Sen Git Kendi Nefsini Kına

Sen Git Kendi Nefsini Kına

Yapılan bir yanlışı doğru ve güzel bir sözle düzeltmeye çalıştığın halde, karşılığında “herkes böyle yapıyor; herkes bu yanlışı işlediği için biz de işliyoruz; bu devirde bunu yapmayan mı kaldı?” cümlelerini duymak ne acıdır. “Bu gıdadaki katkı maddeleri zararlı maddelerdir” ya da “Bu eşyaları almak Müslümanın izzetine yakışmaz” dendiğinde; karşılık olarak “Herkes alıyor, herkes kullanıyor” ifadeleri ‘kınayıcının kınamasından korkuyorum’un başka şekillerdeki resmidir. Herkes uçurumdan atlıyor biz neden atlamıyoruz? Haydi, biz de atlayalım. Oldu mu şimdi. İslam’a uygun olan örfe uymak çok güzeldir. İzzeti, itibarı eşyada aramak ise bir o kadar gaflet olsa gerek.

Cenab-ı Hakk’ın kullarına lütuflarından birisi de kınayıcının kınamasından korkmamaktır. Bu lütfunu kullarından dilediğine verir. Maide Suresi 54. ayet-i kerimede Rabbimiz, bu lütfun şartlarını “mü’minlere karşı zillet, kâfirlere karşı izzet, Allah yolunda cihad, kınayıcının kınamasından korkmamak” maddeleriyle sıralıyor. Bu yazımızda, kınayıcının kınamasından korkmamak maddesini tefekkür etmeye çalışalım.

İnsan sosyal bir varlık olması itibariyle yaşadığı toplumdan etkilenir. Genellikle kendi akıl ve vicdanlarından ziyade içinde yaşadıkları toplumun genel geçer kurallarına uyarak yaşar. Çevresinden tepki almamak için çoğunluğun yaptığı ne ise o da aynı istikamette davranışlar sergiler. Üstelik bu davranışların ekseriyeti kendi zevkine, kendi güzellik anlayışına uymaz. Dahası bunları sorgulama yoluna da gitmez. Savunması “Herkes böyle yapıyor. Herkes böyle yaşıyor, eski köye yeni adet getirmeyelim” vs. ile geçer. Kendisi beğenmese de hatta rahatsız da olsa içinde yaşadığı toplumdan tepki alma korkusuyla yapmacık, samimiyetten uzak bir hayatın içinde ömrünü tüketir. Kendini fark etmeden hep başkası olarak yaşamak zorunda kalır. Hiçbir zaman kendin olamadan yaşamak; bu ne hazin bir hayat biçimidir.

İnsanın zor şartlara rağmen kendini gerçekleştirebilmesi için güçlü olması gerekir. Şartlar ne olursa olsun doğru bildiklerini yapabilmesi için enerjisinin ve değerlerinin farkında olması zaruridir. Bir Müslüman doğru ve yanlışı ayırmada çoğunluğu değil Allah ve Rasulünü esas alır. Allah ve Rasulünün çirkin gördüğü bir davranışı, isterse bütün dünya kabul etsin kendine bulaştırmaz. Yine Allah ve Rasulü bir şeyi tavsiye etmişse o tavsiye ettiğini de sırf Allah ve Rasulü için, seve seve yapar ve üzerinde izzetle taşır. Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler. (En’am Suresi, 116)

Zamanımızda cilalanarak sunulan birtakım çirkinlikleri kesinlikle üzerine bulaştırmaz. Şerefli bir hayat yaşar. İmam Şamil’in dediği gibi gerekirse “izzetli bir ölümü şerefsiz bir hayata yeğler.” “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran, 139) ayetinde bildirildiği gibi, imanından dolayı ahlaken üstün ve asil olduğunun bilincindedir, olmalıdır. Kendi kabiliyeti ve psikolojik kudreti ölçüsünde de çevresini etkiler. Bizim bildiğimiz Müslüman, nesne değil özne konumunda olmalıdır. Siyer kitaplarımızdaki sahabe efendilerimiz her şartta özne durumunda yaşamış ve asla etkilenen yani nesne olmamıştır.

Kadisiye Savaşı’nda elçi olarak gönderilen sahabi üzerindeki elbisenin eskiliğine ve karşı taraftakilerin süs ve şatafatına aldırış etmez. Kılıcının keskinliği ve sağlamlığı, yüreğinin gücü izzet için yeterli mesajı karşı tarafa fazlasıyla verir. Endülüs’ü fetheden Tarık bin Ziyad, bugünkü İspanya’ya girerken üzerindeki kıyafeti yamalıydı. Fakat maneviyatı itibariyle asaletinden ve haşmetinden gözler kamaşıyordu. Çünkü farkındaydı. İspanya hazineleri ayağının altında olduğu halde, askerlerinin yanında “Ya Rabbi ben bir köle idim hür yaptın. Bir askerdim komutan yaptın. Komutan idim dünyanın hazinelerini verdin. Beni nefsime bırakma.” dedi. Hazinelere itibar etmeden cihad yolunu tercih etti. Çünkü farkındaydı.

Endülüs’ün tarihten silinişindeki son devlet Beni Ahmer’in hükümdarı Abdullah-ı Sağir, vatanını terk ederken atının eyer ve mahmuzları bile altın ve mücevherdendi. Düşmanlarına teslim ettiği memleketinden annesiyle birlikte ayrılırken Padul Tepesi’nde durup son kez Gırnata’ya bakmış harika bir şehrin alevler içindeki halini hüzünle seyredip iç çeke çeke ağlamaya başlamıştır. Annesi onun bu halini görünce kaşlarını çatarak: “Ağla ey gafil, ağla! Erkekler gibi koruyamadığın şu mübarek yurdun için şimdi kadınlar gibi ağla!” demiştir. Demek ki imkânlar israfa harcandığında yenilgi ve yok oluş kaçınılmaz oluyor. Gerisi çaresizlik ve boş bir pişmanlık.

Yavuz Sultan Selim Han’a yabancı bir devletten elçi gelecek ve bazı meseleler görüşülecektir. Süs ve şatafata hiç değer vermeyen Sultan’ın üzerinde de gayet sade bir elbise vardır. Devletin azameti için kendisine görkemli bir elbise giymesi teklifi usulünce sunulur fakat Yavuz hiç de oralı olmaz. Herhangi bir değişiklik yapmadan elçiyi huzura aldırtır. Görüşmelerden sonra elçiye sorulur: “Sultanımızı nasıl buldunuz?” Cevap: “Kılıcı öyle parlıyordu ki Sultanı göremedim bile…” Bu söz üzerine Yavuz: “Bir milletin kılıcı her zaman parlamalı ki bize gelenler bizi eleştirmeye fırsat bulamasın.”
Ancak güçlü insanlar, kınayıcıdan korkmazlar. Müslüman güçlü olmaya mecburdur. Güç iki şekildedir. Fiziki ve ruhi güç. Fiziki güçlenme elde olmayabilir. Bununla beraber insan ruhunu güçlendirebilir. Bunun da en iyi yolu hiç şüphesiz ki takva hayatıdır. Kimlerle bir arada yaşadığımıza, tefekkürümüze, gece ibadetlerimize ve helal lokmaya dikkat ederek yaşamak bizi ruhen çok daha güçlü kılacaktır. Kalbi ne ile meşgul edersek o istikamette hareket ederiz. Sen kendini Hak ile meşgul etmezsen şeytan seni işgal eder. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Bütün boşlukları tespit edip Hak ile doldurmaya mecburuz. Geceye pek çok ayet-i kerimede ve hadis-i şerifte dikkat çekilmiş, mü’min kulların bu sinerjiden istifade etmeleri istenmiştir. Mevlana Celaleddin gecelerde yaşadığı aşk ve vecd halini şöyle anlatır:

“Saki kadehi aşk-ı ilahi ile doldur!
Mestaneye, ekmek sözü etmekten uzak dur!
Sun kevseri, kansın suya hep teşne gönüller,
Deryada yüzen canlı, sudan başka ne ister.
Doldur o şerabdan, yine doldur, yine bir sun!
Dursun gece, ey dost onu durdur ne olursun!
Vur uykumu zincirlere vur, geçmesin anlar.
Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar!”

“Gecenin bereketinden faydalanmak içinse şu üç husus çok önemlidir:

1- Kur’an okumak ve anlamı üzerine derin derin tefekkür etmek.

2- Namaz ibadetini huşu ve huzur hali ile ifa etmek. Özellikle kıyam ve secdeleri uzatmak.

3- İstiğfarda bulunmayı vird haline getirmek.”1 Kişinin yediği kendisini oluşturur. O halde helal lokma hassasiyeti çok mühimdir. Birlikte yaşadığımız insanlardan aldığımız sinerji de en az yediğimiz lokmalar kadar bize tesir eder. Bütün bunlarsa bizi ruhen güçlü kılar ki kınayıcının kınaması artık tesirini yitirir. Cenabı Hakk’ın, bizi kınayıcının kınamasından kurtarması dileğiyle…

1 Adem Ergül, Genç Dergisi, Kasım 2012, Diri Kalma ve Yenilenme Sırrı

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.