“SİZE NE OLUYOR? NE BİÇİM HÜKÜM VERİYORSUNUZ?”

İnananlar için âlemlerin Rabbi “Allah” celle celaluhudur. Bildiğimiz ve bilemediğimiz alemlerdeki her şey O’nundur. Mülk O’nundur. Hüküm de O’nundur. Onun mülkünde malik olma iddiası, O’nun mülkünde hâkim olma iddiası abesle iştigaldir İlahî haberler insanlık tarihinde bu iddia sahiplerinin, Firavunların, Nemrutların, Karunların, Ebu Leheblerin hazin sonlarıyla doludur.
Yüzyıllarca ilahî mesajla yoğrulmuş Kur’an ve Sünneti hayat ölçüsü kabul etmiş bu toprakların insanları, bilmem kaç göbek ötesi âlim, fazıl, muttaki, mücahit insanların torunları hiç mi tarihini araştırmaz? Hiç mi aklını kullanmaz? Hiç mi ibret almaz? İnsan deneme yanılmaya ne kadar meraklıdır. Hakikat apaçık ortada iken, acı tecrübelerle burnu sürtülerek aklının başına gelmesine ne kadar meraklı? Asırlarca yetmiş iki buçuk milleti ilahî ve nebevî değerlerle dinine, diline, rengine, ırkına bakmadan hak ve hukukuna riayet ederek, insan onur ve şerefini koruyarak insanca yaşama ortamı hazırlayan yöneticilerin müracaat kaynağı, ilahî ve nebevî ahkâmdır. Rabbimiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin şahsında tüm yönetici ve Müslümanları uyararak:
“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma…
Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” (Mâide 48) buyurmaktadır.
Allaha gönül vermiş samimi Müslümanların, nefsî ve indî mütalaalarla “şöyle de olsa olacak böyle de olsa olacak” meseleleri, “olmazsa olmaz” mesele haline getirip birbirlerini yiyecekleri yerde; ilahi ve nebevi hedeflere ulaşmak için gayret ve çaba sarf edip, bu uğurda yarışmaları gerekmektedir. İhtilaflar ayrılıktan başka bir şey getirmez. Allah ve Rasulüne havale edilmedikçe de asla çözülemez. Nitekim Rabbimiz, “ayrılığa düştüğünüz şeylerin gerçek yüzünü bana döndüğünüzde size haber vereceğim” buyuruyor.
“(Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” (Mâide 49)
Rabbimizin, Rasulüne talimatı; Allah’ın indirdiğiyle, yani Kur’anla hükmet! Sakın onların arzularına kulak verme! Sana indirilen hükümlerin bir kısmından bile seni saptırmalarına müsaade etme. Eğer Allah’ın hükümlerinden yüz çevirirlerse Allah günahlarının bir kısmını bu dünyada onların başına değişik semavî ve arazî felaketlerle fitne-fesat, anarşi, katliam, esaret, istila, sel ve depremlerle bela eder. Hala ilahî uyarılara kulak vermez, yoldan çıkarlarsa ebedî hayatlarını da mahvederler.
Allah celle celaluhunun hükmüyle hükmetmeyen de, o hükme razı olmayan da, kim olursa olsun iki cihanda mahvolmuş demektir.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin vefatından sonra onun ilk halifesi olma şerefine nail olan Hz. Ebubekir radıyallahu anh irtidat olayları ile karşılaştı. İslam’ı tam anlayıp kavrayamamış bazı kabileler, “Biz namaz kılar, oruç tutar, hacca gideriz. Fakat zekat vermeyiz.” dediler. Ebubekir radıyallahu anh onlar üzerine ordu hazırlattı. Hz. Ömer radıyallahu anh itiraz ederek “Ya Ebubekir! Biz namaz kılan, oruç tutan, hacca giden insanlarla mı savaşacağız” dediğinde Ebubekir radıyallahu anh ona “Allah’a yemin olsun ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme bir deve bağı söz verip onu vermeseler onlarla savaşırım.” dedi.
Hz. Ömer radıyallahu anh önce karşı çıktığı bu görüşün yaşanan olaylar sonucu haklılığını anlayınca:
“O, Allah’ın Ebu Bekir’in kalbine ilham ettiği bir görüştü.” demiştir.
Acaba, Ebubekir radıyallahu anh hayatta olsaydı kaç Müslüman onun savaşına hedef olmaktan kurtulabilirdi?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali olarak görevlendirince “Orada ne ile hükmedeceksin ?” deyince:
“Allah’ın Kitab’ıyla…”
“O’nda bulamazsan ?”
“Senin sünnetinle…”
“O’nda da bulamazsan ?”
“Reyimle içtihat ederim” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bunu onaylamıştır.
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisâ 105)
Kur’an, Rabb’imizin kullarına emir ve yasaklarını açıkça haber verdiği İslam ahkâmıdır.
Müslümanlar için hayatın her sahasını ve safhasını düzenleyen bir ahkâmdır. Samimi Müslümanlar Allah celle celaluhu ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in koymuş olduğu ahkâma hiç sıkıntı duymadan tabi olurlar.
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 65)
Rabb’imiz, hükümlerini laf olsun diye koymamıştır. Allah celle celaluhun ahkâmı oyuncak da değildir. İşine geleni kabul et, işine gelmeyeni reddet! Bu münafıklık alametidir. İbadetleri kabul et, ahlakî hükümleri reddet, inandığını söyle, sosyal hayatla ilgili hükümleri reddet! İçki, kumar, faiz gibi…
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisâ 60)
Bir münafığın davalısına, meselenin halli için “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yerine Ka-b b. el-Eşref’e başvuralım.” demesi bu ayeti nüzulüne sebep teşkil etmiştir. Bu münafıklar her zaman aynı şeyi yapmaktadırlar. Suret-i Hakk’tan görünüp çıkar ve menfaatlerinin kulu olmuşlardır.
Kur’an ahkâmı hoşlarına gitmediği için müşrikler de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den başka Kur’an istemişlerdir. İşlerine gelmemişti. Rabb’imizin hükmü onların oyun sahalarını daraltmıştı. Alışageldikleri zulüm ve haksızlıkları gerçekleştiremeyeceklerdi. Onun için başka Kur’an istediler.
“Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Mâide 50)
Onlar münafıktı, onlar müşrikti, Allah ve Rasulünün koyduğu hükümler onların hoşuna gitmeyebilir. Ya Müslümanım diyenler! Bazı ibadetleri de yerine getirenler! Kendilerine Allah ve Resul’ünün ahkâmı haber verildiğinde itiraz edenlere ne demeli? Hani “Şeriat’ın kestiği parmak acımaz”dı? Hâşâ… Şeriat mı değişti? Günümüz Müslümanları mı değişti?
Rabb’imiz:
“Kur an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9) buyurduğuna göre Şeriat değişmedi, ilelebet de değişmeyecek. Fakat Şeriat’ın değişmemesi Müslümanlık iddiasında olanların kurtuluşu için yeterli mi? Hayır. Sadece övünç vesilesi olabilir. Bizim Kitab’ımız değişmez, bizim Kitab’ımız sağlam. Kurtuluş için değişmeyen o İlahî Ahkâm’ı hayatın her safhasına hâkim kılmak zorunluluğu vardır. İmanına, ibadetlerine, ahlakına ve hayatla olan her münasebetine hâkim kılmalıdır.
Dilediğine hükmetme yetkisi sadece âlemlerin Rabbi olan Allah celle celaluhuya mahsustur.
“…Allah dilediğine hükmeder.” (Mâide 1)
“…Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi…” (Mü’min 48)
“…Hüküm O’nundur…” (Kasas 70)
“Rabbinin hükmüne sabret…” (Tûr 48)
“…O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)
“(De ki:) Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?..” (En’âm 114)
“Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” (Tîn 8)
Bütün bu hüküm konusundaki uyarılara, kulak vermeyenleri de Rabbimiz:
Allahın hükmüyle hükmetmedikleri için kâfir, zalim ve fasık olarak ilan etmektedir. (Mâide 44-45-47)
Mutlak manada kulları üzerinde hükmetme hakkı sadece Allah celle celaluhuya aittir. Onların yaratıcısı, sahibi O’dur. Onlara hayat bahşeden, hayatları içinde sayısız nimetler lutfeden O’dur. Bütün bunlara karşılık onlara yüklediği vazife, sadece Rabbe kulluktur. Şu emanet bedenlerin yeryüzünde bulunuşunun tek amacı Allah celle celaluhuya kulluktur.
Dünyada ve ukbada kulun başına gelen felaketlerin çoğu kulluğunu ve haddini bilmeyiştendir. Bu tutum kulu, Rabbine kafa tutmaya, hatta ilahlık iddiasında bulunmaya kadar götürmüştür.
Rabbimiz kullarını defaatle uyarmıştır.
“O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.” (Nahl 4)
“Ey insan! Seni yaratıp, seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitâr 6-7-8)
Kula ancak, Allah celle celaluhu adına kullara hükmetme yetkisi verilmiştir.
“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Câsiye 18)
Kureyş’in ileri gelenleri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi, ısrarla atalarının dinine dönmeyi çağırıyorlardı. Rabbimiz de kendi gönderdiği ahkâma uymasını, müşriklerin isteklerine kapılmamasını hatırlatıyordu.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Hepiniz birer ‘rai’siniz(çoban gibisiniz.) Kendi raiyenizden (gözettiklerinizden) sorumlusunuz. Devlet reisi bir raidir. Kendi milletinin hukukunu muhafazalardan sorumludur. Koca bir raidir. Kendi ailesinden sorumludur. Kadın da kocasının evinde bir raidir. Aile yuvasının hüsn-ü iradesinden sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malı üzerinde bir raidir.. Efendisinin malını muhafazadan sorumludur.” (Müttefekun aleyh)
Yöneticiler yönetilenler üzerindeki hükümranlıklarını Allah celle celaluhu adına değil, kendi adına yapmaya başladıkları an sapmışlar ve putlaşmışlardır.
İnsan var olandan beri şeytan ve taraftarları çok çeşitli hileler ile dini, Allah celle celaluhun ahkâmını gündemden kaldırmaya çalışmışlar, fakat Allah celle celaluhun nurunu söndürememişlerdir. Allah celle celaluhun hükmünü bazı ayin ve ibadetlerle sınırlamaya kalkışmışlar fakat başaramamışlardır.
Rabbimiz kendi dinini bile “dinde zorlama yoktur” hükmüyle insanlara dayatmazken, kendilerini Rab, ideolojilerini din olarak insanlara dayatmaya kalkışanları, Rabbimiz sürekli uyarmıştır.
“Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz.” (Kalem 36)
Allah celle celaluhu kendisine kulluk için yarattığı insanları, kendiniz köle mi yapmak istiyor, size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Allah celle celaluhun haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram mı yapmak istiyorsunuz? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Allah celle celaluhu; içkiyi, kumarı, zinayı haram kılıyor, siz helal mi kılmak istiyorsunuz? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Allah celle celaluhu; haksız kazancı, faizi haram kılıyor, siz helal mi kılmak istiyorsunuz? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Ey Rab tanımazlar! Siz Allah’ın haramlarını helal, helallerini haram kılıyorsunuz ya, haydi yalanı, hileyi, aldatmacayı, hırsızlığı, katilliği de serbest hale getirin, getirin de gününüzü görün. Yeryüzünde hangi hükmünüz, hangi izminiz, genel kabul gördü? Komünizminiz mi, kapitalizminiz mi faşizminiz mi ateizminiz mi hangisi insanlığı mutlu edebildi?
Yeryüzünün hangi zamanlarına, hangi mekânlarına giderseniz gidiniz, ister dinli ister dinsiz toplumlar olsun halen genel geçerli kurallar, ilahi kurallardır. Hala fıtratınızı inkar etmeye devam edecek misiniz?
Eskiden mert adamlarmış, inanan-inanmayan belli olurmuş. Eskinin münafıkları da şeklen şimdinin pek çok Müslümanından daha gayretliymiş. Beş vakit namazı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin arkasında kılarlarmış. Şimdi ise inanan ve inanmayan arası bir tip türedi. Allah celle celaluhun ahkâmını inkar eder, ahreti inkar eder, cenaze namazı kılar. İnkarcılar Adem aleyhisselamdan beri insanlık hukukunun dayanağı olan dini, imanı bir katakulli ile hukukun dışına itmişlerdir.
Dinini, imanını koruyamayan, hiçbir insanî değerini koruyamaz. Canını koruyamaz. Aklını koruyamaz. Neslini koruyamaz. Malını koruyamaz. Bu da insanlığın yıkımı ve sonu demektir.
Bu milletin cahil bırakılmış fertleri bile dini konusunda o kadar saf ve samimi ki yıllarca din düşmanı, batıl ideoloji sahipleri bile dini istismar ederek din üzerinden çıkar ve menfaat sağlamışlardır.
Hep merak etmişimdir, Yahudi ve Hiristiyanların peygamberleri, aralarındayken bile bu kadar müntesibi olmamış. Şimdi neden bu kadar çok. Dünyanın nüfusu mu arttı. Hayır, sebep o değil. Kendilerini dinlerine değil, dinlerini kendilerine benzettiler. Hayatlarına müdahale eden her hükmü törpülediler, tahrif edilmiş dinlerinin kurallarına bile uymadılar.
Yaşadığımız hayata baktığımızda Müslümanlar da şu ilahî ikazın muhatabı olmaktan Allah celle celaluhuya sığınmalıdır:
“SİZE NE OLUYOR? NE BİÇİM HÜKÜM VERİYORSUNUZ?”