Şimdi Söyle Bakalım Var mısın?

Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim (ilm-العلم) genellikle “bilgi” ve “bilim” karşılığında kullanılır. Klasik sözlüklerde “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat” gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir. Bir diğer ifade ile “bilgisizliğin (cehl) karşıtı” biçiminde de tanımlanır. Aynı kökten türeyen âlim, alîm, allâm ve allâme, ma‘lûm, ma‘lûmât, muallim, müteallim, muallem kelimeleri bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır.
Yukarıda anlamını vermeye çalıştığımız “ilm-ilim”, dinimizde çok ayrı bir ehemmiyete haizdir. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.
“De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akl-ı selim sahipleri öğüt alır.” (Zümer, 9)
“Allah sizden iman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir.” (Mücadele, 11)
“Allah’tan kulları arasında (hakkıyla) ancak âlimler korkar?” (Fatır, 28)
İlim hakkında Peygamber efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmaktadır; “Hikmet mü’minin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim, 19)
Âdemoğlu dünyaya geldiği günden beri şu veya bu sebeple birçok imtihana tabi tutulmaktadır. Şüphesiz her insanın imtihanı kendisine zordur. Ancak bu imtihanların içinde öyle bir imtihan var ki Allah bu imtihan şeklinin örneğini hem Kur’an-ı Kerim’de vermiş (A’raf, 175-176) hem de habibinin dili ile bizlere uyarılarda bulunmuştur. Ve bu imtihanı kaybedenlerin kötü sonlarından bahsetmiştir. Evet, bu imtihanın adı “ilmi ile âmil olmak”tır. Yani bildiğimiz kadarı ile yaşamak, bilmediklerimizi de öğrenme gayreti içinde olmaktır.
İlmi ile amil olmak deyince ilk önce aklımıza toplumun önderleri olan âlimlerimiz gelmektedir. Bu insanlara toplum nezdinde âlim denmesine sebep olan şey bildikleri ile yaşama gayretinde olmalarındandır. Gerçek âlimler bildikleri ile insanlara yol gösterdikleri gibi yaşantıları ile de insanların önünde yürüyen birer örnek şahsiyettirler. Allah onların sayısını artırsın ve aramızdan eksik etmesin. (Amin)
Ancak hepimizin düşebileceği bir hata var ki belki de asıl sıkıntılarımızın temelini oluşturan budur. Bundan dolayı ilmi ile amil olmak ya da âlim deyince, hemen aklımıza kitapları yutmuş, hafız olmuş, bütün İslami ilimleri tamamlamış, isminin önüne profesörlük almış ya da belli bir amaç etrafında birleşmiş tarikat-cemaat-grup her ne ise bunların başında bulunan hocalar, hoca efendiler gelmektedir. Bu içinden çıkamadığımız ve bazen de çıkmak istemediğimiz büyük bir yanılgıdır. Elbette onlar çalışarak, bir takım ilimler üzerinde uğraşarak belli bir dereceye kadar ilim sahibi olmuş olabilirler. Bu noktada onlara karşı saygımız ve sevgimiz büyüktür. Ancak insan kendisini bunlara sığınarak kurtaramaz. İnsan mutlaka kendisine şu soruyu sormak zorundandır.
“Ben ne yapıyorum? Bildiklerimin ne kadarı ile amel ediyorum?”
Kardeşler! İnsanın bildiği kadarı ile amel etmesi için birçok İslami ilimleri bilmesine gerek yok. Hafız olması da gerekmiyor. Bir tarikat lideri ya da profesör olması da gerekmiyor. Şimdi biraz düşünelim. Mesela namaz kılmam gerektiğini biliyorum, kılıyor muyum; oruç tutmam gerektiğini biliyorum, tutuyor muyum; sadaka vermem gerektiğini biliyorum, veriyor muyum; tağutları reddetmem gerektiğini biliyorum, reddediyor muyum; şirke düşmemem gerektiğini biliyorum, şirkten sakınıyor muyum; televizyon ve internet hakkında çok çok seçici olmam gerekiyor, oluyor muyum; vücut hatlarımı belli eden elbiselerle sokağa çıkmamam gerekiyor, tesettürüme dikkat ediyor muyum; gözümü ve kulağımı haramdan sakındırmam gerekiyor, sakındırıyor muyum; Kur’an-ı Kerim ile bağımı sıkı tutmam gerekiyor, tutuyor muyum; emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker yapmam gerekiyor, yapıyor muyum… Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bakınız, verdiğimiz örneklerde şu açıkça görülüyor ki bunları yapmak için koskoca, kelli felli biri olmaya gerek yok. En alt kademeden bir Müslümanın doğal hali değil mi bu? O zaman sadece şu soruya ihtiyacımız var:
“Ben Müslüman mıyım; evet Müslüman’ım. O halde gereği nedir? Gereği ne biliyorsam onu yaşamaktır.”
Eğer bu soruya Kur’an ve sünnete göre cevap veremezsek o zaman şu cümlelerin ağızdan dökülmesi an meselesidir.
“Ben peygamber miyim, nasıl yapayım?
Ben sahabe miyim, onlar gibi olamam.
Onlar âlim insanlar, ben nasıl yapabilirim?” Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
Hayır kardeşim, sen belki sahabe olamazsın ama sahabe gibi yaşayabilirsin ya da o gayrette olabilirsin, sen belki “âlim” olamazsın ama ilmi ile amil olan bir Müslüman olabilirsin. Kaçamak yok. Kaçmak yok. Ne kadar ilmin varsa, ne kadar biliyorsan onu yaşayabilirsin. Allah da sana bildiklerin kadarını sormayacak mı? Zaten sen bildiklerini yaşarsan Allah sana bilmediklerini de öğretmeyecek mi?
Dur ve kendine gel. Ben ne biliyorum, ne kadarını yapıyorum diye sor kendine. Unutma bildiğin kadarı ile imtihandasın. Bilmediklerini de öğrenerek cehennemden çıkıp cennette derecelerini yükseltebilirsin. Bu yüzdendir ki ilim bir Müslüman için olmazsa olmaz olandır, bir ihtiyaçtır. Ekmek gibi su gibi elzemdir. Bu yüzdendir ki insan ilim ile hayatını idame ettirebilir. İlmi ile amil olmayan insan gece karanlığında fenersiz yolunu bulmaya çalışan biri gibidir. Hangi çukura düşeceği belli olmaz. Gece karanlığında odun mu topluyor, yılan mı bilemez.
Sonuç olarak ey Müslüman kardeşim, gel şu maddelere birlikte göz atalım:
– Gel hayatımızı Kur’an ve sünnete göre bir daha gözden geçirelim.
– Gel bu vakte kadar ne öğrendim diye bir daha düşünelim.
– Gel bildiklerimi ne kadar yaşıyorum sorusuna acımasızca nefsimizden cevap isteyelim.
– Ve gel ilmimiz ile amil olmak için var gücümüzle gayret gösterelim.
Şimdi söyle bakalım var mısın?