Sıcak Uzun ve Karanlık Bir Gece

Aman Haa!..
“Kargadan kılavuz tut, Yahudi’den tutma ha!
Hastalığa selâm dur, haçlı hapı yutma ha!
Aldatıp çıkardılar ceddimizin yolundan
Geleceği kurarken geçmişi unutma ha!”
Abdurrahim Karakoç
Tarih: 15 Temmuz 2016… Cehennem kadar sıcak… Kâbus dolu, korkulu düşler kadar uzun… Katran kadar karanlık bir gecedir 15 Temmuz gecesi!.. Bu topraklar üzerine yazılan kahpe ve alçakça senaryolardan birinin daha hayata geçirilme teşebbüsüdür o gece!.. Mehmed Âkif’in, İstiklâl ve istikbâl marşımızdaki;
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ…
Cânı canânı bütün varımı alsında Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”
Diye, dilimize pelesenk ettiğimiz mısralarından “bu cennet vatanı” bize yâr etmek istemeyenlerin yazdığı, ama kimliğini, şahsiyetini, inancını, tarihini unutmuş içimizdeki piyonistleri ve haçlı-Siyonistleriyle yönettiği senaryonun vatan sahnesine konduğu en sıcak gündür 15 Temmuz.
Anadolu’nun bağrında çilekeş bir millet olarak tarih boyunca 28 Şubat’ların en soğuğunu, 27 Mayıs’ların darağaçlı darbelerini, 15 Temmuz’ların en sıcağını, gecelerin en uzununu, karanlıkların en katmerlisini, kahpeliklerin ihanetlerin en acısını yaşadık yıllarca!..
Fakat şunu kabul etmek lâzım ki; küresel emperyalizmin haçlı hapını yutturduğu, Yahudi şurubunu içirdiği, hoşgörü ve diyalog morfiniyle uyuşturduğu FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz 2016’da giriştiği bu darbe teşebbüsü, diğerlerinden daha alçak, daha tehlikeli, daha sinsi, daha zâlim, bağrımızda açtığı yara daha derin, mukaddesat ve maneviyat dünyamızda meydana getirdiği tahribat daha acı ve daha ağır olmuştur. Bu acıyı, bu tahribatı, bizler yaşadık… Unutmayacağız ve unutturmayacağız.
Bilemedik… Bizden göründüler… İnandık… Güvendik… Çaldılar, çırptılar… Vurdular… Kaçtılar… ‘Hizmet’ diye aldattılar bizleri… ‘Himmet’ diye aldattılar bizleri… Sadaka’mıza, Fitre’mize, Zekât’ımıza göz diktiler… En kutsî duygularımızı istismar ettiler. İliğimize kadar sömürdüler.
Bilemedik, ‘Altın Nesil’ yetiştiriyoruz diyerek, gözbebeği yavrularımızı elimizden alıp mankurtlaştırarak mahvedeceklerini!.. Onları, menfur emelleri adına, açmak istedikleri her kapı için şifreli birer anahtar, birer maymuncuk olarak kullanabileceklerini bilemedik!..
Bilemedik, yalanda, iftirada, riyada, takiyyede, göz boyamada, tuzak kurmada, ihanette bu kadar yetenekli, bu kadar mâhir olduklarını! Bilemedik, cinlerin bunlardan icâzet aldığını… Şeytanlara şer sertifikasını bunların verdiğini o geceden sonra öğrendik… Yoksa, böyle çarpılır mıydık?
Bilemedik, A’dan Z’ye devletin bütün kurumlarında, bütün birimlerinde bu devlete, bu millete azılı düşman olan yerli yabancı kim varsa, bir parça kemik için onlara kuyruk sallayıp, kozmik odalara kadar girerek devletin milletin bekasıyla ilgili bütün bilgileri yabancı istihbarat birimlerine teslim edebileceklerini!
Bilemedik, o gece üzerimize ölüm kusan silahları tutan ellerin bu kadar kalleş, tetiğini çeken parmakların bu kadar kirli olacağını!.. Bilemedik, “dosta güven, düşmana korku” salsın diye alıp, ellerine ve vicdanlarına teslim ettiğimiz bu necip millete ait silahlardan atılan kurşunlarla, helikopterlerden, uçaklardan atılan bombalarla 249 şehit vereceğimizi, 79 milyon insanımızın yaralanacağını!
Bilemedik ve hiç tahmin etmedik, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, Özel Harekât Komutanlığını, mâbedleri bile bombalayacaklarını!.. Bilemedik, Milletin hür iradesiyle seçtiği Cumhurbaşkanını, başkomutanını ailesiyle birlikte yakalayıp öldürmek için Marmaris’te kurdukları tuzağa düşüremeyince nasıl kuduracaklarını!..
Bilemedik, Genel Kurmay binasındaki makamında, Genel Kurmay Başkanının bileklerine, kendi emir subayları, silah arkadaşları tarafından kelepçe takılarak götürüleceğini!.. Bilemedik, ADALET terazisini teslim ettiğimiz yargı mensuplarının (F) serisi taşıyan 1 USA doları karşılığında dünya ve ahiret de rezil rüsva olacak şekilde mülkün temelini yıkacaklarını!..
Bilemedik, milletten hak ettikleri silleyi yiyince, kurtuluş için kaçarak o beyinsiz başlarını gâvurun döşüne yaslayacak kadar sütlerinin, mayalarının ve kanlarının bozuk olduğunu!..
Her ne ise… Olan oldu… Önemli olan bir daha tekerrür etmemesi için, millet olarak bizim almamız gerek derslerdir.
15 Temmuz’u sadece Türkiye tarihi için değil, dünya tarihi için de önemli bir milat olarak görmek durumundayız. Çünkü bu tarih; ehl-i küfrün iki-üç asırdır o korkunç plan ve projelerini gerek sinsi, gerek açık bir şekilde uygulayarak, zaman zaman sinir uçlarına dokunarak test ettiği, reflekslerini ölçtüğü, fırsatını bulduğu anda öldürücü darbesini vurarak tarih sahnesinden kaldırmak istediği asil Türk Milletinin, kendisine gelerek Millet şuurunun yeniden en güçlü bir biçimde dirildiği ve tüm dünyaya “Ben daha ölmedim ve işte buradayım.” diye meydan okuduğu tarihtir.
Dün Vatanın ve Milletin geleceği tehlikeye düştüğünde, bütün imkânsızlıklarımıza rağmen, özümüzde taşıdığımız Çanakkale ruhunun, Millî Mücadele ruhunun birliktelik ve vatan ortak paydasında Türk Milletini tek yürek hâline getirmesi gibi, 15 Temmuz şanlı direnişi de, aynı ortak değerler etrafında birleşen gelecek genç nesiller için bir umut ışığı olarak kayıtlara geçecektir.
Sıcak, uzun ve karanlık bir gece!..
Yer, üzerinde şehadete erenleri unutmayalım diye adı “Şehitler Köprüsü” olarak değiştirilen Boğaziçi Köprüsü… Bir taksinin içinde bir bebek dünyaya geliyor. İlk çığlıklarını orada atıyor… Henüz gözlerini açıp ölüm kusan silahları görebilmiş değil. Ama damarlarında kanları kaynayan bedenleriyle birlikte, toplu vuran yüreklerini de şafak sökene kadar hain kurşunlara siper eden amcalarına, dayılarına, teyzelerine, ağabeylerine, ablalarına diyor ki o mâsum bebek; “Allah’tan ümidinizi kesmeyin! Ben de varım bu kavgada!.. Biz, bir ölür bin doğarız!”
Yeni doğan bebekler kırk gün yalınız bırakılmaz… Adı konulurken kulağına ezan okunur. O gece okunan ezanlar ve salâlar halkı farklı bir duygu atmosferine taşıdı, yüreklere bir ayrı işledi. Onun için de yaklaşık kırk gün sabahlara kadar meydan nöbetlerine devam etti bu millet. 16 Temmuz sabahı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeniden doğuş tarihidir.
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda ölen varsa Vatan’dır.”
Diyen şair değişmez bir hakikati ifade etmektedir. Bu bayrak da bizim, bu vatan da bizim… Dalgalanırken yüreklerimizi titreten al bayrağın gölgesinde sadece biz değil, Anadolu kıtasından daha büyük bir gönül coğrafyasının mazlumları, mağdurları, yetimleri ve kimsesizleri de gölgelenmektedir. O kimsesizlerin umududur, gözyaşıdır, duasıdır, sığınağıdır, yarınlarıdır Anadolu…
Yurtlarından, yuvalarından ve inançlarından sürgün edilen mazlumların dualarını kabul eden âlemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’ye hamd olsun… Başkomutanın bir işaretiyle hiç tereddüt etmeden harekete geçti dâvâ diye bir derdi olan insanlarımız.
Şükürler olsun ki; o gece zâlimler kaybetti, mazlumlar kazandı. Safları sıklaştırdıkça riyakârlık, ikiyüzlülük kaybetti, samimiyet kazandı. Korkaklık kaybetti, cesaret kazandı. Yalan ve ihanet kaybetti, doğruluk ve hakikat kazandı. Küfür kaybetti, iman kazandı. Silahlar kaybetti, SABIR kazandı… Ve binlerce kez şükürler olsun ki Allah’a, O’nun yardımıyla TÜRKİYE kazandı, ÜMMET kazandı…
Şimdi millet olarak arzumuz; bize bu ihâneti, bu zulmü reva gören satılmış vatan hainlerine hak ettikleri cezaların verilerek, adaletin tecellisi ve hâlâ kan kaybeden yaralarımızın sarılarak acımızın bir nebze de olsa dindirilmesidir.
Şunu millet olarak hiçbir zaman unutmayalım ki; Siyonist-Haçlı ittifakının oynadığı bütün oyunlar Türkiye üzerinedir, ümmet üzerinedir. Birlik ve beraberlik içersinde her meselemizi çözeriz. Yeter ki kendimize olan inancı ve güveni yitirmeyelim. Yeter ki dostumuzu düşmanımızı iyi tanıyıp, tedbirimizi alalım. Ya birlik olacağız, ya Suriye olacağız. Allah korusun…
Bütün gâzilerimize minnet ve şükran, şehitlerimize Allah’tan rahmet dileklerimle.