Senden Yol Arkadaşı Olur Mu?

Yola çıkıyorum. Sahiplenen beni her şeyden çok ailemden ayrılıyorum. Ailem… Ben ne zaman düşsem kaldırır beni. Bağrına basılacak bir evlat görürler beni. Çünkü onlara beni sevmeleri için zahmet etmeme gerek yoktur.
Annem beni bilmem kaç ay karnında taşır. Ben sağlıklı doğayım diye yapmadığı şey yoktur. İstemediği şeyler yer, değişik tariflere kanar da bazen pişman olur. Belki her sabah spora gider, sağlıklı yaşar.
Ruhum alışsın diye bana daha o küçücük hücredeyken dininden nağmeler dinletir. Elini şefkatle dolandırır karnında ki tümsekte. Zira bilir ki içerideki benim. Daha doğmadan hayallerle yaşatır beni.
Babam… Büyük ihtimalle o askerdeyken doğdum. Babam annemi sevdiğinin iki katı o rahimdeki küçük yaratığı sever. Düşünüyorum da ne olduğunu bilmediğin bir şeyi neden bu kadar sever ki…
Babamın elini üzerimde gezdirdiğini hatırlarım. Nasırlıydı elleri ama canımı yakmıyordu. Üstelik annemin dolayısıyla benim sağlıklı olmam ona bağlıydı.
Daha doğmadan başladı desteği. Adımı heyecanla aklında dolaştırıyor, hangisini seçse bilmiyor…
Annemin hamileliğinde her sorununda yanında olduğu gibi doğduğumda kapı gibi arkamdaydı. Evlat diye başlayan o samimi cümleleri ardından gelen kalın nasihatler… Beni yolda tutmaya yarayan o sapasağlam yönlendirmeler; bazen şakayla bazen gerçekçi…
Yola çıkıyorum. Evden şimdi çıktım. Annem ve babam sanırım işleriyle meşgul. Bense bilmediğim bir yere otobüs bileti aldım ikili koltuklardan. Yol epey uzun. Yanımdaki kim diye merak ediyorum. Aslında bunun heyecanını yaşamak için almıştım bileti.
Azık olarak babamın tavsiyelerinin iskeletini oluşturan Kur’an süzgeci ve annemin merhameti var elimde. Herkesin bu kalıplara sığmayacağını biliyorum.
Otobüse 10 dakika var. Otogarda heyecanlı bekleyiş. Öyle ki “Kim acaba yanımdaki? Hırsız mı? Katil mi? Yoksa bankacı mı?” demekten alıkoyamıyorum kendimi. En önemlisi annesi ona daha sonra babasının tavsiyelerinin kimliğini oluşturan dini nağmeleri dinletti mi?
“Ahiret Yolcusu Kalmasın!” Muavin öyle bağırdı ki herkes ölüm korkusuyla şahlandı. Otobüs tam karşımdaydı ama daha önce hiç bu kadar uzun bir otobüs görmemiştim. Sonunu göremediğim bir uzunluğu vardı. Sanki sadece 50 kişi değil de tüm insanlık binsin diye tasarlanmıştı.
İçeri giriyorum. İkili ve tekli koltukların her birine birer muavin verilmiş. Onlarla ilgileniyor ve yapmamaları gerekenleri, kendilerinin hep orada olduklarını söylüyorlardı. Garip olansa hepsinin yakalığında aynı isim vardı. Ölüm.
Muavin yerimi gösterdi. Adımı soyadımı, nerden bindiğimi ve nerede ineceğimi sordu. Eklemeyi unutmadı. “Hep buralardayım.” Yanıma tanışacağım kişi için beni yansıtan şeyler aldım. Babamın süzgeci Kuran ve annemin yadigârı merhamet.
İşte yeni birisi biniyor. Sanırım ön taraflarda tek boş yer kaldı o da benim yanımdaki koltuk. Bu benim yoldaşım olmalı. Hafif uzun boylu. Bir basamak daha var sanırım evet, epey uzun boylu.
Biletini muavine uzatırken uzun saçları rüzgârın etkisiyle yüzünü kapattı. Yüzünü biraz erken görebilmek için sağa sola uzatıyorum kafamı ama hayır göremiyorum. İşte geliyor. Muavin herkese yaptığı gibi kuralları anlattı ve ekledi “Hep buralardayım.”
Şimdi koltuğun tam önünde duruyor. Elinde fazla eşya yok, pek resmi de giyinmemiş. Sanırım rahat bir insan, “Bakıyorum da bana pek önem vermiyorsun!” demek istedim içimden.
Not 1: İnsanlar kılık kıyafetleriyle ağırlanır, düşünceleriyle uğurlanır.
Gözlerimiz birbirimizi süzüyor. Bu bakışlardan sanıyorum ki beni biraz olsun merak ediyor. Onu süzüyorum. Gözleri sanırım kahverengi. Kaşları yay gibi iki yana uzanıp gidiyor. Dudakları az konuştuğundan olacak epey ince.(Aslında bunu da not almak lazım, neyse.)
Sakalları keçisakalını andırıyor. Elmacıklarda pek kıl yok. Bıyık, varla yok arası.
Uzunca onun tarzına merak kesildim. Ve sonunda o an! Sonunda ilk cümleleri kurarak bu sessiz konuşmayı durdurdu yoldaşım.
-“Merhaba, oturabilir miyim?” dedi. İşte kalbimi kazandığı ilk an.
-“Merhaba, buyurun.” diye cevap verdim bu nazik selamlamaya.
-“Muavin, eğer önünde oturan kişi koltuğu yatırarak senin uzunca bacaklarını kıstırırsa sakın arkandakinin senden kısa olduğunu sanma, dedi.” diye başladı söze. Daha adını dahi bilmezken. Sanki hep böyle yapıyorum, laf işte.
Bu nasıl bir söze giriş? Hoop efendi, ne demek bu şimdi. İşte hanene bir eksi uzun adam, hiiç kusura bakma. Ben toparlamalıyım sanırım.
-“İsminizi lütfeder misiniz?” diye cevap verdim yol boyu yoldaşım olacak adama.
-“Ah, özür dilerim. İnsanların hep kıyafetleriyle yargılanıp atıldığına o kadar inandırıldım ki adımın ve fikirlerimin önemi kalmıyor sanıyorum hep. Adım Ömer. Boyum kadar uzun olmayan bir aklım var ama sizin merhamet süzgecinize sığar benim karakterim.”
Merhamet süzgeci mi? Bir dakika ama sana bunu anlatmamıştım Ömer bey! İşte şimdi işler çok ilginç olmaya başladı.
Not 2: Sanırım benziyoruz.
Yolculukta 2. Saatimiz. En son ki kehanetinden sonra uzun süre sustuğumu fark edecek ki neden sustun dedi.
Ne zaman senli-benli olduk demeye kalmadı ki, yine o ilginç çıkışlarından birisini yaptı. Beni hep böyle heyecanlandıracak mı?
-“Hiç yürüyen kuran gördün mü?”
-“Benimle aynı asırda yaşayan kim görebilir ki? Çok zor.”
-“Kuran-ı Kerim bu imtihan dünyasında ki kullara ulaşmak için hangi platformu kullanır?”
-“Hangi?”
-“İnsanı, insanın ruhunu; kalbini, beynini, fikrini. Hoş bunu da Allah vermiştir elbet ama yine bu alanlardan yayılır Kuran. Peki, bir insan kalbini ve ruhunu tamamen Kuran’a açmazsa eğer nasıl sesin duvara çapıp hiç bozulmadan yansıması gibi yansır kâinata?”
Not 3: Dini nağmelerden haberdar.
Yolculuğun 8. Saati ve ben ufak ufak acıktığımı hissediyorum. Koltuğun cebinden muavinin daha yenice dağıttığı kek ve meyve suyunu çıkarıyorum. Meyve suyunu açıp standa yerleştirdikten sonra keki açmak için elimi ondan çekmiştim ki hızlıca bir manevra yaptı şoför. Tüm yolcular yola dikkat kesildik bir anda. Acaba ne olmuştu, yine kimler yolumuzdan alıkoymaya çalıştı bizleri meraklanmıştık. Maalesef ne olduğunu göremedik. Yaptığım işe geri döndüğümde Ömer’in şaşkınlıkla üzerine baktığını gördüm. Yüzünü ekşitmişti ve yüzüme bakmaktan hayâ ediyordu sanki.
Birden meyve suyunun yerinde olmadığını fark ettim, olduğu gibi Ömer’in üstüne boca olmuştu. Ve
-“Neden otobüsün ani bir manevra yapacağını öngörüp daha sağlam yapmazlar ki bu stantları?”
Not 4: Kişiye değil, günaha düşman.
Bu yol yolcunun aklını alır, geri verir. Sonra tekrar alır, geri vermez. Bu yol evvela gönle hitap eder. Bilmem nereden başlayan, ahirete doğru yol alan bu otobüs, yolcularını zaman zaman denemekten çekinmiyor tabi ki, çeşitli imtihanlarla. Bu minvalde otobüsten inenler bile olmuştu.
Her namaz vakti mola veren, ırk, dil, din ayırt etmeden eğer haklıysa, hakkını veren, eğer haksızsa, hakkını alan bir otobüsteyiz.
Otobüstekiler bizi deniyor, ben Ömer’i… Onun için aldığım notlardan haberi var mı bilmiyorum. Ama eğer bu koltuk çift kişilikte beraber götürmeliydik değil mi ya?
-“Yol senin de, benim değil mi?” dedim. Ardından fark ettim ki gitgide ona benzemeye başlıyorum. Bu ani çıkışlar beni şaşırtmıştı. Hâlbuki bu çıkışı yapan bendim.
-“Yol bizim.” demesin mi? “Yol bizimdir elbet. Allah bizim için yarattı da ondan bizim. Ama kimse sahibi değil bu yolun. Herkesi bağlayan ve eşit kılan kurallar var bu yolda. Şöyle de denebilir. Hepimiz yoldayız, yol bizde değil.”
-“Hem birbirimizi yolda tutmaya gelmedik mi? Neden itelim ki yoldan aşağı?” dedim.
Not 5: İslâmî ölçülerden haberdar.
İşte yol boyu yaşadıklarım ve muhtemeldir ki yaşayacaklarım ve aldığım notlar. Yolculuk hâlâ devam ediyor. Bazı yerlerde duruyor, kalkıyoruz ve bu duruş kalkışlar bazen saatler, günler alabiliyordu.
Siz hangi koltukta kiminle gidiyorsunuz bilmiyorum. Ama sakın merhamet süzgecini unutmayın. Şimdi Ömer’e doğru bakıyorum. Elindeki kâğıt dikkatimi çekiyor;
“Beni yarı yolda bırakmaz.”