SİZDEN GELENLER- Müslümanca Beslenmeye Dair

İnsanoğlu binlerce yıldır aynı fizyolojik sistemleri, benzer hücre yapılarını ve çalışma mekanizmalarını kullanıyor. Sahip olduğumuz genler neredeyse aynı olup bizi ayakta tutan ve canlılığımızı devam ettiren hücrelerimiz fıtrat üzerine çalışmaya devam ediyor. Fakat dış görünüşümüzdeki önemli değişimlerle beraber yaşayış anlamında da binlerce yıl önceki atalarımızdan çok farklıyız. Doğal yaşamla aramızda açılan uçurum, istesek de istemesek de insanoğlunu olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Bugün geldiğimiz noktada kendimizi fevkalade gelişmiş, inanılmaz modern veya oldukça teknolojik hissediyor olabiliriz. Fakat sayısal veriler gösteriyor ki; insanların omuzlarındaki fiziksel iş yükü azaldıkça kronik diyebileceğimiz ömür boyu devam eden hastalıkların görülme oranı hızla artıyor. 85 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık olarak %32’si obezite ile karşı karşıya. Daha basit bir ifade ile her üç kişiden biri obezite ve fazla yemenin sebep olduğu hastalıklarla yaşamına devam ediyor.
İnsan, İslam’ın Medeniyet anlayışında “âlem-i asğar” yani küçük alem olarak nitelendirilir. Kâinatta var olan tüm sistemler nasıl ki bir amaç üzerine ve fayda sağlayacak doğrultuda yaratılmış ise insan bedeninde var olan her bir hücre, organ ve sistem de asıl amaca giden yolda fayda üreten bir Sünnetullah’a sahiptir. Netice itibariyle insanoğlu, vücudunda var olan sisteme sonuçlarını bilmeksizin veya ortaya çıkabilecek sıkıntıları düşünmeksizin müdahalede bulundukça başından hastalıklar eksik olmuyor.
Bu noktada bizlere düşen asıl gayeyi sorgulamaktır. Bedenlerimiz, bizi ayakta tutacak, hücrelerimize yetecek kadar besini sindirmek ve kullanmakla emrolundu. Vücudumuza aldığımız birkaç lokmayı, organlarımızın temizleme ve metabolize etme gücü var fakat alınan aşırı miktarları temizlemek için var olan mekanizma yeterli gelmiyor. Bedenimizi ifsada sürükleyecek kadar çok ve sık yemek yiyip ardından muazzam bir performans beklemek yanlış olur. Bu durumda vücuda alınan besinler helal ve sağlıklı olsa bile yağ olarak depolanmaya başlıyor. Bugün toplumun büyük bir çoğunluğunda gördüğümüz, adına sıkça rastladığımız; diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, damar tıkanıklığı gibi hastalıkların zeminini beslenme konusundaki aşırılıklarımız oluşturuyor ne yazık ki.
Bizlere emanet olan bedenlerimizin, her bir organımızın üzerimizde hakkı var ve Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere; ahirette aleyhimize şahitlik edebilecek potansiyele sahip bir hesaplaşma taşıyoruz hepimiz (Yasin 36/65). Kula lezzet alacağı nimetleri bol bol lütfettikten sonra onu imtihan eden ve yasaklarından nasıl sakınacağını öğreten Allah’tır. Yeryüzünde sayamayacağımız bir güzellik ve çeşitlilik söz konusu iken; tekdüze beslenmek hücrelerimizi strese sokuyor.
Belli bir süre aynı kaynaktan beslenme, belli düzeylerde farklı ihtiyaçları olan organizma için elverişli değildir. Vücut, aldığı besinleri çeşitlilik söz konusu olmasa bile belli bir süre ihtiyaç duyduğu diğer formlara dönüştürmeye çalışır. Ancak değişmeyen, hep aynı şekilde devam eden bir beslenme, hücrelerin ihtiyacı olanları alamamasına da bağlı olarak elindekini dönüştürme yeteneğini kısıtlar ve kronik strese girmeyi garanti eder. Var olan nimetlere tefekkür nazarıyla bakmak ve ölçüye dikkat ederek o çeşitlilikten imkanlar ölçüsünde hücrelerimizin faydalanmasını sağlamak bir sorumluluktur.
Dünya öyle bir yer ki; buradaki yaşam tarzımız, tercihlerimiz, inançlarımız, hem burayı -bizi ve bizden sonra gelecek olan nesilleri- hem de ötelerin ötesini etkiliyor. İman ve küfür, ifrat ve tefrit, doğru ile yanlış, helal ile haram arasında bazen çok ince çizgiler söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla bizler Müslüman olarak itidalli olmak durumundayız. Mutedil bir tabiat için en doğru olan; ne midenin ağırlaştığını hissedecek kadar çok ne de açlığın vereceği eziyeti hissedecek kadar az yemektir. Çünkü her iki durum da kişiyi ibadetlerin lezzetinden alıkoyar. Beslenme, Allah rızası için yürünen yolda yalnızca bir araçtır. Kişinin Rabbine yaklaştıkça sahip olduğu manevi IQ’su, doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü artar.
Bedenlerimiz bizlere bahşedilmiş en kıymetli sermayelerimizden biri. Emanet nazarı ile sahip olduğumuz sıhhati korumaya çalışmak veya hastalık anında sağlığa erişmek için çaba göstermek mecburiyetindeyiz. Gelecek nesillerin inşasında üzerimize düşen en büyük sorumluluklardan birisi, fıtrata uygun olarak beslenme ile sahip olduğumuz vücudu muhafaza etmektir. Adanmış nesiller yetiştirmenin yolunun ilahi emir üzere helal ve tayyib beslenmekten geçtiğini biliyoruz… Fakat unutuyoruz.
Dilerim bu yazı ile tekrar hatırlayanlardan ve harekete geçenlerden oluruz. Gayemiz, Hz. Meryem’ler, Hz. Ömer’ler, Hz. Aişe’ler ile aynı cennete tabi olmaksa şayet; soframız tevhit ilkelerinden ve Rasulullah’ın sofrasından izler taşımalı.
Bir sonraki yazıda görüşmek ümidi ile…