğunu söyledi.
O da: “Öyleyse onları bir şeyle avut, sofraya gelmek isterlerse uyut. Misafirimiz eve gelince lambayı söndür, ona kendimizi de yiyormuş gibi gösterelim” dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu. Kendileri karanlıkta yiyormuş gibi davrandılar, kaşıklarını sofraya boş uzatıp, geriye boş çevirdiler ve aç yattılar… Sabah olunca Ebu Talha, Peygamberimiz aleyhisselamın yanına gitti. Rasulullah ona: “Bu gece misafirinize karşı yaptığınız davranıştan Allah razı oldu.” buyurdu. Riyâzü’s-Salihîn, Buhari ve Müslim gibi önemli hadis kaynakları Haşir Suresi’nin 9. Ayetinin bu olay üzerine nazil olduğunu yazmaktadırlar.
Müslümanların îsar ruhunu gösteren Haşr suresi 9. ayette, Hz. Peygamber ve diğer muhacirlerin mal varlıklarını Mekke’de bırakarak Medine’ye göç etmek zorunda kaldıkları zaman, onları şefkatle kucaklayıp mal varlıklarını onlarla paylaşmaktan çekinmeyen Medineli Müslümanlar (Ensar) övgüyle anılmaktadır. Bu ayette, Ensar’ın şahsında Müslüman toplumun bazı temel manevi ve ahlaki özelliklerine temas edilmektedir. “Müslümanlar öncelikle imanı gönüllerine yerleştirmiş, zor durumda kalan kardeşlerini severler, kıskançlık duymazlar, ihtiyaç içinde olsalar dahi diğerlerini kendilerine tercih ederler ve şahsi menfaatlerinden, zevklerinden fedakârlıkta bulunurlar. Ayetin sonunda ise, nefsinin cimrilik eğilimlerinden kendini koruyabilenlere ebedi kurtuluşu kazanacakları müjdelenirken, dolaylı olarak îsarın bu yöndeki psikolojik etkisine de işaret edilmektedir.” (Kurtubî, XVIII, 27).
Tabi olaya şöyle bir yorum katmakta fayda var. Başkalarına yardım edip kendimizi sıkıntıya düşürecek miyiz? Çoğunluğun görüşüne göre eğer sıkıntılara sabredecek yapıdaysak îsar, sıkıntılardan şikâyet edip başkalarına el açmak zorunda kalacaklar için imsak (malına sahip olmak) daha hayırlıdır.
İyilik nedir? İyilik karz-ı hasen’dir. Kelime manası olarak “güzel borç” anlamına gelen ve Kur’anî bir terim olan “karz-ı hasen”, kişinin herhangi bir çıkar gözetmeden, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek verdiği borçtur. “Kim Allah’a güzel bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah’tır ve O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara, 245)
Kutsi hadislerden öğrendiğimize göre, Allah Teâlâ’nın rızasının bulunduğu her yerde, kendisi bulunuyormuş gibi bir ifade kullanarak kullarını hayırlı işlere, güzel davranışlara, yardımlaşma ve dayanışmaya teşvik ettiği bilinmektedir. Bu nedenle, hasta ziyaret etmek gibi iyi davranışlarda bulunmak, kendini ziyaret etmek gibi sevaplı işler yapmakla eşdeğerdir. Ayrıca, bir aç kişiyi doyurmak, kendini doyurmakla eşdeğerdir. (Müslim, Birr, 43)
Tabi ben bunları yazıyorum iç geçire geçire… Siz okuyorsunuz içten içe okeyleyip kafanızı sallayarak. Bir insanın sıkıntısını gidermekte nedir Allah’a verdiğimiz borç. İhtiyaç olduğunda başkaları için ayırdığımız zaman infakı ne kadardır? İhtiyaç hâsıl olduğunda bir kardeşimizin borcu için karz-ı hasen geliyor mu hatırımıza? Allah için sana veriyorum kardeşim diyen kaçımız kaldı bu dünyada? Yoksa her birimiz “Enflasyonist Müslüman” olma yolunda mı ilerliyoruz? Bırak karz-ı haseni borç olarak bile yardımda bulunmaktan uzak hale mi geldik? İkinci evi almanın, aracın modelini yenilemenin, bağ evi almanın, daha olmayan çocukları için sıra sıra ev almanın, extra extra yatırımlık daireler, arsalar peşine düşmüş de olabilir miyiz acaba?
Almayalım mı? Alalım elbet. Müslümanlara nahoş bir yaşamı reva gören yaklaşımı benimsemiyorum tabi ki. Fakat mal edinme hırsı, bizleri İslami kavramlardan ve hassasiyetlerden uzaklaştırıyor mu? Dönüp bunlara bakarak kendimizi bir çek edelim. Yoksa güçlü Müslüman daha efdaldir bu konuda hemfikiriz. Lakin gücü yalnızca ekonomik anlamda algılayan Müslüman ulaşmak istediğimiz yerden çok uzakta demektir. Buna günümüz kapitalist dünyasının çanak tuttuğu barizdir elbette ama Müslüman kendisini kapitalist sistemlere kaptırmayan kendi sistemi ve düşünce tarzı olan kendi gündemi olan kişi demek değil midir?
Ne var ki kapitalizm iyi yürekliler için tasarlanmış bir sistem değil. Profesör Doktor Kemal Sayar’ın dediği gibi: Günümüzde “girişim kültürü” aşırı çalışma, endişe ve yalnızlaşmayla at başı gidiyor. Bu hengâmede, koşturmacada ve kazanma telaşında insan iyi olmak kavramını unutuyor. Sizce neler kaybettiriyor bize bu unutuş?
“Kapital sistemde iyilik yapmak işletme maliyetini arttırır” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan ne kadar doğru söylemiş değil mi? İyilik size kapital düzende sadece zaman kaybı yaratır ve bu sistemde ekonomik girdi elde ettirmeyen her uğraş gereksiz bir eylem olarak karşınıza çıkar.
Kavramlarla anlatmaya çalıştığımız iyilik nasıl meydana gelir? İyiliği yapan, iyilik yapılan ve iyiliği kabul edenin yani üç tarafın da rızasının olması ile iyilik olur. Rızasız yapılan eylemler iyilik olarak görülmezler. Allah’ın razı olmadığı eylem ise iyilikten çok nefis tatmini olabilir. Allah rızası olmayan iyilik: Afrika’da akbaba tarafından minicik bir çocuğun yenilmesini göz göre göre çeken fotoğrafçı “Kevin Carter” in yaptığı gibi olacaktır. Hatta kendisine bu alanda ödüllerde verilmişti. Fotoğraf dalı için iyilik gibi görülmüştü. Fakat tamamen gösteriş ve öne çıkma arzusundan başka bir şey değildi. Nihayetinde Kevin Carter intihar etti. Allah razı olmadı. Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara, 264).
Makbul bir iyilik, ebter değil veluttur; kendisi ile bitmez, başka iyiliklere vesile olur. İyiliği bir akım haline getirmek, iyiliği bulaşıcı bir erdem haline getirmek, iyiliği toplumsal bir gereksinim ve bir görev şuuruyla aşılamak her bir insanın görevi olmalıdır.
Zekeriya Erdim’in dediği gibi, zaman zaman; “ihtiyaç sahibine hayır demek” ile “istismarcının tezgâhına gelmek” arasında bocalıyoruz. Bakara suresi 273. ayette yapılan tarifi, tanımı hatırlayıp; “yüzsüzlük edenler” ile “onurlarından dolayı hallerini belli etmeyenler ve yüzlerinden anlaşılması gerekenler” arasındaki farkı anlamaya, kavramaya çalışıyoruz.
Peki, yazımızın ana teması olan kimlere nasıl yardım edelim kısmına gelecek olursak. Bunu Kur’an bizlere izah ediyor aslında. Anneye, babaya, komşuya, akrabaya, dosta, arkadaşa, yetime, yoksula, yolcuya, borçluya, engelliye, hastaya, bir de kendilerini Allah yolunda fikren ve fiilen cihat etmeye adadıkları için ihtiyaçlarını karşılamakta zorlananlara; sosyal, psikolojik, fiziki, ekonomik olarak “iyilik ve yardım” yapacağız. Üstelik bu halimizi ve tavrımızı, “varlıkta da darlıkta da” kesintisiz devam ettirenlerden olacağız.
Verdiği ekmeği, uzattığı dalı, hayırda bulunduğu gıdayı, örttüğü elbiseyi, ısıttığı aşı, ayırdığı zamanı kare kare fotoğraflayıp reklamını yapanlar (kişi, kurum vb…) konusunda fıkhi anlamda söz söyleyecek hadde sahip değilim. Ama son söz olarak şöyle bitirebilme haddine sahibim:
İyilik yapar gibi görünmeyin, iyilik yapın, görünmeyin!