SİZDEN GELENLER- Ey Müslüman Kardeşim!

Peygamber Efendimiz’in Medine’ye göç edip İslam Devletini kurduktan sonra İslam’ın dünyaya yayılması için başlattığı tebliğ faaliyetlerine sahabe efendilerimiz samimi bir istekle talip olmuşlar ve yeryüzünün değişik coğrafyalarına, en ücra köşelere İslam’ı tebliğ etmişlerdir. Eyüp Sultan hazretleri bu gaye için 80’li yaşlarda İstanbul kuşatmasına katılarak şehit olmuştur. Tabi bu seferler o günkü şartlarda kolay olmamıştır. Oradaki insanlara ulaşmak, diyalog kurup onların dilleriyle tebliğ yapmak büyük fedakârlıklarla olmuştur.
Dört halife devrinde de bu faaliyetlerin farklı coğrafyalarda devam ettiğini görüyoruz. Emevi ve Abbasi devirlerinde de tebliğe devam edilerek İslam coğrafyası devamlı genişletilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı devletleri zamanında da fetih yapılmadan önce gönüller fethedilmiş, Ahmet Yesevi, Mevlana Celaleddin, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi Allah dostları Anadolu’muzun manevi fatihleri olmuştur. Yine Osmanlılar zamanında Balkan coğrafyasında bu faaliyetlere devam edilmiştir.
Daha sonra İslam orduları bir ülkeyi fethederken sivillere (yaşlılar, kadınlar, çocuklar…) silah çekmemiş, sadece düşman askeriyle savaşmışlardır. Bile bile sivilleri öldürmek dinimizde haramdır.
Batılı devletlerin, özellikle İngiltere’nin yakın tarihimizde iki yüz yıla yakın faaliyetleri ile Osmanlı Devleti yıkılmış, dünya hâkimiyetini ele geçiren bu devletler sömürülerini devam ettirmek için yeryüzüne kan ve gözyaşından başka bir şey vermemişlerdir. Bugün, Filistin, Suriye, Lübnan, Libya, Yemen, Myanmar ve birçok Afrika ülkeleri gibi İslam coğrafyasındaki devletlerin trajik durumu ortadadır. Bir yılı aşkın bir süredir Filistin’e soykırım uygulayan İsrail’e mani olmak bir tarafa silah yardımı yapıyorlar. Yardımcı olmak isteyenlere sopa gösteriyorlar.
Maalesef vatanlarını müdafaa eden Hamas’a terör örgütü diyenler çıkıyor. O Hamas ki İsrail’den aldığı rehinelere bir misafir gibi muamele yapıyor. Takas yapılan rehineler de bu durumu itiraf ediyorlar. İsrail ise bundan da rahatsız oluyor, söz konusu videolar sosyal medyadan siliniyor. Çünkü kendi bıraktıkları Filistinli esirlerin çoğu işkencelerle sakat bırakılmış, yaralanmış veya psikolojilerini bozmuşlar.
Bugün Şam hapishanelerinde gösterilen işkence odalarındaki yapılanların bir benzeri İsrail’de de var. Burada da Müslüman ile gayrimüslimin farkını rahatlıkla görüyoruz.
1963 yılında Suriye, Rusya’nın yönlendirmesiyle komünizm idaresine geçti. Yaklaşık %10 Nusayri bir azınlığın Baas (Arap sosyalizmi) rejimi kılavuzluğundaki baskısıyla yıllarca Sünni çoğunluğa her türlü baskı uygulandı. 1982’de havadan Hama şehri bombalandı. Binlerce kişi kendi devleti tarafından katledildi. Oğul Beşşar Esad, makamında kalabilmek için 2011’den beri karadan ve havadan her türlü katliamı uyguladı. Milyonlarca kişi bu katliamlardan kurtulabilmek için başta ülkemiz olmak üzere yurtdışında mülteci durumuna düştü. Maalesef bazı medya organları ülkemizde misafir ettiğimiz bu insanları aşağılayarak, politik çıkar uğruna Suriyeli düşmanlığını yaymaya çalışarak Beşşar’a yardımcı oldular. Ülkemizde Reyhanlı katliamı olarak bilinen terör olayının (53 ölü, 40 yaralı) arkasında da Esad rejimi vardı.
Yıllar içerisinde diktatör kelimesini ülkemizde gelişi güzel kullanan bazı çevreler zalim Esad için bu terimi hiç kullanmadılar.
61 yıllık bu Baas rejiminin ardından gelişen Beşşar Esad muhalifi örgütler birleşerek mücadeleye başladılar. Önce Halep daha sonra da 12 gün gibi kısa bir sürede Şam ele geçirildi. Esad da kadim dostu Rusya’ya kaçarak kurtulabildi. Böylece Baas rejimi de çöktü. Ülkenin gerçek sahiplerinin eline geçmesi için en büyük adım atılmış oldu. İnşallah bundan sonra ülkenin birlik ve bütünlüğü sağlanarak yurt dışında mülteci durumuna düşmüş olanlar huzur içinde memleketlerine dönüp topraklarına ve evlerine kavuşurlar.
İspanya’da Endülüs Emevi Devleti’ni yıktıktan sonra Avrupalılar bölgede tek bir Müslümanı hayatta bırakmayacak şekilde katliamlar yapmışlardı. Endülüs Emeviler’i asırlarca hüküm sürmüş, camiler ve medreseler gibi sanat eserleri bırakmışlardı. Bu eserlerden bir kısmı ayakta olsa da eserleri meydana getirenlerin torunlarını maalesef bölgede göremiyoruz.
Yakın tarihimizde benzer katliamları Bosna’da da gördük. Sırplar ve onların işbirlikçileri Batılı devletler binlerce Müslümanı katlederek bu coğrafyayı kan ve gözyaşına boğmuşlardır.
Yine aynı İspanya’da 500 bin civarında Yahudi’nin yurtdışı sürgününde onlara Osmanlı sahip çıkmış ve bunları Selanik çevresine yerleştirmiştir. Bu Yahudiler de Osmanlı’nın yıkılışında başrolü oynayarak vefasızlıklarını göstermişlerdir.
1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin etkisinde kalarak sosyalist ideolojiyi ülkemizde hakim kılmak isteyenlerin sosyalizm masalıyla uyutulan gençlerimiz sağ sol çatışmasıyla terörizmin kurbanı oldular. Lenin ve Stalin başta olmak üzere bu ideolojiyi savunanlar Sovyet emperyalizminin devam etmesi için milyonlarca insanı katlettiler. Bir o kadarını da farklı coğrafyalara sürgün ettiler. Hâlbuki insanları katletmekle, dayatmalarla o ideolojiyi başarılı kılamazsınız. Bu katledilenlerin ve sürgüne gönderilenlerin çoğu orta Asya bölgesindeki soydaşlarımızdı. Nitekim yaklaşık yetmiş yıl sonunda 1990’lı yılların başlarında sosyalist sistem çöktü.
1996 yılında eğitim görevlisi olarak gittiğim Azerbaycan’daki kardeşlerimizin madden ve manen büyük bir fakirlik içinde olduğunu gördüm. Çünkü sosyalist sistem sahipleri bu dönemde ateizmi ders olarak okutmuşlardı. Yine de onların çoğu “biz Allah’a inanıyoruz” diyorlardı.
Sürgüne gönderilenlerden bir kısmı da hala birçoğu memleketlerine dönemeyen Ahıska Türkleri idi. Azerbaycan’da Ahıskalı bir aile ile tanışmamız nasip oldu. Bu kardeşlerimiz Türkiye Türkçesi ile konuşuyorlar, aynı gelenekleri paylaşıyorlardı. Bu güzel insanlar Azerbaycan’da kendilerine bir ev yapmışlar, önündeki küçük bir bahçede yetiştirdikleri ürünler ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlardı. Aynı evin benzerini önceki sürgün memleketi Özbekistan’da da yapmışlar, orayı da bırakıp gelmek mecburiyetinde kalmışlardı.
Yukarıda bahsettiğimiz tarihlerde yaşanmış ve hala günümüzde yaşanmaya devam eden ama bu gerçekleri göremeyenler, İslam’ın yerine Batı’nın materyalist felsefesini esas alan ideolojilere göre insanların mutlu olacağına inanan, ona göre yaşayanlar var. İslam’ı bir şiddet dini olarak gösteren, İslamofobi gibi deyimlerle algı operasyonu yapanlar, sonunda aldandıklarını muhakkak anlayacaklar ama pişmanlık onlara bir fayda sağlayamayacak.
İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu milletin güzel insanları kurdukları vakıflarla derneklerle yurt içinde ve dışında mağdur insanların ihtiyaçlarını gidermek için faaliyet göstermektedir. Kurban bayramlarında yaptıkları organizasyonlarla, muhtaç ailelere et ikramıyla kurban bayramının ve inançlarının gereğini yerine getiriyorlar.
Yurt dışında Filistin, Suriye, Myanmar, Yemen, Afrika ülkeleri gibi zulüm altında olup fakirliğin zirvesinde olan yerlerde gıda, sıcak yemek, ilaç gibi ihtiyaçlar giderilmekte. Somali, Habeşistan, Nijer, Sudan gibi Batılıların madden ve manen sömürdükleri Afrika ülkelerinde su kuyuları açarak, ihtiyaçları olan dini eğitimleri vererek, gıda yardımı yaparak ülkemizi en güzel şekilde temsil etmektedirler.
İslam insanı esas alır. İnancı ne olursa olsun ona zulmetmez, onu mutlu etmeye çalışır. İstanbul’un fethinde hiç kimseye baskı yapılmamış, herkes inancında serbest bırakılmıştır. Osmanlı Devleti yıkılana kadar da bu böyle devam etmiştir. Diğer fetihlerde de aynı durum söz konusudur.
Maalesef Gezi olaylarında duvarlara “zulüm 1453’te başladı” diye yazanları, bir Yunanlı gibi düşünenleri de gördük.
İslam dışı ideolojiler insanlığa, özellikle Müslümanlara sömürüden, katliamdan, fitneden başka bir şey vermemiştir. Müslümanın Batı’dan alacağı ilim ve fenden başka bir şey yoktur. Bu ülkelerde aile müessesesi büyük ölçüde yara almış, gençler meyhanelerde, kumarhanelerde, Hollanda’da olduğu gibi uyuşturucu kamplarında vakit geçirmektedir.
Günümüzde iletişim vasıtalarıyla bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Allah’ın Rahman sıfatı kapsamında İslam dışı inançtakilerin bile araştırmaları sonucunda hidayete erdiklerini görebiliyoruz. Gazze’deki insanların zulüm karşısında dik duruşlarından etkilenen birçok gayrimüslimin İslam’la şereflendiklerini duyuyoruz. Bunlar İslam’ın kaynağına inerek hayatlarına uyguluyorlar, bizdeki eksiklikleri bile tespit edebiliyorlar.
Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu zamanda, Müslüman bir ülkede dünyaya gelmenin avantajlarına rağmen hala toplumun büyük bir kısmanda ibadet eksikliği var. Maalesef kendimizi seküler bir hayatın girdabına kaptırmış gidiyoruz. Zamanımızın çoğunu dünya meşguliyeti ile geçiriyoruz. Günümüz şartlarında ani ölümler çoğaldı. Ömrümüzün bir garantisi yok. Onun için yarın ölecekmiş gibi her an hazırlıklı olmalıyız. Hayatımızı ona göre planlamalıyız.
Ey Müslüman, uyan!
Ölüm ile yeni bir perde açılacak, orada gerçekler apaçık görülecek, dünyadaki amelimize göre yerimiz belli olacak.
Cennet ve cehennem ebedidir.
“Rabbinizin diledikleri hariç onlar gökler ve yer durdukça orada ebedi kalacaklardır. Bu nimetler bitmez tükenmez bir lütuftur.” (Hud, 108)
“Facirler cehennemdedirler. Ceza gününde oraya atılan kafirler artık bir daha çıkamayacaklar.” (İnfitar, 14-16)
Bakara 25, Âl-i İmran 116, Maide 85, Enam 128, Tevbe 68, Hud 107 ayetlerinde de cennet ve cehennemin ebediliği belirtilmektedir.
İmam Rabbani rahmetullahi aleyh buyurmuştur ki; cennet de cehennem de şu an mevcuttur. Her ikisini de Allah Teâlâ yoktan var etmiştir. Kıyamette her şey yok edilip tekrar yaratıldıktan sonra ebedi olarak varlıkta kalacaklardır.
Ey insan, yolunu bu dünyada seç. Çünkü orada seçim hakkı yok. “Bizi yeniden dünyaya gönder de ibadetlerimizi en güzel şekilde yapalım diye Allah’a yalvaracaklar ama bunun hiçbir faydası olmayacak.” Çünkü dünyada bir defa yaşama hakkı verilmiş.
Kardeşlerim inşallah İslam’ın emir ve yasaklarını en güzel şekilde yaşayarak cennette beraber olmamızı Cenabı Hak’tan dilerim.
Üstad Necip Fazıl yıllar önce şöyle seslenmişti:
“Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.”
Kalın sağlıcakla.