Selanik

20-21 Şubat 2014 tarihinde yapacağımız II. Abdülhamit sempozyumu için, 10-12 Aralık 2013 tarihinde, Prof. Dr. Levent Kayapınar’la Selanik’e geldik. Selanik’in Türk-ler/Türkiyeliler için istisna bir yeri vardır. Bundan dolayıdır ki, birçok Türkiyeli bir şekilde buraya gelmek ister. Doğrusu ben de gelmeyi çok arzu ediyordum. Yukarda ifade ettiğim sebepten dolayı o merakımı giderdim.
Batılı bir tarihçinin “Balkanlardaki Osmanlı eserlerinin %99’unu yok ettiler ama kalan %1 bir bile Osmanlının büyüklüğünü ve medeniyetini anlamak için yeter ve artar bile” dediği gibi, Selanik Osmanlı egemenliğine ilk geçen şehirlerden biridir. (1359) Osmanlının gittiği yeri nasıl imar ettiğini düşünecek olursak buraya ne kadar eser yapıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Kanuni zamanında yapılan ve “Beyaz Kule” diye adlandırılan, şehrin sembolü kabul edilen güzel kule, buraya gelen turistlerin uğrak yeri olmuş. Buraya gelenlerin fotoğraf çektirmeden gitmedikleri bir anıt halini almış.
Yunanistan’ın Atina’dan sonraki en büyük şehri olan koskoca Selanik’te toru topu üç tane cami ayakta kalmış. Kalmış kalmasına ama onlarda ibadete açık değil. Bunlardan biri olan Yeni Cami diye adlandırılan ama ‘dönmeler ’in kullandığı, Abdülhamit’in Yıldız’daki caminin hemen aynısı olan camiyi gezdim. Müze yapmışlar. Bereket versin cami, üzerinde birçok oynamalar yapılmış 0lsa da cami olma formatını kaybetmemiş.
Girişteki kitabeyi kaldırmışlar. İçerdeki Allah, Muhammed ve Car-ı Yar-i Güzîn Efendilerimizin isimlerini yok etmişler ama yerleri hala duruyor. Cami’nin haziresine de muhtelif yerlerden getirdikleri mergat kapakları ve muhtelif taşlar koymuşlar.
Şunu da ifade etmeliyim ki, burası Roma; Bizans ve Osmanlı’ya ev sahipliği yapmış önemli merkezlerdendir.
Abdülhamit’in yorulan atların dinlenip su içmeleri için yaptırdığı çeşme (öyle bir şaheser ki, çeşme demeye bin şahit gerekir) hem hayvanlara verilen önemi, hem de yapılan işe verilen ehemmiyeti göstermektedir. Yıkılmamış. İşlek bir yolun ortasında duruyor. Üstelik suyu da akmaktadır.
Abdülhamit’in İttihatçılar tarafından zorunlu ikamete gönderdikleri Alatin Köşkü’ne gittik. Şu anda Hükümet binası (Valilik) olarak kullanılmaktadır. Bereket versin bina kendini muhafaza ediyor. Bilindiği üzere tarih geri getirilemez ama insan buraları görünce İttihatçılara kızmaması mümkün değil. Niye yaptılar ki diyesi geliyor…
Yukarda zikrettiğim gibi, kökenlerinin eskilere daha eskilere dayandığını ispat sadedinde antik Yunan kalıntılarını bulmak için Roma, Bizans ve hatta Osmanlı eserlerini yerine göre ikinci plana itmektedirler. Yaptıkları kazı çalışmalarında bunu görmek mümkün.
Bilindiği üzere en hastalıklı anlayışlardan biri de insanın mefahir notasında kendini birçok yönüyle üstün görmesidir. Yunanlılarda bunu görmek mümkün.
Görüntü itibariyle şehir bizim şehirlerimize çok benziyor. Fakat daha derli toplu olduğunu söylemeliyim. Binalar enginli yüksekli olmadığı gibi yollar da düz, düzgün ve geniş.
Diğer Avrupa ülkelerine nispeten Yunan halkı daha dindar. Hafta sonu Kiliselere gelen çok sayı da insan var. Birçok alanda dini motifleri kullanıyorlar.
Bilindiği üzere Yunanistan AB (Avrupa Birliği) üyesidir. Bazı yönleriyle bunu hissedebilirsiniz ama hiçbir zaman Hollanda, Almanya, Avusturya veya diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi hayal edemeyiz.
Bir arkadaşın deyimiyle “Almanya’nın Hitlerle yapamadığını (silahla) ekonomik olarak yapmaktadır.” İstedikleri kadar kredi vermişler. Bunlarda nasıl olsa öderiz düşüncesiyle ev, araba vb işlere yatırım yapmışlar. Ev ve arabası olmayan hemen hemen kimse kalmamış. Şimdi de ödeme zorluğu çekmektedirler. AB’de verdikleri kredileri geri alabilmek için Yunan hükümetini sıkıştırmaktadır. Hatta “Kemal Derviş atayarak paralarını tahsile çalışmaktadırlar” kısaca Yunanlılar zor durumda. Kapanan dükkânlar, sıkıntıya düşen insanlar, kaybettiklerini almaya çalışan insanların grevleri… Diğer taraftan zevkinden ödün vermeyen insanlar…
Buraya gelmişken sizi bir aileye götüreyim. Çarşamba akşam saat 21’30 da evine gittiğimiz Prof. Dr. Vasilis, Yunanistan’ın ünlü Osmanlı tarihçisidir. Yaşlı ama hafızası mükemmel. İyi bir arşivci. Kendinin değerli kitapları var. Bir aksilik olmazsa Türk Tarih Kurumundan kitapları çıkacak. Gerekli konuşma ve hatta anlaşma sağladık.
Bu güzel havadis kadar önemli olan bir husus da hanımının hali. “Mübadele” döneminde gelmişler. Kendisi geldikten sonra doğmuş ama anne ve ablasının gizli gizli konuşmalarından hareketle çok azda olsa Türkçe bilmekte. Kayseri’nin Hacılar ilçesinden gelmişler. Bende Nevşehir’den (Kapadokya bölgesi) olduğumu, oraya komşuluğumuzun bulunduğunu ifade edince aman nasıl heyecanlandı. Bizler kocasıyla kitaplar hakkında konuşurken o ikide bir bana bir şeyler soruyor veya bir şeyler gösteriyor, özellikle de fotoğraflar… bir ara Üniversite de tiyatro Hocalığı yapan oğlu ve kocası yapma dercesine bir şeyler söylediler ama o duracak gibi değil. Tam bu esnada Hoca bilgisayarından kitabıyla alakalı bazı hususları göstermeye kalkınca oda bana işaret ederek diğer odaya çağırdı. Hemen bilgisayarını açarak oradaki fotoğrafları, yani Kayseri’deki virane ve yıkılmış evlerini gösterdi. Kısaca kadıncağız çok ama çok mutlu oldu.
Ben de kendilerini Türkiye’ye (Kayseri) davet ettim. Fakat çok yaşlandığını gelemey-eceğini ifade etti. Fotoğrafını çekmek istedim kabul etmedi. Bir hususu daha ifade edeyim. Güzel pastalar hazırlamış. Bir de çay demlemiş. Buralarda böyle işler ancak Anadolu’dan gelenler tarafından yapılırmış.
İttihatçılar ve Abdülhamit. Görülenlerin insanlar, görülmeyenlerin Allah tarafından değerlendirileceğini hepimiz biliriz. Niyetlerinin ne olduğunu bilmiyoruz ama İttihatçıların Osmanlıya özellikle de Abdülhamit’e çok olumsuz işler yaptıklarını biliyoruz. Özellikle Arap kökenli Mahmut Şevket, Enver, Talat ve Cemal Paşalar’ın yaptıkları… Bu hamurun çok su götüreceğini birazcık tarih bilgisi olanlar bilir.
Ben detayına girmeyeceğim ama iktidara geldikten sonra Abdülhamit’i Selanik’e zorunlu ikamete zorladıkları Aletin Köşkünü gezdim. Şu anda Valilik olarak kullanılan saray, o zaman için denizden gelinen ve şehrin dışında kalan bir binaymış. Kaçma ve kaçırılma ihtimali göz önüne alınarak, oldukça korunaklı yapılmış.
Biraz mutlu biraz umutlu hepsinden de öte içinde refah ve mutlu bir şekilde yaşadığımız Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal’in doğduğu bir şehir Selanik’ten ayrıldık.
Mevcut hali kabul etmek sanırım en doğru olanıdır. Tarihte yaşamanın bir anlamı olmadı gibi tarihsiz yaşamakta mümkün değildir.