OSMANLIDA İLİM VE İRŞAD MÜESSESELERİ

OSMANLIDA İLİM VE İRŞAD MÜESSESELERİ

Osmanlı’da örgün eğitim, sıbyan mektepleri ve medreselerle sağlanıyordu. Okuma yazma öğretiminin yapıldığı ve temel ilmihal bilgilerinin verildiği sıbyan mekteplerinin sayısı, tahmin edemeyeceğimiz kadar çoktu. Evliya Çelebi, kendi devrinde sadece İstanbul’da 1933 tane sıbyan mektebi olduğunu bildiriyor. Bu mektepleri hayırsever halk yaptırırdı ve bunlar genellikle camilere bitişik olurdu. Aileler 4-6 yaş arasındaki çocuklarını buralara gönderirdi. Kız çocukları için ayrı sıbyan mektepleri olabildiği gibi, birlikte eğitim gördükleri zaman da kızlarla erkekler ayrılır; böylelikle İslamî terbiye daha küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanırdı. Mektepteki muallimler, medrese mezunları arasından seçilirdi. Bazı yerlerde imam ve müezzinlerin de muallimlik yaptıkları görülmekteydi. Osmanlı’da bir işi yapabilmek için diplomadan ziyade liyakat önemli idi. Yapılan imtihanı geçebilenler muallimliğe, müderrisliğe veya diğer mesleklere atanabilirdi. Ayrıca gerek sıbyan mekteplerinde gerek medreselerde muayyen bir tahsil süresi yoktu. Zeki ve gayretli talebeler daha kısa sürede icazetini alabilirdi.  

Sıbyan mektebini bitiren öğrenciler medreselere başlardı. Medreseler de kademe kademe idi. Bu kademeler, müderrisin aldığı yevmiyeye göre isimlendirilirdi. Mesela müderrisi 20 akçe alan bir medreseye 20’lik medrese denirdi. Sıbyan mektebini bitiren bir talebe, tahsiline devam edecekse, 20’lik medreseye başlar, buradaki derslerini ikmal edip icazetini alınca 30’luk medreseye geçerdi. 40’lık, 50’lik medrese derken devrin en önemli ve en büyük medreselerinden olan Sahnı Seman veya Süleymaniye’de tahsile başlardı. Fatih’in yaptırdığı Sahnı Seman ile Kanuni’nin yaptırdığı Süleymaniye medreseleri devrin en meşhur medreseleri olup içinde ihtisas sınıflarını da barındırıyordu. Bunlardan ayrı olarak da pek çok ihtisas medresesi kurulmuştur. Tıp sahasındaki ihtisas medresesine Darü’ş-Şifa, hadis ilmindeki ihtisas medresesine Darü’l-Hadis, Kuran ve kıraat ilmindeki ihtisas medresesine Darü’l-Kurra gibi isimler verilmekteydi. Son zamanlarda kadı, imam-müezzin, vaiz vs. yetiştiren ihtisas medreseleri de açılmıştı. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed medreselerde, muallim olacaklar için formasyon dersleri de koydurmuştu. Medreselerin çoğunda bir müderris bulunurdu. Bir üst medreseye atanmak isteyen müderrisin düzenlenen imtihanda başarılı olması gerekirdi. Osmanlı’da, özellikle yükselme devirlerinde, bir memuriyete atanabilmek için başarılı olmak şarttı.

Medreselerde hem aklî hem naklî ilimler okutulurdu. Naklî ilimler için Şam ve Mısır’ın büyük din âlimleri, aklî ilimler için de Semerkant’ın büyük bilginleri İstanbul’a davet edilmiştir. Bunlardan büyük Matematikçi Ali Kuşçu’yu İstanbul’a davet eden Fatih, İstanbul’a gelirken konakladığı her menzil için ona 1000 akçe ihsanda bulunmuş, İstanbul’da da yüksek bir maaş tahsis ederek onu Ayasofya müderrisliğine atamıştır. Ali Kuşçu, medreseleri yeni baştan yapılandırmış, medreselerde köklü değişiklikler ve önemli düzenlemeler yapmıştır. Ayrıca Kanuni zamanında da medreselerde yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Büyük ilim adamları olan medrese hocaları günlük hayattan ve halktan uzak değillerdi. Ulemanın irşadı halka açıktı. Bu irşatlar, genellikle şu üç mekânda olurdu:

1. Ulema Evleri: Osmanlı, ilim adamlarına çok değer verdiği için ulemamızın mali durumu yerinde idi ve genellikle geniş konaklarda otururlardı. Bu konaklarda, halka açık dersler okuturlardı. İlmi dersler için evlerini açan âlimlerimiz, dini mevzularda müşkülü olanları da evlerinde kabul eder, sordukları sorulara gereken cevapları burada verirlerdi.

2. Kıraathaneler: Osmanlı kıraathaneleri günümüz kahveleri gibi lüzumsuz yere vakit geçirilen yerler değildi. Zaten kıraathane “okuma evi” anlamına gelmektedir. Kıraathanelerde genellikle temel başvuru eserleri bulunurdu. Kıraathaneler ilim, edeb ve sanat merkezleriydi. Şairler burada şiir okur, şiir üzerine konuşur; müderrisler bir araya gelip ilmi sohbetler yaparlardı. Kıraathaneye gelen diğer insanlar da bu ortamdan istifade edip bilgilerini ve kültürel birikimlerini artırırlardı. Öyle ki ümmi insanların içinden bile divan şairleri çıkmıştır.

3. Camiler: Osmanlıda camiler asrı saadetteki gibi aktifti. Ramazanlarda camilerde iftarlar verilir, avlularında sergiler açılırdı. Camiler, en önemli yaygın eğitim merkezlerinden biriydi. Camilerde halka açık fıkıh, hadis, tefsir dersleri okutulurdu. Bu dersleri müderrisler verirdi. Camilerde ders verme yetkisi olan müderrislere “Dersiâm” denilirdi. Osmanlı’nın son zamanlarında Darülfunun (üniversite) açılınca pek çok dersiâm öğretime burada devam etmiş ve camilerdeki geleneği aynen devam ettirerek derslerin bazılarını halka açık yapmıştır.

Camilerde ders okutanlar sadece dersiâmlar değildi. Mutasavvıflar da güzel tasavvufi eserleri okuturlardı. Mesnevihanlar yahut Mevlevi dedeleri, Mesnevi, Bostan, Gülistan gibi tasavvuf klasiklerini orijinal Farsça metninden okur ve şerh ederdi. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu derslere olan iştiyakı ve katılımı sayesinde daha küçük yaşlarında Farsça’yı öğrenmiştir.

Osmanlıdaki en önemli yaygın eğitim merkezlerinden birisi de tekke ve zaviyelerdi. Eğitim metotlarından en önemlisi, bir rol modeli taklit etmektir. Tekkeler, rol model olan mürşit (olgun, kâmil insan) örnekliğinde dini eğitimin ve edeb inceliklerinin uygulamalı olarak öğretildiği mekânlardı. Müridin yaptığı hatalar mürşit veya halifesi tarafından anında ikaz edilip düzeltilirdi. Mürid, cemaat üzerine tecelli eden ilahi rahmet ve maneviyat ikliminde, bu iklimin kişiye verdiği neşve içerisinde eğitimini tamamlardı. Tekkelerde dini-tasavvufi eğitimin yanında dil ve musiki eğitimleri de verilirdi. Tekke şiirindeki, Tekke musikisindeki samimiyet ve etkileyicilik âşikardır. Tekkelerde yetişen şairler, sadece halka yönelik eserler vermemiş, klasik tarzda da mükemmel eserler ortaya koymuşlardır.

Osmanlı’da hemen her meslek ve meşrebe uygun tekke mevcuttu. Tekkelerin hizmetini gören ve orada daimi kalan müridler olduğu gibi, buralara mesleği dışındaki sair zamanlarda devam edenler de olurdu. Özellikle Ahi Tekkeleri esnaf tekkeleriydi. Ahilik, Osmanlı’daki en önemli tasavvufi teşkilatlanma örneklerinden birisiydi. Esnaf localarına mensup olan ustalar, kalfalar, çıraklar haftada en az bir kere Ahi tekkelerine gelerek burada edep erkan öğrenirlerdi. Esnaf localarını bugünkü esnaf odalarına (Fırıncılar odası, Berberler odası gibi) benzetebiliriz. Ama bugünkü odaların pek çoğu tabeladan ibaret kalmaktadır. Günümüzdeki esnaf odalarından daha geniş yetkileri olan esnaf locaları, mükemmel bir teşkilatlanma örneği sergilemekteydi. Bunlar, esnafın sıkıntıları ile ilgilenir, meslekî yeterliliklerini ve ticaretlerini geliştirmek için onlara yardımcı olur, meslekte ustalaşanlar için merasim tertip edip ustalık icazetini tescil eder ve onlara dükkan açma ruhsatı verirdi. Dini bayramlardaki esnaf geçitleri ve gösterileri gibi sosyal faaliyetleri de organize ederdi. Ayrıca esnaf locaları ve esnaf dükkânları, ahlakî, ilmî, edebî mevzuların konuşulduğu, kalfa ve çırakların çok yönlü yetiştirildiği birer kültür merkeziydi.

Bugün bizlere düşen vazife eskinin güzelliklerini şekilde olmasa da özde canlandırmaktır. Dernek, vakıf gibi müesseselerimizi yaygın eğitim hizmetlerinde daha canlı, daha aktif hale getirmeliyiz. İbadet saatleri dışında boş kalan camilerimizi her türlü meşru işlerimizin, her türlü sosyal faaliyetlerimizin yapıldığı mekânlar haline getirmeli, böylelikle onları yalnızlıktan ve mahzunluktan kurtarmalıyız. 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.