NEYZEN TEVFİK

Süleyman Erguner anlatıyor:
“Onun sanatçılığı hakkında çok şey söylendi. Oysa ben onun sanatını Beykoz’da gördüm.
…Bir grup arkadaşla Beykoz’daki ormanda bülbül sesleri eşliğinde oturuyorken sohbet o kadar uzadı ki sabah vakti yaklaştı. Herkesin sızdığı bir anda Neyzen, yavaşça neyini çıkardı ve usul usul üflemeye başladı. Neyin sesini duyanlar, uyanarak onu dinlemeye başladılar. Çıt çıkarmamaya çalışıyorduk. Size anlatmak istediğim bir sahne var ki yıllar geçtiği halde aklımdan çıkmaz: Neyzen, dizlerini bükerek oturmuş, makamdan makama geçerek neyini üflerken, bir anda çok ilginç bir şey oldu ve bülbüllerden biri ağaçtan aşağı inerek neyin üstüne konuverdi. Gözleri kapalı neyi üflemeye devam eden Neyzen, gözlerini açtığında bülbülü karşısında bulmuştu; fakat istifini hiç bozmadan kuşa muhabbetle baktı… İkisi bir süre bakıştıktan sonra bülbül uçup gitti. Neyzen bir süre sonra neyini muhafazasının içine koyup sanki hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönerek uyumak üzere uzanmıştı.”
Neyzen Tevfik, sanatını icra ederken bir başkasının isteği için değil, kendi istediği için yerine getirirdi. Hele bu istek üst kademedeki yöneticilerden gelirse o zaman daha da kızar:
“[i]Süfehanın sazıma meftun oluşu
Nazarımda, su içen eşeğe ıslık gibidir.” der ve orayı terk ederdi.
Kıvır kıvır, gri beyaz saçları, bir elinde neyi ve hemen hemen neyiyle aynı boyda ince sopasıyla, çevresindekileri umursamaz bir şekilde dolaşan, ilginç bir kişiydi Neyzen Tevfik. Yalnızca dostları ve kendini tedavi eden doktorları değil hemen tüm İstanbullular, onun dünyaya boş veren bu pervasız tutumuna saygı duyarlar ve kırmamaya çalışırlardı.
Günün birinde onun perişanlığını bilen bir zat, damadına: “Yavrum git Neyzen’i al gel.” der. Bir faytonla yola çıkan ve onu Galata Köprüsü’nün altında yatarken bulan damat o anı şöyle anlatır:
“Gözünü açmış bana bakarken:
- Ooo, damat bey! Teşrifinizi neye borçluyum? dedi.
- Efendim, kayınpederim sizi davet ediyor. Eğer gelirseniz çok memnun olacağını ifade etti dedim.
- Yaa, demek davet ediliyoruz!.. Davete boyasız ayakkabı ile gidilmez, dedikten sonra, çıplak ayağını yandaki ayakkabı boyacısının sandığının üzerine koymuş ve küçük boyacı çocuğa, emir verircesine seslenmişti: “Boya bakalım şunları!”. Boyacı çocuk şaşkın bakışlarla: “Nasıl boyayayım abi?” dediğinde ise kızgınlıkla kükremişti: “Boya işte! Bir ayakkabıyı nasıl boyuyorsan öylece boya!” sesimi çıkaramadan her iki çıplak ayağının, bir ayakkabı gibi boyanmasını beklemiştim.
- Hah, şimdi oldu işte!.. Haydi damat bey gidelim!..
Eve geldik. Yedirdik, giydirdik, 12 gün bir dediğini iki etmeden misafir olarak ağırladık.
Güzel güzel konuşup meşk ederken bir gün bağırıp çağırmaya ve küfür etmeye başladı.
- Alın mallarınızı!..diyerek üstündekileri çıkarıp fırlatmış ve eski elbiselerini giyip, kapıyı da hızla vurup gitmişti. Kayınpederim, yaşlı gözlerle arkasından bakakalmıştı.”
Refik Fersan bizzat yaşadığı bu hatırayı böyle anlatıyor.
Çok istisna karaktere sahip olan Neyzen Tevfik, 1879 yılında Bodrum’da doğdu. Asıl adı Tevfik Kolaylı olan sanatçı; babası Bafralı Hafız Hasan Fehmi, Bodrum’da rüştiye öğretmenliği yaptığından, ilkokulu burada bitirmiş, sonra da o zamanlar 12 yıl eğitim veren İzmir İdadisi’nde eğitimini sürdürmüştür. Bu yıllarda tanıştığı ve devrin hiciv ustası olan Şair Eşref’ten hem şiir yazma hem de hicvetme tekniğini öğrendi. Sağlık durumu elvermediğinden ve klasik eğitimden de pek hoşlanmadığı için tasavvuf ile ilgilenmeye başladı.
1898’de İstanbul’a gelerek Şeyhülislam Musa Kazım ve M. Akif Ersoy’dan büyük destek gördü.
Fethiye Medresesi’nde okudu. Arapça, Farsça, Fransızca derslerini Akif’ten alan Neyzen, Hacı Arif, Tamburi Cemil Bey ve Ûdî Nevres Bey’den musiki dersleri aldı. Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerine devam ederek tasavvuf kültürünü zenginleştirdi. 1902 yılında Sütlüce Bektaşî Tekkesi Şeyhi Mümin Baba’ya bağlandı.[ii]
Akif’e o kadar bağlanmıştı ki hatta bu yüzden iki kez Mısır’a gitmiştir.
1951 yılında çevrilen bir filimde aldığı rolu başarıyla yerine getirdiğinden hayli takdir toplamıştır.
Yakalandığı bronşitten kurtulamayarak 1953’te vefat etmiştir. Hem Mevlevî hem Bektaşî geleneğine göre cenaze merasimi düzenlemek suretiyle Kartal Mezarlığına defnedilmiştir.
Ölmeden önce Cemalettin Server’e: “Şahit ol Server, ben şuurlu bir mü’minim.” sözü onun dini inancı hakkında bilgi vermekte.
Mala mülke değer vermeden, etrafındaki haksızlıkları alaya alan, derviş meşrep bir kişiliğe sahip olan Neyzen Tevfik, neyini hiçbir zaman maddi kazanca alet etmemiş. Gönül adamı kişiliğiyle öne çıkmıştır.
“ Aks edince gönlüme Şems-i hakikat [iii]pertevî
Meyde Bektaşî göründüm, neyde oldum Mevlevî.” mısraları onun yaşayış tarzı ve düşüncesi hakkında fikir vermektedir. Hayatında kendisine maddi kazanç sağlayacak kişilere iltifat etmemiş, bildiği ve inandığı gibi yaşamıştır.
“Felsefemde yok ötem, ben çünki sırr-ı vahidim
Cem-i kesrette yekunen sıfr-ı mutlak olmuşum
Yokluğumla aşikâkrım, ehl-i beyte aidim
Secdemin şeklindeki ism-i Muhammed şahidim”
Neyzen’in nükteleriyle birlikte kalender meşrepliği, alaycılığı, haktan ve halktan yana oluşu onun, insanlar tarafından sevilip tanınmasını sağlamıştır.
Bazı şiirleri bestelenen Neyzen, çeşitli makamlarda ney taksimlerinden oluşan birçok plak doldurmuşsa da bunların pek azı muhafaza edilmiştir. Neyzen Tevfik’in yayınlanmış “Hiç” ve “Azab-ı Mukaddes” adlarında iki şiir kitabı bulunmaktadır.[iv]
Garip, yalnız ve ilginç kişiliğiyle yaşamını sürdürüp bu dünyadan göçen Neyzen Tevfik’e Allah’tan rahmet diliyorum. 02/06/2011
[i] Ayak takımı
[ii] İlginç Olaylar Sıra Dışı İnsanlar: Toygar AKMAN / Kaknüs Yay. 2004 İstanbul S:163-173
[iii] Işık
[iv] İslam Ansiklopedisi: Türkiye Diyanet Vakfı / Cilt 33