Peygambere (aleyhisselam) İhanet

“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.” (Nisa, 80)
Güvenli iletişim vasıtalarını sıralarken belki de ilk sırada en güvenilir yol olarak ulak göndermeyi sayarız. Bilindiği gibi elçi, sahibi adına görevli memurdur. Bu anlamıyla; Allah’ın seçtiği ve insanlara ayetlerini tebliğle görevlendirdiği resuller de en sadık elçilerdir. Elçiye ikram, saygı ve itaat elçinin şahsına değil onu vazifelendiren makama ve temsil ettiği zat-ı celiledir.
Bu nedenle her kim Allah’ın elçisine ikram eder, saygı gösterir ve itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de nefsine uyar, itaatten ve saygıdan yüz çevirirse Allah’ın elçisine isyan etmiş olur. Hucurat suresinin girişinde ifade edildiği gibi; onun önünde gidenin, onun sözünün üstüne söz söyleyenin, onun yanında sözünü yükseltenin, amelleri boşa çıkar, ona sıradan biri gibi bağırıp çağıranlar, onu rahatsız edenler akılsızlardır. İtaatten ve edepten ayrılanları da Peygamber aleyhisselam’ın kötülüklerden korumak gibi bir vazifesi yoktur. Allah azze ve celle, Peygamberini isyancıları korumak için göndermemiş, bilakis onları son bir kez daha hakka ve hakikate çağırmayı murat etmiştir.
“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 79) hükmüne karşı münafıkların bir kısmı artık Muhammed, Allah’lık iddiasında bulunmaya kalkışıyor demek istediler. Bunun üzerine Âl-i İmran suresi 32. ayet nazil oldu: “De ki, Allah’a ve Peygamber’e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”
Peygamber’e itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Adem’e secde etmenin Allah’a secde etmek, onun emrine tazim göstermek olduğu gibi. Bu itaat Peygamber’in zatına değil onun getirdiği, tebliğ ettiği ve hayata geçirdiği ilâhî mesaja itaattir.
İtaat; “Uymak” demektir ki; hükmün çeşitlendiği, kargaşanın çıktığı bir ortamda hükmüne başvurulacak otorite şeklinde karşımıza çıkar. Kulların imtihanları da burada başlar. Allah’ın Elçisinin hükmüne mi, dolayısı ile Allah’ın otoritesine mi uyacak yoksa heva ve hevesine, tağutlara ve şeytanlara mı uyacak?
“Lailahe illallah” diyen bir toplumun en önemli özelliği ilahı olan yüce Allah’ın otoritesini kabul etmek ve O’na itaat etmektir. Kendisine inanılan ancak otoritesi ve hâkimiyeti kabul edilmeyen ve itaat edilmeyen ilah olamaz. İtaatin en önemli ürünü toplumda birlik ve beraberliğin oluşması, tefrikanın ortadan kalkmasıdır. Mü’min toplumlar otorite merkezlerini şaşırmamalı, doğuda ve batıda kendilerini yönetecek tağutlar aramamalı. Rabbini şaşıranların birlik ve beraberlikleri bozulur.
“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmran, 31)
Sevgi, insan ruhunun yücelik ve güzellik sezdiği bir şeye yönelmesi, ona yaklaşmak için sebepler aramasıdır. Sevenin hedefi, sevgilinin rızasını almak, öfkesinden korunmaktır. Velhasıl Allah’a itaat ile Resulüne itaat arasında karşılıklı bir gereklilik vardır. Bu itaat doğrudan doğruya Allah’a itaattir. Burada Hristiyanların Hz. İsa’da sandıkları gibi, hâşâ Allah’ın birliği Hz. Muhammed aleyhisselam’ın şahsında yok olmuş değil, tam aksine Hz. Muhammed aleyhisselam’ın hakikati ve şahsiyeti Allah’ın birliğinde yok olmuştur.
Bu gerekçelerden dolayı, açıkça peygamberliğe şehadet edilmedikçe, “EŞHEDÜ ELLAİLAHE İLLALAH” cümlesi ile Allah’ın birliğine Allah’ın murat ettiği gibi gerçek bir şehadet yapılmış olmaz. “VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RESULÜHÜ” cümlesi de yüksek sesle haykırılmalıdır. Bu iki şehadetin birleştirilmesi şarttır. Zira yüce rabbimiz:
“De ki, Allah’a ve Resul’e itaat ediniz! Eğer onlar yüz çevirirlerse, şunu bil ki, Allah kâfirleri sevmez.” buyurmuştur. Kelime-i şehadetin ikinci kısmını söylemeyenler peygambere ihanet etmişlerdir. Peygamber Efendimizin ferman buyurduğu her şey emanettir. Bu emanetleri yerine getirmemek ihanettir. Bu terk edilen -Allah muhafaza- itikadi bir ferman ise azabı mucip bir ihanet olur. Fıkıh, ibadet, sosyal hayat ve muamelat konularında ise bu ihanetin dünyevi, uhrevi ve sosyal cezaları olacaktır. Allah’a verilen söz tutulmamış, O’nun peygamberine bağlılık ihlâl edilmiştir.
“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa, 69)
Ayetteki itaat; Problemlerimize Kur’an ve sünnet merkezli çözüm aramaktır. Kendi görüşlerimizi, düşüncelerimizi yargılarımızı Allah ve Resulü’nün hükmünün önüne geçirmememizdir. Tâğuta iş ve hüküm danışmamaktır. Allah’ın otoritesinden üstün otorite tanımamaktır.
Ayette sayılan bu dört grup insan ilâhî ihsana mazhar olmuş kişilerdir. Yüce Rabbimiz burada bize münafıklar gibi, ikiyüzlülük yapıp sosyal yapıyı ve manevî alanı kirletmememiz için bir amaç koymaktadır. Ümmete yön çizmekte ve önlerine bir hedef koymaktadır. Hedef cennette sayılan dört grup insanlarla beraber olmak ve onlarla arkadaşlıkta bulunmak, onlar gibi davranmak, onları örnek almak ve onlar gibi olmaktır.
“Arkadaşın güzelliği” kavramı Müslüman toplumda oluşması gereken sosyal gruplara işaret etmektedir. Efendimiz; “Kişi arkadaşının dini üzerinedir. Her biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine baksın.” buyurarak Allah’ın dostları olan gruplarla Allah’a ve Resulüne ihanet eden hainlerin farklarına işaret eder. “Cennet dostları ile cehennem dostları aynı olmaz.”
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız. Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.” (Enfal, 27-28)
Dağların taşların, yerlerin göklerin kabul etmediği emaneti yüklenen bizler bu yüce ayetle üç konudaki ihanetten şiddetle sakındırılıyoruz. Bunlar; Allah’a ihanet, Resulüne ihanet ve emanetlere ihanettir. Dinimiz, malımız, canımız, aklımız, çocuklarımız, eş ve dostlarımız bize emanettir. Allah’ın istemediği bir yola girersek, hem Allah’a hem de emanetlere hıyanet etmiş oluruz.