Şehadet Bahçesinin Güllerinden Bir Gül İskilipli Muhammed Atıf Hoca

‘’Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber Mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.’’[1]
İslam, kendisine tâbi olanlardan canlarını ve mallarını sonsuz bir cennet karşılığı olarak Allah’a satmalarını ister…[2] Bu ticaret öyle zorlu ki sizden her şeyinizi Allah yoluna adamanızı ister… Kimi zaman keskin bıçağa başını uzatan İsmail aleyhisselam olmanızı, kimi zamanda cenk meydanında döne döne savaşan Hamza r anh olmanızı ister… Hâsılı bu yol insana bedel ödetir…
Bu bedeli canıyla ödeyenlerden birisi de İskilipli Muhammed Atıf Hoca’dır. Allah demenin dahi suç sayıldığı, Kur’an okumayı bırakın, evde Arapça lisan ile yazılı tek bir kitap bulunduranın dünyasının karartıldığı bir dönemde Allah yolunda mücadele edenlerdendi Atıf Hoca… Onu şehit edenler, yazmış olduğu 32 sayfalık bir kitaptan dolayı şehit etmediler onu… İskilipli Atıf Hoca ile birlikte Müslümanların içlerinde kalmış son mücadele ruhunu da yok etmekti onların niyeti… İskilipli Atıf Hoca’nın şahsında İslâm Dini’ni idam sehpasına çıkarmaktı… Lakin bilmedikleri bir şey vardı ki bu onların sonu olurken Atıf Hoca için yepyeni bir başlangıçtı… Allah yolunda öldürülenler asla ölmezler. Onlar dipdiridirler.[3] Böylece İskilipli Atıf Hoca katillerinden daha çok yaşayacaktı.
İskilipli Atıf Hoca 1875 yılında Çorum’un bir ilçesi olan İskilip’te dünyaya geldi. Daha 6 aylıkken öksüz kalan Atıf Hoca dedesinin himayesinde yetişti. İlk ilmi tahsiline köy hocasından aldığı derslerle başlayan Atıf Hoca daha sonra ilim tahsili için İstanbul’a gidecektir. Burada müderrislik unvanını aldıktan sonra Fatih Camii’nde ders vermeye başlamıştır. Meşrutiyetin ilanı akabinde çeşitli siyasi suç ve cinayetlerde suçlu bulunduğu iddiasıyla sürgün edilen Atıf Hoca cezası bittikten sonra yeniden ders vermeye devam etmiştir. Daha sonra ismi Teâlî-i İslâm Cemiyeti olan Cemiyet-i Müderrisin’in kurucuları arasında yer aldı. Başta siyasetten uzak olan, amacı yalnızca geleneksel ve modern eğitim metotlarıyla Müslümanlara ilmi ve İslam’ı sevdirmek/yüceltmek olan bu dernek, İstanbul Hükümeti’nin siyasi oyunlarıyla Milli Mücadele ve Kuvây-ı Milliye aleyhinde gibi gözükmüştür. 26 Eylül 1919’da yunan tayyarelerinden Anadolu semalarına atılan Kuvay-ı Milliye ve Milli Mücadele aleyhinde olan meşhur bildiri, cemiyet adına lakin cemiyetin izni olmadan atılmıştır. İstanbul Hükümeti, İngilizlerin isteği üzerine Teâlî-i İslâm Cemiyeti’nin ismini izinsiz olarak bildiri de kullanmıştır.[4]
İngilizlerin isteği üzerine hazırlanan bu beyanname, Anadolu’da halk tarafından makbul olan bir cemiyetin adıyla atılmalıydı ki tesirli olsun. O vakte kadar pek yararlı işler yapmış olan bu cemiyeti kullanmak gayet mantıklı idi. O zaman cemiyet içerisinde yer almış Tahir’ül Mevlevi’ye bu olay anlatıldığı zaman derhal bu teklifi reddediyor lakin baskılar üzerine cemiyet içerisinde oylama yapılmasına karar veriliyor. Atıf Hoca başkanlığında 10 kişilik idare heyetinden çıkan sonuca göre 5 kabul oyu ve 5 red oyu çıkıyor. Atıf Hoca’nın da red oyu kullanması üzerine beyannamenin altına cemiyetin mührünün vurulması reddediliyor. Bütün bu hadiseler üzerine İstanbul Hükümeti, cemiyetin izni olmadığı halde cemiyetin ismini kullanarak beyannameyi yunan tayyareleri üzerinden Anadolu’ya dağıtıyor. Akabinde bu hadiseyi öğrenen Atıf Hoca son derece mahzun bir şekilde 2 gün sonrasında Milli Mücadele yanlısı Vakit Gazetesi üzerinden bir tekzip yayınlıyor.[5] Bütün bu hadiseler detaylı bir şekilde Tahir’ül Mevlevi tarafından hatıratında[6] bizlere anlatılıyor. Hâsılı Atıf Hoca birilerinin iddia ettiği gibi vatan hainliğinden hüküm giymemiştir. Onun hain olmadığını onu yargılayanlar da çok iyi biliyordu. Lakin amaç başka idi. Atıf Hoca’nın şahsında geri kalan tüm Müslümanların da cesaretini yok edeceklerdi.
Atıf Hoca ilmiyle amil bir şahsiyet idi. Yazdığı eserler toplumun o an ki ihtiyaçlarına ve yaralarına çare olması amacını taşıyordu. Cemiyet hayatından ağır darbeler almış olan Atıf Hoca artık sadece ilim ve irşad yolunda ilerlemek istiyordu. Bir süre padişah huzurunda gerçekleşen Huzur Derslerine devam etti. Daha sonra kendi yayınevini açan Atıf Hoca ilk kitabını yayınladı. 1923 yılında tesettür üzerine yayınlanan bu kitap[7] İslam’ın emri doğrultusunda örtünmeyi ele alıyordu. Atıf Hoca’nın amacı toplumun bam teline dokunmaktı. Birilerinin milleti batılılaştırma çabasına karşı Atıf Hoca açtığı bu küçük yayınevinde eserleriyle Allah yolunda cihad ediyordu adeta.
İkinci eseriyle de toplumu felakete sürükleyen içki illetine savaş açmıştı. Din-i İslam’da Men-i Müskirat yani İslam’da içki yasağı isimli kitabıyla da içki ve zararlı maddelerden toplumu uzaklaştırmayı amaçlamıştır. Atıf Hoca’nın kitapları daha çok 30’ar 40’ar sayfalık risaleler gibiydi. Hoca’nın amacı kolay okunur ve anlaşılır bir dille kısa ve öz bir anlatımla toplumun en derin ve hassas yaralarını tedavi etmekti.
Üçüncü eseri ise ‘’Frenk Mukallitliği ve Şapka’’ isimli eseridir. Şapka kanunundan tam bir buçuk yıl evvel yazılan bu risale toplumu kılık kıyafet olarak batılılaşmaktan korumak amacıyla yazılmıştır. “Kim bir kavme benzerse, onlardan olur”[8] hadis-i şerifinin açıklaması olan 32 sayfalık bu risale İskilipli Atıf Hoca’nın idam sebebi olarak gösterilmiştir.[9] Üstelik bu kitap basılmadan önce İstanbul Maarif Vekâletine başvuruda bulunulmuş ve gerekli tüm resmi izinler alınmıştır. Hatta gerekli tetkik yapıldıktan sonra “Hoca Efendi, çok lüzumlu bir mevzua temas etmişsin. Sa’yin meşkûr olsun İndallah (Allah katında), amelin makbul olsun inşallah. Seni yürekten tebrik ve takdir ederiz.” diyerek gerekli izinler verilmiştir.
Vakit gelmişti artık. Atıf Hoca’nın şehadetine giden yolda birilerinin ona sebep olması gerekiyordu. Ki Atıf Hoca, Rabbine şehitlerden olarak kavuşsun. İstiklal Mahkemeleri denilen ve yüzlerce Âlimin darağacına götürüldüğü, hukukun rafa kaldırıldığı, birilerinin iki dudağının arasından çıkacak sözlerin kanun sayıldığı mahkemeler kurulmuştu. Atıf Hoca ise Şapka Kanunu’ndan bir buçuk yıl önce yazmış olduğu eserin Şapka Kanunu’na muhalefet etmesi gerekçesiyle yargılanıyordu. Vatana ihanetten değil 32 sayfalık bir risaleden dolayı yargılanıyordu hoca! Bugün birilerinin iddia ettiği gibi İngilizlerle anlaşmış olsa idi Atıf Hoca mahkemenin konusu küçücük bir risale değil de bu olurdu![10] Lakin onlar da biliyor ki (bugün birilerinin aksine) Atıf Hoca o davadan beraat etmişti zaten. Kurt kuzuyu yemeyi kafaya koymuştu bir kere. Suyun bulanıklığı artık bahane idi.
İskilipli Atıf Hoca son dakikasına kadar savunmasını yaptı. Saçma sapan iddialara karşı son derece naif ve ince cevaplar veriyordu. Hoca, kanun çıktıktan sonra kitabın dağıtılmadığını kanundan sonra kitabın basılmadığını söylediyse de karşısındakiler asla ikna olmuyordu. Zira bir kere kafaya koymuşlardı hocayı asmayı… Atıf Hoca naif ve ince cevaplarının yanı sıra dimdik duruşuyla da İslam’ın izzetini ve şerefini temsil ediyordu. Hâkimin alaycı bir ifade ile ‘’Hoca başındaki sarıkta bir bez parçası şapka da. Onu çıkarıp bunu taksan ne olur?’’ sorusuna cevaben “Hâkim bey arkanızda ki bayrakta bez parçası İngiliz bayrağı da onu çıkarıp yerine İngiliz bayrağını assanız ne olur?’’ diyerek okkalı bir cevap vermiştir.
Kelli felli âlimler dururken Atıf Hoca’nın asılmasının sebeplerinden birisi de Atıf Hoca’nın aksiyon adamı olmasındandı. Koskoca kelli felli hocalar sus pus olmuşken Atıf Hoca İslam’ın izzetini ve şerefini ayakta tutmak için gayret gösteriyordu. Mahkemede o kadar sıkıştırmalarına rağmen kanundan sonra kitabın basılmadığı ve dağıtılmadığını söyledikten sonra kitabın içeriğiyle ilgili olarak halen fikrinin değişmediğini kitapta ne yazıyorsa aynen kabul ettiğini cesurca ifade etmiştir. Onu asanlar Müslümanlara gözdağı verdiler! Susun ve ne deniyorsa onu yapın demenin bir yoluydu bu. İşe yaradı da Atıf Hoca’nın durumundan sonra bir 30 – 40 sene daha kendine gelemedi Müslümanlar.
Rivayet odur ki Atıf Hoca şehadetinden evvel savunmasını hazırladığı akşam kâğıtlar üzerinde uyuya kalır ve bir rüya görür. Rüyasında Efendimiz aleyhisselam “Bize gelmek dururken ne diye müdafaa hazırlayıp durursun!’’ der. Bunun üzerine uyanan Atıf Hoca müdafaasını yırtıp, ertesi gün mahkeme de müdafaa yapmayacağını beyan etmiştir.
4 Şubat 1926 günü idam sehpasına yürüdü Atıf Hoca… Ölüme yürürken bile sabırlı ve metanetli idi… Dimdik duruyordu zalimlerin karşısında… Son sözü sorulduğunda ‘’Zalim ve katillerle mahşer yerinde hesaplaşma mukadderdir’’ dedi şehadetinden önce…
İskilipli Atıf Hoca’ya bir mezar taşı dahi çok görülmüştür… Şehadetinden sonra ailesine ve akrabalarına türlü eziyetler yapılmıştı. Herkes onlardan vebalıdan kaçarcasına kaçıyordu. Zira şehadet bahçesinin bir gülü olmak için evvela o bahçeyi kanıyla sulaması gerekirdi bu yola talip olan kişinin… İskilipli Atıf Hoca artık o bahçenin güllerinden bir gül idi… Artık O ve onun gibi bu yolda kanlarıyla canlarıyla bedel ödemiş olanlara ne hüzün vardı ne acı ne de keder… Onlar şehadet bahçesinin gülleriydi artık… Allah İskilipli Atıf Hoca’ya da onun gibi bu yolda kanlarıyla canlarıyla bedel ödeyenlere de rahmet etsin. Allah’ım bir 4 Şubat günü yazılan bu yazının yazarına da okuyucularına da İskilipli Atıf Hoca gibi senin yolunda sabırlı ve metanetli bir şekilde dimdik durabilmeyi nasip et… Vesselâm…
[1] Bakara Suresi 214. Ayet
[2] Tevbe Suresi 111. Ayet Meâli: ‘’ Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.’’
[3] Bakara Suresi 154. Ayet Meâli: ‘’Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız.’’
[4] İkdâm Gazetesinin 26 Eylül 1919 tarihli nüshası
[5] Vakit Gazetesi 1034 numaralı Nüsha
[6] Tahirü’l-Mevlevi; Matbuat Âlemindeki Hayatım
ve İstiklal Mahkemesi Hatıraları
[7] Tesettür-i Şer’î isimli kitap
[8] (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031)
[9] Kitaba ulaşmak isteyenler için kitap 1975 yılında Sadık Albayrak tarafından sadeleştirilerek Çile Yayınevinden yayınlanmıştır.
[10] ‘’Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, s.109-115, Yayına Hazırlayan: Ahmed Nedim’’