Fuat Sezgin Notlarım
“Batı medeniyeti, İslam medeniyetinin çocuğudur.”
Fuat Sezgin
Fuat Sezgin Hoca’yı, Sefer Turan tarafından kendisiyle yapılan röportaja dayalı “Bilim Tarihi Sohbetleri” isimli kitabıyla tanıdım. Kitabı okuduktan sonra böyle bir insanı geç tanıdığıma bir hayli hayıflandım. Kısaca vermeye çalıştığım hayatını okuduğunuzda göreceksiniz ki ülkemizin medar-ı iftiharı bu bilim insanını tanımaya değer bulacaksınız. Çalışma ve meziyetlerini öğrendikçe çok etkileneceksiniz.
Dünya çapındaki hocamızı/değerimizi siz değerli okurlarımıza, özelliklede genç kardeşlerime tanıtmayı kendime vazife saydım. Elbette ilmi araştırmalarla geçen 94 yıllık ömrü iki-üç sayfada anlatamam. Ama en azından bir anahtar verebilirim diye düşündüm. Onun azmi, çalışma temposu ve mücadelesi başta bilim insanları olmak üzere araştırmacı gençlerimiz tarafından bilinmelidir.
İhmal ettiğimiz, haksızlık yaptığımız ve hatta ötekileştirdiğimiz bu bilim insanına, yıllar sonrada olsa sahip çıkmamız en azından ahde vefa göstermemiz açısından önemlidir. Bu anlayıştan hareketle; kitaplarını basarak, bilim tarihi alanındaki çalışmalarını müze haline getirmesine imkân sağlayan veölümsüzleştiren başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere hükümetimize ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine çok ama çok teşekkür ederim.
Hoca hakkında, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürü Sayın Nevzat Bayhan:
“Tarih katmanına açtıkları artezyen ile cevheri yüzeye çıkaran ve bir ab-ı hayat gibi insanlığın istifadesine sunan nadir insanlar vardır. Gözünde fer dizinde derman azalmış, belki de yorgun düşmüş bir millete, tarihten, inançtan, bilimden yaptıkları bir aşı ile kuvvet verirler. Prof. Dr. Fuat Sezgin de böylesi nadir ve nadide insanlardandır.” der.
O, “Batı medeniyeti İslam Medeniyetinin çocuğudur.” derkenbu sözü laf olsun diye değil, ispat ederek söylemiştir.
Fuat Hoca:
“İlkokul hocamın; ‘dünya öküzün iki boynuzu üzerindedir.’ dediği için yıllarca buna böyle inandım. Ta ki, tanıdığım tanımakla da iftihar ettiğim Alman hocam Helmut Ritter’in‘bütün bilimlerin menşei Müslüman bilim adamlarına dayanır’ demesiyle bu kanaatim değişti. Ondan sonra çalışmalarıma bir başka aşkla başladım” diyecektir.
Dünya'nın önde gelen bilim tarihçilerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin, 24 Ocak 1924'te Bitlis'te doğdu.
Sezgin Hoca, bilimler tarihçisi olmasında en büyük rolü, Alman Hocası Hellmut Ritter’in (1892-1971) oynadığını söyler.
“Hocam Ritter, bilimlerin temelinin ‘İslam Bilimleri’ne dayandığını söylerdi. Yabancı bir hocanın bu tespiti beni bu ilim dalına yöneltti. İlmi çalışmama yön veren Ritter, bir gün bana sordu:“kaç saat çalışıyorsun?” Ben de günde 13-14 saat çalışıyorum dedim.
“Neee! Herr Sezgin bu tempoyla bilim adamı olamazsın. Eğer bilim adamı olmak istiyorsan bunu çok daha artırmalısın” dedi.
Kendisi 24 saat çalışırdı. Eğer günler uzun olsaydı, daha çok çalışacaktı. Ben ondan sonra çalışmamı, 17 saate çıkardım. Bu durum 70 yaşıma girinceye kadar devam etti. Yetmiş yaşımdan sonra, çalışmamı, bir iki saat azalttım. Şimdi gene, 13-14 saat çalışmaya gayret ediyorum.”
Fuat Hoca’nın en büyük arzusu, eğitimden başka her işle meşgul olan üniversite gençliğine; “benimmilletim” dediği Müslümanların Batı karşısındaki, “aşağılık”kompleksinden kurtulması, bunun karşılığında Batılılarında Müslümanların bilime katkılarını görerek “üstünlük” duygusundan uzaklaşmasıdır.
Fuat Hoca, bilimlerin insanlığın ortak malı olduğunu ve bütün milletlerin katkısının müşterek ürünü olduğunu savunur. Bunu da çalışmalarıyla ispat eder. Genç kuşağın da bu önemli olayın farkına vararak kendini yetiştirmesinin, bilgiye, eğitime önem vermesinin en büyük arzusu olduğunu söyler.
Hocası Hellmut Ritter’le tanışmasını şöyle anlatır:
“Dayım beni Üniversite’ye götürdüğünde:“Seni Alman Hoca’nın seminerine götürmek istiyorum” dedi. “Gidelim”dedim. Hocayı dinledim. Seminer sonunda hocanın anlatımından adeta büyülendim. Kafamdaki mühendis olma projesini bir kenara bırakıp onun talebesi olmaya karar verdim. Dayımla beraber dekanın odasında otururken Alman Hoca içeri girdi. Dekan Hoca’ya: “Ooo… Ritter Bey, sizin talebeniz olmayı düşünen biriyle konuşuyorum.”dedi.
Ritter Hoca, bana şöyle bir baktı: “galiba bu genç benim dünkü seminerimdeydi” dedi. Tanımasına şaşırmamalı çünkü Hocanın seminerine 3-4, hatta 1-2 kişinin katıldığı dahi olurdu. Dolayısıyla tanıması normal sayılırdı. Çünkü zor bir adamdı. Helmut Ritter:“Benim talebelerim hep benden kaçar, biliyor musunuz?”dedi. “Biliyorum bunu bana anlattılar. Ben buna rağmen sizin talebeniz olmak istiyorum.” dedim. Güldü “peki”dedi. Böylece onun talebesi oldum.
Bir gün seminere geç kaldığımda cebindeki altın saati çıkarıp baktı ve “Üç dakika geciktiniz, bu bir daha tekerrür etmesin!” dedi. O tarihten sonra randevuma hiç geç kalmadım.”
HATIRA
Mehmet Akif Ersoy anlatıyor: Bir gün mahallemize birileri taşındı. Evden camiye, camiden eve gidip gelen o şahsı çok merak ettim. Bir gün benim gibi merak eden arkadaşlarımla ziyaretine gitmeye karar verdik. Ziyaretimizde o kadar güzel izahatta bulundu ki hepimiz hayran olduk. Ayrılırken: “Hocam istediğiniz gün ve saatte bize ders verseniz olur mu?” dedik. O hiç düşünmeden “hayır” dedi. Israrımız karşısında:
“Ancak şu şartlarla olur:
1- Okuyacağınız kitabı ben belirlerim.
2- Anlamadığınız konuyu asla anladım demeyeceksiniz.
3- Belirtilen zamanda gelip, belirtilen saatte ayrılacaksınız.”
Kabul ettik. İlk gün hepimiz tam saatinde geldik. Çok güzel ders yaptık. Bir sonraki derse arkadaşlarımızdan biri biraz gecikti. İkaz etmekle beraber fazla geç olmadığı için müsamaha gösterdi. Bir diğer dese iki arkadaşımız epeyce geç geldi. Hocamız dersi bitirdikten sonra: “Çocuklar artık gelmeyin.” Ama hocam! diye itiraz ettikse de hocamız “Defolun! Sözünde durmayanlara ders okutulmaz.” dedi.
İlim adamı olmak kararlılık, devam ve sabır gerektirir. Bunların hepsi de Fuat Hocada fazlasıyla mevcut.
“ARAPÇAYI ÖĞRENMEN ŞART!”
Hocam, kendime alan olarak seçtiğim, bilim dalında başarılı olmam için Arapça öğrenmemin şart olduğunu söyledi. Bu dili öğrenmek için çalışmaya başlamıştım. Fakat bir mesafe kat edemiyordum.
1943 yılında Almanların Bulgaristan’a girmesiyle bütün üniversiteler tatile girdi. Hocam bana dedi ki: “Şimdi elinizde bir fırsat var. Altı aylık bir tatiliniz olacak, bu zaman içerisinde Arapçayı öğrenin.” Hocamın bu sözleri bana çok etki etti. Evimizde babamdan kalma otuz ciltlik Taberî Tefsiri vardı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamıyordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak yavaş yavaş tefsirin içine girmeye çalıştım. Günde yaklaşık on yedi saat çalışıyordum. Erken kalkıp geç yatıyordum. Evden hemen hemen hiç çıkmıyordum. Altı ay sonra tefsiri bitirmiş oldum. Başlangıçta hemen hiç anlayamadığım bu tefsiri altı ayın sonunda gazete gibi okuyordum. Artık hem ilmi hem konuşma dili olarak Arapçayı biliyordum. O tempoyla on yedi saatçalışan herkesinbunu başaracağına inanıyorum.
İlim adamı olmanın yolu, fedakârlık yapmak, aç kalmak, uykusuz kalmak, çile çekmekten geçer. Tüm bunları Fuat Hoca’da fazlasıyla görmekteyiz.
AKADEMİK ÇALIŞMASI
1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili veEdebiyatı üzerinde doktora yaptı. 1954'te Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde, "Buhari'nin Kaynakları" adlı doktora tezini tamamlayarak doçent oldu.
Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buharî(810-870)'nin, bilinenin aksine yalnızca sözlü kaynaklara değil, "yazılı kaynaklara dayandığı" tezini ortaya koydu. Bu yazılı kaynakların, İslam'ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Bu tez, Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışılmaktadır.
Fuat Sezgin Hoca, Doğu Bilimi ve Türkoloji üzerine çalışmalar yapan bilim adamı Alman Carl Brockelmann'ın (1868-1956): "Arap Edebiyatı Tarihi" ve "İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi" gibi çalışmalarındaki eksiklikleri fark etmiş ve bunları tamamlamak maksadıyla, 1954 yılında İslam Bilim Tarihiyle de ilgilenmeye başlamıştır.
1960 İHTİLALİ VE 147 LİKLER
Demokrasinin yüz karası ihtilallar, toplumun hemen her katmanını perişan ettiği gibiekonomik yönden olsun, uluslararası arenada olsun ülkenin itibarini da perişan ediyor. Hele hele üniversitelerdeki kıyım ülke için tarif edilemeyecek yaralar açmıştır. O kıyıma uğrayan Hocalardan biri de Fuat Hoca’dır.
Hoca, 1960 cuntacılarınca "Zararlı Profesör" diye üniversiteden atıldı. O zaman henüz 36 yaşındaydı. Ardından ülkeyi terk etti. Bu terk ediş olayını Hoca şöyle anlatıyor:
"1960 yılında, bir hükümet darbesi oldu. Askerler devletin idaresini ele geçirdiler. Milli Eğitim Komitesi diye bir komite kurdular. Bir gün bunlar, 'hangi profesörler zararlıdır?' diye bir liste hazırlamışlar. Bunların görüşleri kanun gibiydi. Gazeteler, üniversiteden zararlı diye atılan 147 profesörün ismini yayınladılar. O listede benim de adım vardı.
Gazeteyi çantama koydum, Süleymaniye Kütüphanesi'ne gittim ve hemen orada tanıdığım, iki Amerikalı, bir de Frankfurt Üniversitesi'nin eski rektörü olan dostuma mektup yazdım. 'Bana bir yer bulun, geleceğim.' dedim. Yaklaşık 30 gün içinde üç Üniversiteden de olumlu cevap geldi. Üçü de beni, memnuniyetle kabul edeceğini ifade ettiler. Ancak ben Frankfurt'u tercih ettim. Ve Frankfurt'a gittim.
Askeri idarenin, bir mülki idareyi bertaraf ederek devletin başına geçmiş olmasından memnun olmadım. Yanlış yapılacak birçok şey bekliyordum, ama bir gün üniversiteden atılacağımı hiç beklemiyordum. Hatta Türkiye'yi kendiliğimden terk etmeyi hiç mi hiç düşünmüyordum. Çünkü memleketime çok bağlıydım.
Bu hadiseden bir yıl evvel, Almanya'da misafir doçent olarak bulunuyordum. Bana orada, doçentlik yapmamı teklif ettiler. Bu teklifi gülerek reddettim. 'Ben İstanbul'u, Türkiye'yi nasıl terk ederim?' dedim. Özür dilediler. Demek büyük söylemişim ki, Gazetedeki 'zararlı profesörler' listesini ve ismimin bu listede olduğunu görünce, çok sevdiğim ülkemden gitmemin, iradem dışı da olsa şart olduğunu anladım.”
ALMANYA’YA GİDİŞ
Fuat Hoca, Türkiye’yi (İstanbul'u) terk edeceği akşamı da şöyle anlatıyor;
“O gün Galata Köprüsünün Karaköy tarafına gittim. Oradan 15-20 dakika kadar Üsküdar'a baktım. Güzel bir geceydi, vakit de epeyce geçmişti. Eve döndüğümde, gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son hislerim buydu.
Kızmadım fakat üzüldüğümü ifade etmeliyim.
Fuat Hoca,“Gene memleketime, ne vermek mümkünse onu vermeye çalışıyorum.”demeyi de ihmal etmiyor.
27 Mayıs 1960 İhtilalıyla ilgili Fuat Hoca:‘İhtilal çocukça bir şeydi. İnsan çocukların yaptığı hataları affeder. Bende onun için çocukça diyorum. Ben o hatayı affettim. Bu bana fazla tesir etmedi. İstemeyerek de olsa, Almanya’ya giderek müthiş bir çalışmanın içerisine girdim. Onun için hiç kızgınlık duymadım…
Bir gün hükümet darbesini yapanlardan Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e, “Siz askeri darbe yaptığınız andan itibarendaima sizin yanlış yaptığınıza inandım ve size muhaliftim. Siz her şeyi yanlış yaptınız, ama bir şeyi doğru yaptınız… Buda beni memleketten çıkarmış olmanızdır.”dedim. Kıpkırmızı oldu.”
KRAL FAYSAL VE ARAP DÜNYASI
Arap dünyasıyla ve yöneticileriyle tanışmasını şöyle anlatır:
“1978 yılında, Kral Faysal “Bilim Ödülü”nü kazandım. Bu vesileyle Arap dünyasıyla ve devlet adamlarıyla tanışma imkânı buldum. Aklımdan geçen projelerimi Arap yöneticilerine anlatma imkânı buldum. Düşüncelerimin destek görmesiyle1982 yılında, J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü kurdum. Ardından da 1983'de buranın müze olmasını sağladım. Bu Enstitü'nün, halen direktörlüğünü yürütmekteyim. Enstitü'ye bağlı olarak kurduğum müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığım numunelerini(örneklerini) sergiledim.”
Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Fuat Sezgin Hoca; Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca da dâhil, 27 dili çok iyi derecede bilmektedir.
İSLAM BİLİME KARŞI MI?
Bilimin seyriyle ilgili yorumun Fuat Hoca:
“İslam dünyasına ne oldu da bilimlerle aramızı kestik? Bu biraz karışık meseledir. Bilinmelidir ki, medeniyetler ebedi olarak yaşamıyorlar. Bir zamanlar Yunan, daha sonra Bizans, bilahare de, İslam medeniyeti egemen oldu. Bizans’tan farklı olarak Yunancayı bilmeyen Müslümanların, onların kitaplarını tercüme etmek suretiyle bilimde zirveye çıktılar. Daha sonra Yunan dilini bilen Bizanslılar bunu yapamadılar. Bu da sonuç olarak İstanbul’un fethini getirdi. Bizde umumiyetle İslam’ı, din olarak geri kalmışlığın sebebi olarak gösterirler. Bunu tarihi bir hakikat olarak ifade etmeliyim ki, böyle bir şey yoktur.”
Yahudi bilgini Arabist:“Eğer İslam dini, bilimi sadece bilim olarak, bilim aşkı olarak himaye etmemiş olsaydı bilimler bu kadar süratli ve bu kadar geniş şekilde gerçekleşemezdi.” Din kesinlikle bilimin önünde bir engel değildir.
İLİM AŞKI VE ESERLERİ
O, dünyanın neresinde olursa olsun, "İslam Bilim Tarihi" adına; fizik, kimya, biyoloji, hayvancılık, veterinerlik, ziraat, tıp, astronomi, coğrafya gibi bütün bilim dallarına ait bir eser veya orijinal biraletin varlığını duyunca; bir dedektif gibi, o eserin peşine düşerdi. Hiçbir masraftan çekinmeden, gerekirse özel uçakla oraya giderdi. O kitabın değeri ne olursa olsun alır ve bulduğu eseri hemen incelemeye başlardı.
Araştırmalarında Üniversite ve Kral ailesinin desteği unutulmamalıdır. Ayrıca Enstitü’de yaptığı çalışmaları; "Geschichtedes Arabischen Schrifttums" (Arap-İslam İlimleri Mecmuası)’nda yayınlıyordu. Böylece bu dergi-ansiklopedi, kısa sürede, dünya çapında bir kaynak haline geldi. Bilim tarihçilerinin temel müracaat kaynağı olan ve en son 15. cildi çıkan bu dev eser, halen iğneyle kuyu kazar gibi yazılmaya devam ediyor. Bir bibliyografya olarak da görülen bu eser, mevcut en sahih kaynaklarla yazılmış bir "İslam Bilim Tarihi"dir.
Sezgin Hoca, Enstitü'de bulunan bütün eserleri, kataloglar halinde yayınlayarak, çok önemli bir hizmete daha imza attı. Böylece, "Wissenchaftund Technik im Islam" (İslam'da Bilim ve Teknoloji) isimli 5 ciltlik eseri, mükemmel bir özet olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. Daha önce (2003) Almanca ve (2004) Fransızcaolaraktanneşredilmiştir.
MARİFET İLTİFATA TABİDİR; DEĞERİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ
1960 İhtilaliyle ülkemizden ayrılmak zorunda kalan Fuat Sezgin’i, tekrar Türkiye’ye getirmek için gayret eden ve eserlerinin burada yayınlanmasını sağlayan, Türkiye Bilimler Akademisine, Turizm Bakanlığına, özellikle maddi hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına, hasetsen Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ederim.
İstanbul Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nda, açılan ‘İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’yle, Türk insanı onu yeniden tanıma fırsatı buldu. Müslüman bilim adamlarının buluşları, şimdi Gülhane Parkı'ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir.
Müze yetkilileri, burada sergilenen 140 eserin büyük bir kısmının orijinal olduğunu, eser sayısının, kısa süre sonra 800'ü bulacağını açıklıyor. Açılan müzede; astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarında eserler ve aletler sergileniyor.
YAPTIĞI ÇALIŞMALARDAN BAZI ÖRNEKLER
Hülya Aras Hanım, Hoca’nın çalışmalarından bazılarını izah ederken, dünyada bir ilk olan ‘Bilim Müzesi’nin Almanya’nın Frankfurt şehrindeki açılışında Fuat Hoca’nın şu açıklamalarına yer veriyor:
"Bugün bu Enstitü'de 800 den fazla alet var. Bütün bunları Arapça,Farsça, Türkçe yazmalardan çıkardım. Bunların, Latince ve İspanyolca tercümelerini çıkardım. Benden önce bu konudaçalışan oryantalistler olmuş. Onlarda bu konuda araştırmalar yapmışlar. Mesela Prof. Dr. Wideman diye büyük Alman âlimi vardır. Bu adamcağız, tam elli sene İslam bilimler tarihi ile uğraşmış. Birçok aletleri o da yazmalardan bulmuş. Hatta ilk alet taklidine başlayan kişi, Wideman'dır. Yaptığım aletlerin bir kısmını, İspanya'da, büyük bir kısmını da Almanya'da yaptırıyordum. Bizim bir atölyemiz var. Aletlerin bir kısmının parçalarını, atölyede yapıyoruz. Birçok parçalarını da Mısır'da, yaptırıyoruz, burada birleştirip tamamlıyoruz.
Her aletin yapımının, kendine mahsus bir hikâyesi vardır. Mesela ünlü bilim adamı Takiyyüddin, On tane saati tarif eden bir kitap yazmıştır. Tarifini yaptığı saatlerden ikisini yapmaya çalıştım. Bunu Türkiye'de, İspanya'da, Hollanda'da, Almanya'da, Mısır'da herkese sordum. Hiç kimse yapamadı. Sonra Almanya’nın Bremen şehrinde, saatçilikten anlayan bir astronomi Profesörü vardı ona yaptırdım.
Sabit yıldızlar gök haritasını, bin yıllarında yazılmış bir yazmaya dayanarak yaptık. Çok zordu. Bütün yıldızların bir koordinatları vardır. Bu koordinatları, Kahire'de bir türlü tam veremediler. Astronomi tarihi ile uğraşan, Bremen'de birAlman bilgini vardı. Ona götürdük. Biz bir küre yaptık. Küreyi ona gönderdik. Kurşun kalem ile bu resimleri çizerek yıldızların yerlerini belirtti. Bunu alıp, Kahire'ye götürdüm. Ondan sonra bunu işlediler ve yaptık.
Bundan 23-24 sene evveldi. 9.yüzyılın başında, Halife Memun'un yaptırdığı bir harita vardı. Onu Topkapı Sarayı'nda bulunan bir ansiklopedide keşfettim. Memun'un haritası, benim buluşlarımın en önemlisi. Bu haritaya dayanarak, kitabımın coğrafya cildini yazmaya başladım. Coğrafya cildini yazarken, bende herkes gibi, elimizde olan bütün haritaların, Avrupalılar tarafından yapıldığını zannediyordum. Tamamıyla bir karanlık içerisindeydim.
Fakat İslam coğrafya tarihi üzerinde çalışmam 10. yüzyıla uzanınca, benim dünyam değişmeye başladı. Yavaş, yavaş baktım ki Müslümanlar, "matematik coğrafya"yı kurmuşlar. "Matematik Coğrafya" nedir? Dünya haritasının, matematik esaslara, enlem ve boylam derecelerine dayanarak haritalandırılmasıdır.
Bilimler dünyasına sunduğum önemli bir sonuç vardır. O da, Amerika kıtasının, Müslümanlartarafından keşfedilmiş olması. Müslümanlar tarafından Dünya haritasının yapıldığı ve bu haritaya dayanarak Christophe Colomb'un, Amerika'ya değil, Asya'ya ulaşmak istediği gerçeğine ulaştım."
Çalışması, azmi, sabrı ve üretkenliğiyle ülkemizin medar-ı iftiharı Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’yı 30 Haziran 2018’de kaybettik. “Buhari’nin Kaynakları” kitabıyla Oryantalistlerin İslam’a karşı oyunlarını bozan, dünya çapındaki değerimize Allah’tan rahmet diliyorum.