Renksiz Öfke

Gözlerimiz değişmese de dünyamızı görüş ve biliş şeklimiz daima değişir. Çevremizdeki bilgi akışından etkilenir ve gördüğümüz yahut duyduğumuz her şey hafızamızın derinliklerinde yer eder ve hayata bakışımızda söz sahibi olurlar. İşte bu çevresel girdilerin beynimizde işlenip bunların sosyolojik, psikolojik yahut aksiyoner çıkarımlarına algı diyoruz. Kim olduğunuz yahut olacağınızın nihai kararının verildiği yer de işte tam burası. Çünkü mizaçlarımızın farklılıklarının ortaya döküldüğü kısım da burası. Aynı girdinin farklı bireylerdeki yansıması bir anlamda. Toplum mühendisliğinin de hedef aldığı nokta burasıdır. Kişisel farklılıkların tüketim ve inanış alanlarında minimalize edilmesi, daha kontrol edilebilir ve aynı amaca kanalize edilebilir olması kitleleri kollektif şuurdan cüda eden, kendi mizaç yahut inanç değerleri için savaşamaz hale getiren, toplumdan izole edilme korkusu çeken bireylerin çoğalmasına önayak olmuştur. Basiretsiz akıllara çekilen brifinglerin sözcüsü olma ihtiyacı hisseden gençler, neyin çığırtkanlığını yaptığını dahi fark etmeksizin üretilmeye çalışılan toplumun yamağı haline gelmiştir.
2000’lerin ikinci 10-yılında iyiden iyiye hayatımıza girmiş “röportaj” terimi önce iyi top oynadığı yahut sesi iyi olduğu için şöhret dünyasına adım atan insanların toplum ve birey temalı eğitimlerinin azabında can çekişmiş, sonrasında toplumun her köşesindeki bireylerin kendince tespitlerine megafonluk etmiştir.
Her ne olduysa tam bu noktada olmuş. Eleştirilerin kıdemli yahut ünlü insanlardan değil de toplumun bizzat kendisinden gelmesini daha samimi bulan insanlar; siyasi, dini yahut toplumsal tüm eleştirilerini kimi zaman halkın okumuş-okumamışının kimi zaman aktörlerin diline koymuştur ki arzu edilen tepkinin ve yeltenilen isyanın aslında halkın kendine ait olduğu kanısı yerleşsin. “Sokak röportajı” adını alan bu dâhiyane buluş, sayısız mikrofonun dur durak bilmeksizin mesai yapması ile aslında yüzyıllardır her liderin halka zerk etmek istediği ideal nefretin ve tek düzeli sese ulaşmanın yolu haline geldi. Bilhassa politik muhalefetin kalbinin attığı canlı röportajlar her geçen gün yeni kahramanlar doğuruyor ve toplum inşasının geleceğini şekillendiriyor.
Toplumun bilgisiyle alay etmeyen de yok değil tabi. “Kâbe nerede?”, “kaç melek var?”, “dört halifeyi say?” tadında ilkokul dini bilgilerden yoksunu mu ararsınız yoksa yakın tarihin en temel, dillere pelesenk olmuş olaylarının isimlerini yahut tarihini birbirine katanı mı?
Yüksek provokasyon potansiyeli taşıyan yegane konular ise toplumun ayrıştığı politik yahut dini konular ki bunlar yoksa bile olsun diye uğraşan “benimci” mikrofoncular kamera önünde 3-5 insanı kavga ettirip para ve şöhret peşinde koşadursun, tüm gününü bu saçmalıkları izlemekle geçiren her yaştan vatandaş orada sunulan nezaketsiz, agresif, kızıl düşmanlık besleyen “ödemeli atılmış” sovyetçilerle faşistleri(!) ülkenin kemik kitlesi zannediyor. Bu sanrıları okullara, iş yerlerine hatta ailelerine taşımaktan geri durmuyor.
Tüm dünyaca kabul edilmiş, farklı fikirlere saygılı yönetim anlayışı(?) sırf kozmopolitanlıktan muaf Avrupa toplumlarında işe yarıyormuşcasına göründüğü için çok uluslu toplumlara dayatılması öngörülmüş ve ortaya kendinden olmayanı aşağılayan ultra aydın liberallerle dini yalnızca kültür mesabesinde bir eğitime mahkûm bırakılarak anlamaya çalışmış halkın amansız savaşlarına tuz biber ekmiştir.
Sokakta potansiyel bir “sizce…” temalı bir mikrofon uzatılıp zorla rezil edilmeye çalışıldığınıza yahut çevreden gerek gayr-i ihtiyari gerek ödenmiş bir aktörün size ezeli düşmanıymışcasına hakaretler savurduğunu görürseniz en mantıklı hareket umursamazca yürütüp gitmek olacaktır ki muhtemelen size zorla kendi fikrini dayatacak bir kaç aptalın stresinden kendinizi kurtarabilirsiniz.