Son Çeyrekte Neler Oldu?

Son çeyrek asırda hayatımızda, ailemizde neler değişti? O günlerden evimde ve ailemde hatırladıklarım: Üçkardeş oturma odasında yatardık, odamıza ancak iki divan sığıyordu, onlarda da kardeşlerim yatardı. Bana da yer minderinde yatmak düşerdi tabii, ablayız ya! Kıyafetlerimizi divanların altındaki selelere koyardık. Her çocuğun bir selesi olurdu ve tüm kıyafetlerimiz bir seleye sığardı. Gezmeye giderken hep aynı bir-iki kıyafeti giyerdik de, bundan ne sıkılır ne de utanırdık. Bu çok normaldi çünkü herkes böyleydi. Evlerimiz genelde iki üç odalı ve sobalıydı. Misafir odamızdaki koltuk takımımız, vitrinimiz taa annemler evlendiğinde alınmıştı. Evimize en yakın okul hangisiyse (ki bazen çok da yakın olmazdı) ona mahalledeki arkadaşlarımızla yürüyerek gider gelirdik. Servise binip de şehrin öbür ucundaki okula gitmek diye bir kavram yoktu henüz. Mutfak alış-verişimizi mahalle bakkalından-kantininden ihtiyacımız kadar yapardık…
Bu günlerde ise ağladığında susturamadığımız çocuklarımızı süper marketlere götürüp sakinleştirir olduk. Bunalınca A.V.M.’lerde alıyoruz soluğu rahatlamak için. Önceden lüks sayılan dört odalı evler yetmiyor artık bize. ‘4+1’, ‘5+1’ evlerde oturmak istiyoruz. Dört beş yılda bir mobilyaları değiştirelim, sonra onlara uygun perdeler halılar… Gardıroplarımız tıka basa doluyken, sırf bıktığımız için yenilerini alalım. Çocuklarımızın her birinin birer odası olsun, yetmedi içinde giyinme odası, aman bir de banyosu olsun. Sonra da tabii bunların işini tutmaya can dayanmaz: ‘Yetiş temizlikçi kadın yardımaa!’ Tabi ki yavrucaklarımızın ellerinde tabletler, bilmem kaç inç dokunmatik telefonlar, bilmem hangi marka kıyafetler, ayakkabılar… ‘Almazsak olmaz, arkadaşının yanında küçük düşer.’ Ama yavrular hala mutlu değil. Çünkü ‘Bunların hepsi zaten arkadaşlarında var.’ Bunları almak bizim asli vazifemiz değil!
Biricik evlatlarımızın okuluna, öğretmenine, derslerine verdiğimiz önemi, yemesine, içmesine, giymesine gösterdiğimiz titizliği, namazına, orucuna, manevi yönden doyumuna vermiyoruz maalesef. Onları televizyon ve internetin bakıcılığına bırakmak daha kolay gelir oldu bize. Okuldan geldiklerinde ‘Aman gürültü olmasın, ortada gezmesinler, herkes odasına çekilsin, bizim kafamız rahat etsin…’ diye sosyal medyanın pençesinde yalnızlaştırdık onları. Çocuklarımız yalnızlaşırken aslında biz de yalnızlaştık, bireyselleştik, ailece yapılması gereken işlerden zevk alamaz olduk. İnterneti telefon, televizyon olmasa sırf çocuklar değil, biz de zaman nasıl geçer bilmeyeceğiz galiba eskiden ayağını yorganına göre uzatmak, kanaat, şükür, makbul meziyetler iken, şimdi bizden kat kat zenginler gibi yiyip, içip, giyerek birilerine bir şeyler kanıtlıyoruz sanki. Çocuklarımızı hayırlı evlatlar olarak yetiştirmek istiyorsak eğer, önce kendi hatalarımızı görmeli, karakterlerimizi güzelleştirmeliyiz. Önce kendimiz kanaat, dürüstlük, şükür, incelik ve mertlik peşinde koşmalıyız ki onlara da sözümüz olsun.