Otuz Dakika

Otuz Dakika

Ezan okunuyor. Hâlâ bilgisayarın başındayım. Peygamberin adını ezanda duyuyor “sallallahu aleyhi ve sellem” diyorum. Dilim ezanın çağrısıyla hareket etmekte. Bense hâlâ bilgisayarın başındayım. Abdestimin olması beni tembelliğe itiyor. İmam da ezanı huşu içinde yavaşça okuyor. Kulağım ezanda. Gözlerim ise hâlâ bilgisayarda!

Ezan bitti! İmam sustu! Gökler duruldu! Kulağım işitmez oldu! “Yatsı namazının sünnetini bazen terk etmekte sünnettir” sözünün ardına gizleniyorken, yerimden kalkıp bilgisayarı kapatıp, dışarı çıkıyorum. Evden çıkmadan önce babama nereye gittiğimi söylüyorum. Oturduğu yerden hafifçe doğrulurken “tamam” diyor. Kapıyı kapatıyor, çıkıyorum. Tek başımayım. Tekbir getirerek, attığım her adımda bir sadaka vererek doğru yürüyorum. Babam evde… Hafifçe doğrulduktan sonra ne yaptı bilmiyorum. Benim nereye gittiğimi biliyor ama arkamdan ayak sesleri gelmiyor. O, hâlâ evde. “Hadi baba, sende gel” diyemiyorum. Yüzümü önüme eğip masumca “sen gelmiyor musun” da diyemiyorum. İma bile edemiyorum. Bakmayın öyle… Diyemiyorum işte. “İnşallah” diyorum. “İnşallah, benim camide yaptığımı babam evde yapmıştır.”

Camiye sağ ayağımla girerken “Allah’ım rahmet kapılarını aç” diye dua ederek bir sünneti yaşamaya çalışıyorum. Aklımda ise, sünneti iki rekât kılıp, hemen farza yetişmek var. İkinci rekâtta aklımın ısrarlarına daha fazla dayanamıyor, üç ve dördü de kılıyorum. Farza ise cemaat rükûda iken yetişiyorum. Camiye son girenlerdenim. Farza son yetişenlerden… Bu yalnızlık bana çok sevdiğim Ebuzerr’i hatırlatıyor (radiallahu anh). “Ebuzerr de yalnızdı” diyerek dağıtıyorum hüzün bulutlarını ve hafifçe bir tebessüm ısmarlıyorum saadet asrına.

Vitirde ilk olarak Kureyş suresiyle peygamberi hatırıma getiriyor, ikinci rekâtta ise peygambere “ebter” diyenlere kaş çatıyorum. Bir yandan da ebter’in ne olduğunu öğrendiğim gün geliyor aklıma. Kevser suresini bilerek okumadığım, okumak istemediğim günler…

Otururken şehadet parmağımı kuvvetlice, gururla kaldırıyorum. Ve son sözler… “Allah birdir” derken ebter’le gelen sinirli hali üzerimden atıyorum. “Allah samed’dir” diyorum. Sonra tekrar tekbir alıyorum. Namazıma sağ ve sol omzumdaki melekleri şahit tutarak son veriyorum.

İçimde bir ses! “Kalk, tespihini de evde çek” diyor; aklımsa “son girdiğin yerden yine en son sen çık.” Aklının peşinden giden ne kaybetmiş? Sonuncu olmasam da sonuncularla beraber çıkıyorum camiden. Secdelerimi sol ayağımla geride bırakırken “Allah’ım fadl kapılarını aç” diyorum. İki sünnetle girdiğim camiden yine iki sünnetle çıkıyorum. Gündüz yağmur yağdığı için gecede ayrı bir güzellik var, bir doymuşluk, dinginlik var. Toprağın kokusunu alabiliyorum, çok güzel kokuyor cefakâr toprak. Yağmurla tazelenip, adeta yeniden doğan toprağın kokusunu gönlüme kadar çekiyorum.

Karşıma bir dost çıkıyor. Selam veriyorum, karşılık veriyor. “Nasılsın ağabey” deyince solunum yollarında ki rahatsızlıktan bahsediyor. Telefonu çalınca sevgili cümlelerle vedalaşıyoruz. Gözüm gecenin serinliği ve güzelliği ile sokakta yürüyüş yapan gençlere takılıyor. Elimde anahtarlar, seri adımlarla apartmana giriyorum. Asansör yine en üst katta! Yanıma teşrif etmesini bekliyor, gelince biniyorum. İçerideki aynada kendime bakıyorum. “Allah’ım yüzümü güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” diyorum. Bu da asansör sünneti işte. 🙂 Aynada, beyazlaşan saç tellerimin varlığından tekrar haberdar oluyorum. Ulvi bir anlam yüklü belki ama anlam vermekten kaçınıyorum bu beyazlara. Asansör duruyor! Evdeyim. Hemen odama gidip, bu otuz dakikayı zihnimden atmak istercesine kaleme sımsıkı sarılıyorum.  Babama selam veriyor, kendisi hakkında “inşallah vazifesini yapmıştır” diyerek hüsn-i zan besliyorum. Aksini düşünmek beni mutsuz ediyor. Mutsuzluk zamanla kar olup, saçlarıma da yağıyor. Her gün başka bir beyaz…

Şimdi, 31. dakikada ne mi yapıyorum?

Furkan Suresi 77. ayet* aşkına dua ediyorum.

*De ki; Eğer duanız olmasa Rabbimin katında ne öneminiz var.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.