SAHİ NEDİR İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

SAHİ NEDİR İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği fikrine dayanmaktadır. Literatürde oldukça tartışmalı olan toplumsal cinsiyet kavramı ilk defa İstanbul Sözleşmesi ile uluslararası norm haline gelmiş ve tanımlanmıştır. Sözleşmede toplumsal cinsiyetin tanımı şu şekildedir: “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir.” Bu tanım olabildiğince genel, olumlu veya olumsuz etkileri olan rol ayırımı yapmayan, nitelikten ne kastettiği açık olmayan bir içeriğe sahiptir. Tüm sözleşme kadına yönelik şiddeti bu ucu açık tanıma dayandırarak önlemeyi tavsiye etmektedir. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet tanımını yapan ilk uluslararası anlaşma olması bakımından da önemlidir. Sözleşmede feminist ideolojinin dili ön plandadır. Sözleşmenin “Kadınlara yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılığa neden olan ve kadınların tam ilerlemesini engelleyen ve kadınlar ile erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçisi olmayan güç ilişkisinin tezahürü olduğunun bilincinde olarak” hazırlandığı ifade edilmiştir.

İstanbul Sözleşmesinin perspektifini oluşturan toplumsal cinsiyete dair metinlerde din bir ayrımcılık kaynağı olarak sunulmaktadır. Onlara göre din, ataerkil iktidara meşruiyet sağlamakta, kadına ikincil bir rol vermektedir. Geleneksel değerler, örf adet kültürde çoğunlukla bu bakış açısıyla hedef tahtasına oturtulmaktadır. Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, “Taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus” un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar” şeklinde geçmektedir. Burada şiddetin yukarıda vurgulanan geniş içeriğinin göze alınması önemlidir. Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı durumunun şiddet olarak kodlanması için yeterli olabilecektir. Ayrıca sözleşmede namus ifadesi “sözde” vurgusuyla verilmekte, bu şekilde hem kadın hem erkek için bağlayıcılığı buluna namus kavramı tahfif edilmektedir. Din ve namus şiddetle ilişkilendirilerek kullanılmakta, sanki namus, din, gelenek kavramları şiddetin kaynağıymış gibi sunulmaya çalışılmaktadır.

Sözleşmedeki  şiddet kavramının içeriği oldukça belirsiz bir şekilde şöyle ifade edilmiştir: “kadına karşı şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.” Bu tanımın içeriğinde belirtilen ıstırap verebilecek olan ifadesinin neyi içerdiği belirsizdir. Aynı şekilde psikolojik şiddetten ne anlaşılacağı muğlaktır. Sözleşme boyunca geçen tüm şiddet ifadeleri bu genel söylemi referans almaktadır. Bu ifadeler istismara oldukça açık, şiddeti uygulayan veya mağdur olanın öznel değerlendirmelerine imkan tanıyacak ölçüdedir.

Toplumsal cinsiyet ile ilgili metinlerde cinsel kimlik ve cinsel yönelim de ele alınan ve savunulan olgulardır. Bu durum İstanbul Sözleşmesi’nde de görülmektedir. Sözleşme  hükümlerinde cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayırım yapılmaması adına, bu olgular legallik elde etmiştir. LGBTİ örgütleri bu sözleşmeye dayanarak, siyasi iktidarın LGBTİ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüğü olduğunu ifade etmektedir.

Sözleşme kadına yönelik şiddeti sadece toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden açıklamaktadır. Sözleşmenin Giriş bölümünde de “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği toplumsal cinsiyete dayanmaktadır” denmektedir. “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi” ismindeki bu belgede şiddeti önlemeye ilişkin tüm önlemler toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yöneliktir. Literatürde kadına yönelik şiddete ilişkin tanımlanan risk faktörlerinin hiç birine yer verilmemiştir. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen risk faktörlerine değinilmemiştir.

  Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu Sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamamaktadır. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte de, ülkemizde istatistikler şiddetin azalmadığını göstermektedir. Bir bakıma uygulamada olan İstanbul sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet perspektifinin hem ülkemizde hem de dünyada şiddeti önlemedeki başarısı oldukça tartışmalıdır.

Sözleşmenin gündem olduğu ülkelerde güçlü bir muhalefet oluşmuş toplumsal cinsiyet ideolojik bir kavram olarak değerlendirilmiştir. Sözleşme toplumların yapısını değiştirmeye çalışan gizli gündemli bir metin olarak ele alınmakta; Kilise başta olmak üzere, sağ partilerden, liberal politika karşıtlarından, toplumun farklı kesimlerinden büyük tepkiler toplamaktadır.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadına yönelik şiddetin var olduğu, bunun gün geçtikçe arttığı görülmektedir. Bu durumun nedenlerinin  objektif bir şekilde ortaya konması ve müdahale programları geliştirilmesi gerekmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik durumuna rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak veya kadını sadece ev içi rollerle tanımlamak demek değildir. 

Kaynak:

Av. Muharrem Balcı Eserleri

aileakademisi.org

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.