Sen Seni Yaratsaydın

Sen Seni Yaratsaydın

Tasavvuf abidesi İbn-i Ataillah es-Sekenderi (Allah rahmet eylesin), Hikmetler kitabında şöyle der:

“İnsanın amellerine itimat ettiğinin delillerinden biri de, bir hata veya günah işlediğinde Allah’ın rahmetine olan ümidinin azalmasıdır.”

Allah’a kullukla şeref sahibi olmuş biz müslümanlar çok iyi biliriz ki, Allahu Teala bazı taatları yapmamızı emreder. Bunun karşılığında bize cenneti vaad eder ve bizi kötü fiillerden nehyeder. Bunları irtikap etmemiz halinde cehennemle tehdid eder. Bizi cennete ulaştıracak amellerden biri de ayette beyan edildiği üzere; “Allah cennetle mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı.” buyurulmaktadır. Nasıl ki, bir ev satın alan kimse, o evin hakkı olan meblağı ödeyince, o ev onun mülkü oluyor da; kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar ve yaptığımız diğer ibadetler gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kalbin bile idrak edemediği bir cennete girmek için gerekli meblağı sağlamış olmuyor? Tabiri ahar ile cenneti hak etmek için kulluğumuz yeterli mi?

Ve…El cevap. Allah’a kul olmamızı gerektiren sebepler iki noktada toplanır:

Birincisi; Allah, insanın varlığına sahiptir. Yani insan, Allah’ın mülkü içindeki bir malıdır ama diğer varlıklara nazaran çok özel ve ayrıcalıklı bir varlıktır.

İkincisi; bizler, Allahu Teala’ya verdiği nimetlerin bazılarının şükrü için ibadet ediyoruz. Allah’ın sana ihsan ettiği nimetlere bak. Buna karşılık senin onun için bezlettiğin ibadetleri bir karşılaştır. (Ey nefsim!) Eğer ikisini eşit bulursan seni tebrik ederim. Artık ateşten korunmaya hak kazandın. Hatırlasana, hani bir gün basit bir hastalığa maruz kalmıştın da tatlılar acı gelmeye başlamıştı. O güzelim yiyeceklerin tadı kalmamıştı. Niye mi böyle olmuştu? Çünkü onu emanet eden geri almıştı da ondan. O halde Allah’ın senin üzerindeki en büyük nimetlerinden biri senin için yarattığı yiyecekler değil, bilakis bunları yerken duyduğun lezzet, aldığın tatdır.

(ALİ) DEMEK İÇİN DİLİNİ AĞZININ NERESİNE DEĞDİRMEN LAZIM?

Her harf için, dilimi teker teker harflerin çıkacağı yere götürdüm, bir türlü konuşamadım. Konuşurken dilim sağa sola değmesini biliyor da bunu ona kim öğretti. Ağzımızın ta iç kısmında, boğazımızda bekçilik yapan küçük dile ne demeli ya!… Ona yemek yerken nefes borusunu, nefes alırken yemek borusunu kapatmayı kim öğretti? Tabiiki bu soruların cevapları hepimizce biliniyor. Tek kelimeyle Allah.

UYKUNUN LEZZETİ NEREDE? UYUMADAN ÖNCEMİ? UYURKEN Mİ? UYANINCA MI?

İki gün uykusuz kalsam gölgeler bile beni rahatsız etmeye başlar, aklımı zabt etmem zorlaşır, bana düşen şöyle biraz uzanıp gözlerimi kapatmak olur. İşte daha kimsenin hakikatini bilemediği uyku gelip bedenimi kaplar ve rüyalar alemine dalarım. Nereden geldi bu rahatlık? İnsan uykunun lezzetini ne zaman hisseder? Başında hisseder dersek, daha uyumadın ki, nasıl olur derler.

Uyurken desem, insan uyku esnasında hissetmez derler. Uyanınca desem, artık uyanmış olursun neyi hissedeceksin derler. Doğrudur. Çünkü uykuda lezzet yoktur. Ancak uykuda eziyet ve rahatsızlıktan kurtulma vardır. Misalleri uzatmadan şöyle diyorum:

SÖZÜN ÖZÜ SEN SENİ YARATSAYDIN?

Ey nefsim! Şöyle bir bak kendi kendine, nereni beğenmiyorsun? Allah sana bir fırsat tanısa da kendi kendini yaratsan. Ancak azalarını yerleştirirken Allah’ın koyduğu yerlere koyman yasak olsa acaba nereni nereye kordun? Düşünürsek, insanın bu şekilde muntazaman yaratılması Allah’ın varlığının bir delili değil de nedir?

İşte, sayılan bunca nimetlerden sonra ortaya samimiyetin ölçüsünün konması gerekir.

Nedir samimiyetin ölçüsü? Samimiyetin ölçüsü, karşılıksız verebilmektir. İbadette samimiyet ise; cennete tamah ettiğimiz için veya cehennemden korktuğumuz için bir ibadet değil, Rabiatül Adeviyye’nin de dediği gibi. “Yarabbi ben sana cehenneminden korktuğum için ibadet etmedim. Cennetine olan tamahından dolayı da ibadet etmedim. Seni ibadete layık bir Rab olarak gördüğüm için sana ibadet ettim. Bu düzlemde;

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle, birkaç huri

İsteyene ver onları,

Bana seni gerek seni.

diyen Yunus Emre’nin meramı anlaşılmış olur. Bu mısralardan cennete tamah etmeyelim, cehennemden de korkmayalım manası çıkmaz. (neuzubillah)

İki mevzu arasındaki alakanın anlaşıldığı kanısındayım. İşte böyle ibadet edebilmek gaye olmalıdır. Aynı bağlamda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hakkında Fetih suresinde Cenab-ı Allah “Senin gelmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladım” der.

Bunun üzerine, sabah namazına Efendimiz’i uyandırmaya gelen Bilal-i Habeşi, sabaha kadar ibadetle meşguliyetinden dolayı peygamberimizin ayaklarının şiştiğini görünce;

“Ya Rasulallah, Allah senin gelmiş ve gelecek günahlarını bağışlamadı mı?” diye sorar. Efendimiz şu cevabı verir: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” (*)

Yani cennet ve cehennem olmasa da Cenab-ı Allah her halükarda ibadet edilmeye layık olan bir Rab değil mi? cevabını vermiştir.

Sahih-i Müslim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden şunu rivayet eder;

“Hiç kimseyi ameli cennete sokmayacak,

-Seni de mi Ya Rasulullah?

-Beni de. Ancak Allahu Teala beni rahmetine garkederse.”

İşte Allah’ın rahmetine gark olabilmek için O’nun sevdiği işleri (bu işlerin tümüne genel olarak ibadet diyoruz) yapacağız.

Yaptığımız ibadetler Allah’ın yapmakla bizi mükellef kıldığı ibadetlerdir. Bu ibadetlersiz bir hayat düşünülemez ve bu ibadetler, verilen en ufak bir nimetin karşılığını bile yerine getirmiyor.

Biz bu ibadetlerle rızayı ilahiyi kazanmayı istiyoruz. Onun razı olması için de ibadetlerin vazgeçilmez bir konumu vardır.

KAFİDİR; ACZİYETİ İDRAK

İnsan ne yaparsa yapsın, Allah’a gereği gibi şükretmekten aciz olduğunu bilmeli. Bunu idrak ettikten sonra şu ayetin mealini de doğru anlamış olmalıdır.

“Yaptığınız amellerin sebebiyle cennete girin.” Yani, Cenab-ı Allah’ın, “Ben faziletim ve keremimden dolayı basit ve değersiz bir nimetin şükrüne dahi değmeyen amellerinizi cennete girmenize sebep kıldım” demekte olduğundan anlarız.

MANTIKSAL OLARAK

Bizi cennete sokan amellerimiz değildir. Eğer ki cennete girersek işte o sebep, amellerimizdir. Amellerimiz ümidimizi artırmayacağı gibi günahlarla bizi yes’e düşürmesin.

O HALDE

Ümit ve korku arasında ilah olmanın bütün vasıflarını üzerinde taşıyan CENAB-I RABBİL ALEMİNE gereği gibi kul olmaya bakalım.

YARABBİ: “Bir kul nasıl olması gerekiyorsa bizi öyle yap. Rahmetini de üzerimizden eksik eyleme. Muhakkak ki sen herşeyi gören ve duyansın.” (AMİN)

* Aynı hadisi şerifin bir de Hz. Aişe’den rivayeti vardır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.