OTUZ YAZAR BİR KİTAP

Memleketimde iş makinesi izlemek dışında farklı bir hobi daha var. Gün aymadan kalkıp yatak sizi mıknatıs gibi çekerken hazırlanmak, haziran sıcağında üzerinize bir hırka alıp yollara revan olmak… Güneş tam doğmamış olmalı ki hem zatıalilerinin doğuşunu hem peribacalarındaki ışık oyunlarını hem de uçmaya hazırlanan balonların yeni gelin telaşını kaçırmayalım. Önce balonu uzun araçlarla taşıyorlar, yere seriyorlar, vantilatör gibi bir aletle iyice açıyorlar sonra iki yüz Euro veren gece üçten beri bu anı bekleyen müşterileri tek tek sepetlere alıyorlar.
Tüm balonlar cümbür cemaat aynı anda hazırlanmaya başlıyor ama hepsi aynı anda hareket edemiyor, aynı yüksekliğe kadar çıkamıyor, aynı yerleri dolaşamıyor ve doğal olarak da aynı saatte iniş yapamıyor. Havalandıktan sonra rüzgar, pilotun manevraları, diğer balonların konumu, peri bacaları gibi çok fazla değişken devreye giriyor ve her bir balon muhtelif yönlere, farklı mesafelere çıkıyor. Bu karmaşa ortamı biz izleyenlerin hoşuna gidiyor; kabiliyetli bir ressamın sergisini gezer gibi gözümüzü alamıyoruz gökyüzünden. Hepsi aynı anda havalansa, aynı yöne gitse bu kadar güzel görünür müydü?
Balonda olunca insan hemen diğer balonlara kayıyor gözü. Yükselenlere imreniyor, aşağıda kalanlara acıyor, geç kalkanlara endişeleniyor, erken inenlere üzülüyor, vadiden heyecanla semaya bakıp iç geçiren insanları görünce balonda olduğuna seviniyor. Balonları izleyen kalabalık oldukça büyük bir topluluk ise uzaklardan olduğu için bu duyguyu yaşayamayanları düşünüp kendini şanslı hissediyor ya da iki yüz Euro’ su olmadığı için kendini bahtsız hissediyor. Hiç gelemeyenler de Instagram’ da çeşit çeşit fotoğrafları, videoları görüp ölmeden önce gidilmesi gereken yerler listesinin üst sıralarına Nevşehir’i ekliyor.
Hangisi daha şanslı, kim daha mutlu Allah-u Âlem. Tıpkı Necip Tosun’un merakla beklediğim yeni kitabı “Yazma Dersleri” gibi. Rengarenk balonları seyrederken kapıldığınız duygulara bu cüsseli kitaptaki edebiyatçıların yazarlık serencamlarını okurken de kapılabilirsiniz.
“Yazarların yaşam öyküleri yoktur; onların yaşam öyküleri yapıtlarıdır”
Yazma Dersleri, ülkemizde görmeye pek alışık olmadığımız “edebiyatın ideolojilerin üzerinde olduğu” gerçeğini okurlarına anlatmadan gösteren bir kitap. Sadece bir kesimin tanıdığı ve önemsediği edebiyatçılar değil, genel olarak Türk edebiyatında kabul görmüş ve ardında belge bırakmış her bir yazar abartılı yergiye veya övgüye gidilmeden objektif bir şekilde anlatılmış. Değer vermek için yazarların ölmesi beklenilmemiş, yaşayanlar da kitaba alınmış. Romancılar, öykücüler ve şairler, “o şöyleydi, bu böyleydi, o bir zamanlar şöyle bir ifade kullanmıştı” diyerek elenmemiş. Normalde böyle seçki kitaplarda kendine pek yer bulamayan İsmet Özel’ de bizlerle bilmediğimiz yönlerini paylaşmış. Sanki otuz yazar, en çok vakit geçirdikleri yazı masalarından bir süreliğine başlarını kaldırıp yazma yolculuklarının ve yaratıcı düşünce dünyalarının perde arkasını, yazarlık serüvenlerinde karşılaştıkları güçlükleri bizlerle paylaşmış.
Pek çok yazar adayının merak ettiği soruların cevapları da kitabın satır aralarında gizli. Yazarlık doğuştan mı gelir yoksa çok çalışmayla mı olur? Deneme mi, öykü mü, şiir mi yazmalıyım, buna nasıl karar vereceğim? Yazar olarak geçimimi kitaplardan sağlayabilir miyim? Siyasetten bağımsız, objektif bir yazar olabilir miyim? Yazarlığım özel hayatımı etkiler mi? Yazarlar yazarları sever mi? Onlar da bizim gibi mi?
Yazarların yazarlığa başladıkları dönemden itibaren onları yazmaya yönelten nedenler ve yazarlıklarını destekleyen ortamlar nelerdir? Başarılı bir yazar olmalarının nedenleri ve beslendikleri, etkilendikleri yazarlar, sanatçılar ve düşünürler var mıdır? Yazarların erken dönemden hayatlarının sonuna kadar yazma konusunda nasıl bir düşünce serüveni olur ve ne tür değişimler geçirmişlerdir?
“Galiba hiçbir hikâye ölmüyor, anlatıcısını bekliyor bulunca da kendini ona teslim ediyor”
Yazma Dersleri, metroda, otobüste, göz ucuyla, rastgele bir kez okunup bırakılacak eserlerden değil, kütüphanemizin başköşesine konulacak bir kaynak kitap. Sevdiğim birçok yazarın yazmaya dair görüşlerini öğrendiğim için benim için de ayrı bir yeri oldu. Ahmet Mithat Efendi bölümünde kendisinin edebiyat dünyamızda hak ettiği yerde olmadığına hüzünlendim, Füruzan’la “yazma bilinci” kavramına aşina oldum, Ferit Edgü ile dile verdiğim önemi tekrar gözden geçirdim. Sait Faik’in “Alemdağ’ da Var Bir Yılan” öyküsünün gücü; rüya, resim, müzik ve terkip kelimelerinin üzerinde bir tül gibi varlığını hissettiğim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk şiir kitabını altmış yaşında yayımladığı; Reşat Nuri Güntekin’ in en büyük pişmanlığı; Abdülhak Şinasi Hisar’ın mükemmelliyetçiliği bu kitapla öğrendiğim bilgilerden. Bir ara “Yazma Dersleri” kitabını okuyanlara kitapta ismi geçen tüm eserleri tekrar okumaları için bir hayat daha verilmesini isterken buldum kendimi. Her sayfasında kendini gösteren bir emek, titizlik, disiplin fark edilen Yazma Dersleri’ nin son sayfasına geldiğimde yanımda kitabın hacmini aşan notlar ve araştırılacaklar listem vardı. Böyle kıymetli bir çalışmayı edebiyatımıza kazandırdığı için Necip Tosun’a teşekkürü bir borç bilirim.
“Yazma Dersleri, Türk edebiyatında genel kabul görmüş otuz romancı, öykücü ve şairin kendi açıklamaları ve görüşlerinden yola çıkarak; onların yazma tutumlarını ve yaratıcı düşünce dünyalarının perde arkasını, yazarlık serüvenlerinde karşılaştıkları güçlükleri de ele alarak ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Çalışmada yazar ve okur arasına fazla girilmemekte; belirli bir yazma ve yazarlık ilkesinden sonra söz yazara bırakılmaktadır. Yazarlar birinci ağızdan kişisel deneyimlerini, yazarlık felsefelerini, duygu dünyalarını içtenlikle ortaya koyarak kendi yazarlık serüvenleriyle yüzleşmektedirler.
Yazar ve şairlerin hangi duygularla ve nasıl yazdıkları, yazma isteklerini nelerin harekete geçirdiği, nasıl bir yazı evreni oluşturdukları, yazma sorunlarının neler olduğu ve neden bu yazma biçimlerini seçtikleri gibi soruların cevaplarını arayan bu çalışma, özellikle yazmanın doğasını merak eden okurlara kullanışlı bir rehberdir.
Bu kitap, bir “edebiyat dersleri” ve “yazma kılavuzu” olmasının yanı sıra, “hayat kılavuzu” olma özelliği de taşımaktadır. Kitaba bir bütün olarak bakıldığında, yazarlığa başlangıç adımlarından veda dönemlerine kadar bir yazarın “yazarlık biyografisi” nin de ortaya konduğu görülür. Kuşkusuz, yazarın hayatı ve yazarlığı ayrılmaz bir bütündür. Bu bağlamda yazarlar, yazarlık süreçlerinden damıttıkları hayat görüşlerini de bu yazılara yansıtırlar. Bir hayat nasıl yaşanmış, bu hayatın içindeki yazma hikâyeleri nasıl oluşmuş, bir yazar imgesi nasıl yaratılmış ve ondan bize ne kalmış… Bu kitapta ele alınmaktadır. Böylece okur, Ahmet Mithat’tan Tomris Uyar’a, Orhan Pamuk’a kadar uzanan yaklaşık yüz elli yıllık bir yazma serüvenini panoramik olarak görecek; bu yazarlar üzerinden değişen yazma anlayışlarını karşılaştırarak kendine bir yol haritası çizebilecektir.”
Sümeyye ÇİFTÇİ