Okçular Tepemiz

Biz darbeler döneminin gençleriydik. Ayrıştırmaların en keskin yaşandığı, her grubun kendi mücadelesini sokaklara taşıdığı (daha doğrusu bazı ellerin karşıt grupları sokaklarda çatıştırdığı) yıllardı. Halk birazcık özüne dönecek olsa o çuval sallanır bir kaosu bahane edenler ardından bir darbe yapar, başını kaldıranın başının gitmesine bahaneler üretilirdi.
Kimi gençlerin, sosyalist, kimilerinin kominist, faşist, kimilerinin yeşilçam filmleriyle hayatımıza girmiş aktrist rol modelleri vardı.
Biz efendimiz sav ve yol arkadaşlarının hayatını okuyarak büyüdük. Hz.Ömerler, Ammarlar, Mus’ab bin Umeyrler örnek aldığımız şahsiyetlerdi.
Meselâ o dönemde ihtida etmiş Malcolm X, Muhammed Ali gibi müminler mücadeleleriyle azimli duruşumuzu perçinlemişti.
Daha sonraları kendime “neden rol modellerimiz hep erkekmiş diye sordum. Oysa bizim tarihimizde Hz.Haticeler, Asiye validemiz, Hz.Meryem annesi Hanne vs. Vakıflar kuran Osmanlı sultanları varken cinsiyetimize uygun Hz.Aişe ve daha birçok sahabi anneler dururken neden hep erkek rol modeller tercih etmişiz. Mesela hepimizde fatih hayranlığı var iken neden hiçbirimiz fatihin annesi olma hayali kurmamışız.
Bunun elbette birden çok sebebi vardı.
İlki bir Müslüman olarak inancımızı yasamak noktasında şartların zorluğu sebebiyle galiba bizim güçlü karakterlere ihtiyacımız vardı.
İkincisi başörtüm ortaokulda matematik öğretmenim(!) tarafından defalarca hakarete uğrayarak başımdan saçlarımla birlikte yolunarak çıkartılmış olması benim çocukluk travmamdır. Hep bir gün tesettürümle hayatın içinde olmak, bir erkekten beklenen mücadeleyi kadın olarak vermek. Bundaki gayem bu zulmü bize reva görenlerin karşısına eşit pozisyonlarda çıkmak, zulüm düzenin çarkını tersine çevirmekti.
Daha çocuk yaşlardaydık, toyduk ve en önemlisi kapitalist sistem tabiri caizse bizim mahalleyi de kafalamıştı.
Çünkü kadının üniversite bitirmesi, erkek gibi artık her işin üstesinden gelmesi, para kazanıp özgürleşmesi (!), kadının anneden başka her şey olması, kısacası kadının erkekleşmesi bize de cazip gösterildi. Zira bütün zehirler itlaf köftesinde saklıydı.
Buna sebep biraz da annelerimizin geleneksel yapıda ezilmişlikleri oldu.
Çünkü erkekler kavvam olmayı baskı kurmaya, güç kullanmaya ve otoriter olmaya dönüştürdü. Kadınlar da hak arama uğruna erkekçe tavırlar sergilemeye başladı.
İşin özeti: Annelik itibarsızlaştırılırken; “özgürleşiyoruz” naralarıyla kızlarımız kapitalizmin kölesi oldu.
Sonunda haddi aşan zıddına hizmet etti ve kadınlar maskulen erkekler feminen oldu.
Çünkü kadın çalıştı eve para getirdi ev işlerine, çocuklara yetemeyince tabii olarak erkeğin de ev işlerini yapması beklendi.
Bu görev dağılımı fabrika ayarlarını da gittikçe bozdu.
Sadece karakterde kaymalarla kalmadı bu daha sonraki kuşakların fiziğine de yansıdı.
Korkarım ki bundan sonraki nesil annelerin bizim gibi çocuğum iyi bir üniversite bitirsin eşi olsun, işi olsun, aşı olsun derdinden ziyade doğduğu cinsiyette kalabilsin mücadelesi verecek.
Bizler ilim sahibi olmakla, diploma sahibi olmayı karıştırıyoruz hatta (fazla iddialı bulmazsınız umarım) kimsenin kızının ilim sahibi olması umurunda değil sadece kızları erkeğin eline bakmasın, kendi ekonomik özgürlüğüne kavuşsun, anneler kendi olamadıklarını kızları olsun, egoları tatmin olsun, kocasının karısı değil evin reisi olsun diye kızlarını okutuyor.
Lisans, yüksek lisans, atanma derken en doğurgan yaşları kariyerler için kurban ediliyor.
Hepsine ulaştığında ya kimseyi beğenmiyor ya da hemen çocuk düşünmüyor.
O saatten sonra bir, en fazla iki çocuğu bile yüksünüyor.
Nüfusumuz hızla düşüyor kim yetiştirecek bekamız için elzem gençliği. Aileler kaybolup gidiyor. Kızlarımızın bizim gibi gelinlik, evlilik, pembe panjurlu evinin bahçesinde boy boy oynayan çocuk hayalleri yok artık.
Kendi parasını kazanıp, tek taşını kendi alıp kendi taktığı, kedisiyle köpeğiyle yaşayacağı ailesiz bir ev hayali var.
İnsan:
Ya ideal beni yaşar
Ya da benin ideallerini.
Kuran bizden ideal beni yaşamamızı ister zira fıtratımıza konulmuş bir kuvve var o da ANNE olmak.
Efendimiz sav. “cennet kadınların ayağının altında” demez “annelerin ayaklarının altında” der. İslam toplumu, tarihsel süreç boyunca sadece dini inançlarla değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve ahlaki değerlerle de şekillenmiştir. Bu değerlerin başında aile yapısı, özellikle annelik gibi önemli bir kavram gelir.
Bunun yanı sıra, İslam toplumunun tarihindeki önemli anlardan biri olan Uhud Savaşı ve Okçular Tepesi olayı, annelik ve toplumda kadının rolüne dair önemli dersler sunar.
Savaşın en kritik anlarından biri, okçuların görevlerini ihmal etmeleri ve Okçular Tepesi’nden ayrılmaları sonucunda meydana gelmiştir. Bu olay, sadece askeri bir hata olmanın ötesinde, toplumun birlik ve beraberlik anlayışını ve bu değerlerin ne kadar savunulması gerektiğini gözler önüne serer. Toplumun farklı bireylerinin rollerine olan bağlılığı ve fedakârlığı, savaşın sonucunu belirlemiştir.
Okçular Tepesi’nin İslam toplumunda sembolik bir yeri vardır çünkü bu olay, sadece askerlerin değil, tüm toplumun, her bireyin görevine sadık kalmasının ne kadar önemli olduğunu vurgular. Anneler de bu toplumda tıpkı askerler gibi fedakârlık ve özveri gerektiren bir rol üstlenir. Anneler, sadece çocuklarını yetiştiren kişiler olarak değil, aynı zamanda toplumun geleceğini şekillendiren temel değer olarak kabul edilir.
İslam’da annelik, sadece biyolojik bir süreçten ibaret değildir. Anneler, aynı zamanda dini, kültürel ve ahlaki değerleri çocuklarına aktaran, onları doğru yolda yetiştiren bireylerdir. Kur’an’da, annelere olan saygı ve sevgi vurgulanmış, annelik mertebesi yüksek bir değer olarak kabul edilmiştir. Özellikle, bir kişinin annesini üç kez övmesi gerektiği belirtilmiştir: “Ve biz insana, ana-babasına güzel davranmasını emrettik. Annesi onu zorlukla taşımıştır ve zorlukla doğurmuştur. Onun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Onun için, ey insan, bana şükret, ana-babana da teşekkür et. Unutma ki, sonunda bana dönecek ve yaptıklarının hesabını vereceksin.(lokman 14)
Bu ayet, anneliğin İslam’daki önemini ortaya koyarken, aynı zamanda annenin çocuğa olan katkısının sadece fiziksel değil, manevi açıdan da büyük bir öneme sahip olduğunu vurgular. İslam, annenin çocuk üzerindeki eğitici ve öğretici rolünü yüceltir. Annelik, bir toplumun temellerini güçlendiren en önemli unsurlardan biridir.
Okçular Tepesi’nden bahsederken, İslam toplumunun genel yapısını anlamak için bu olayın toplumsal yansımalarına da göz atmak önemlidir. Uhud’da anneler, savaşa katılan erkeklerin ve özellikle gençlerin anneleri olarak önemli bir yer tutmuşlardır. Onlar, çocuklarının savaşa katılmasında büyük bir fedakârlık sergileyerek, toplumlarının zaferi için cesaret vermişlerdir. Bu, İslam’daki annelik anlayışının, sadece evde çocuk büyütme değil, aynı zamanda topluma katkı sağlama anlamına geldiğini de gösterir.
İşte özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla bizim kaybımız ya tarihsel anne örnekliklerimizin tanınmaması ya da öncü annelerimizi güncelleyememiş olmamızdır.
Ben üçüncü çocuğuma hamile kaldığımda hannenin hayatını okurken fıtratımdaki kuvveyi(potansiyel) keşfetmiştim.
O kadar içselleştirmişim ki “Allah’ım bu evladımı ümmetin selametine, eski izzet ve şerefine kavuşması için senin dinine hizmete adadım” demiştim. Anneliğin değiştirici ve dönüştürücü gücünü fark etmemde bir dönüm noktasıydı benim için.
Medine’deki anneler, çocuklarını sadece fiziksel olarak değil, manevi olarak da yetiştirmiş, onları toplumlarına hizmet etme bilinciyle büyütmüşlerdir. Bu durum, anneliğin toplumda bir eğitim ve değer aktarma süreci olarak nasıl algılandığını gösterir. Okçular Tepesi’ndeki fedakâr davranışlar, sadece bir savaşın sonucu değil, aynı zamanda annelerin toplumsal yapıya sağladığı katkıların bir sonucudur.
İslam’da annelik, toplumun geleceğini inşa etme noktasında büyük bir sorumluluk taşır. Bir annenin sağladığı eğitim, sadece çocuklarının bireysel gelişimini değil, aynı zamanda o toplumun ilerlemesini de doğrudan etkiler. Medeniyetin temellerini atan anneler, sadece kendi ailelerinin değil, tüm toplumun geleceğini şekillendirir. Bu bağlamda, anneliğin İslam toplumundaki yeri, her geçen gün daha da önemli hale gelmektedir.
Sonuç olarak şu noktayı koymak istiyorum:
Okçular Tepesi ve annelik, İslam toplumunun kültürel ve toplumsal yapısının önemli birer parçasıdır. Okçular Tepesi’ndeki olay, bireylerin görevlerine sadık kalmasının ve toplumsal birlikteliğin önemini gösterirken, annelik de bu toplumsal yapının merkezinde yer alır. Annelik, sadece bir biyolojik süreç değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi değerlerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, toplumların geleceğini şekillendiren bir sorumluluktur.
Kim bu sorumluluğu sorun olarak görürse bilsin ki; bu toplumun daha çok doktora, daha çok mühendise, atama bekleyen, yıllarca kariyer pesinde koşan kızlara değil, toplumu inşâ edecek annelere ihtiyacı var.
Doğrulun anneler…
Sizin “bu dünyaya çocuk mu doğurulur” dediğiniz dönemde Gazze’de saat başı beş çocuk öldürülürken bombalar altında nikahlar kıyılıp Gazze kadınları saatte yedi çocuk doğuyorlar. Neden???