Neyi Nerede Kaybettik?

Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir coğrafyada yaşıyoruz. Kadim bir medeniyetimiz, şanlı bir tarihimiz, köklü bir devlet geleneğimiz vardı. Kılıcımızın kestiği dönemlerde, söz bizden dinleniyordu. Gittiğimiz yerlere huzur, barış, adalet, insanlık, merhamet götürüyorduk. Zulmetmiyorduk, sömürmüyorduk… Dostun, mazlumun güvencesi; düşmanın, zalimin korkulu rüyası idik… Önce gönüller fethediliyordu! Sonra ülkeler!
Kayıtlarda, Yavuz Sultan Selim’in; Mısır’ı fethettikten sonra, Hint ve Çin ülkelerinin haritalarını yaptırdığına dair bir rivayet vardır. Yavuz bu haritaları niye yaptırmıştır? Yoksa Mısır’dan sonraki hedefi Hindistan ve Çin diyarları mıydı? Ayrıca Osmanlı padişahları içersinde çok okumaktan dolayı gözlerinin bozulduğunu ve bu yüzden mercek kullandığını bildiğimiz ilk padişah Yavuz’dur. Geceleri 3-4 saat uykuyla yetinir, diğer zamanlarını okuyup yazmakla geçirirmiş.
Nil Nehri kıyısında bir timsahı tek vuruşta ikiye bölmesinden, Yavuz’un kılıç kullanmadaki maharetini anlıyoruz. İşte bugün hasretini çektiğimiz o inanç, o ruh ve o kılıçtır…
Artık kılıcımız ecdadın kılıcı gibi kesmediği için; timsah sürülerinin bir kısmı denizlerde fink atıyor, bir kısmı karaya çıkıyor… Haşerat cinsinin en zehirlisi olan iki ayaklı kızıl akrepler, karayılanlar sokaklarda, caddelerde dans ederken bu milletin bütün mukaddes değerlerine kuduz köpekler gibi saldırıp öfke, kin ve kan kusuyorlar.
Bu vatanın ekmeğini yiyip, suyunu içip de kendilerinin de güvenliklerini sağlamakla görevli bu milletin asker ve polis evlatlarına tuzaklar kurarak şehit etmek, yakmak, yıkmak, huzuru bozmak, tevhidin sembolü minarelere kurşun sıkmak, camileri ateşe vermek nasıl bir kahpeliktir… Bütün bu kahpelikleri, bütün bu soysuzluk ve alçaklıkları; dokunulmazlık zırhına bürünerek “insan hakları”, “düşünce hürriyeti”, “özgürlük”, “barış”, “demokrasi” gibi kulağa hoş gelen içi boş kavramlarla terörün siyasi uzantısı bir parti tarafından TBMM’de savunmak, destek olmak, teşvik etmek nasıl bir anlayıştır?
Terörün ve teröristin elinde her türlü silah mevcut… Devletin bekası için, terörün ve teröristlerin elindeki bütün silahların imha edilmesi gerektiği gibi, devlet tarafından terörle en ufak ilişkisi olan siyasilerin elinden de “siyaset silahı” mutlaka alınmalıdır.
19. yüzyılın sonunda Fransa’nın Millet Meclisi Başkanı Charles Dupuy, soğukkanlılığı ile tanınır. 9 Aralık 1983’te bir anarşist tarafından meclise bomba atılmış, yaralananlar olmuştu. Yaralananlar arasında Dupuy da vardır. Dupuy birkaç dakika sonra kendisini toparlamış, hafif bir öksürükle sesini kontrol etmiş ve meclise hitaben; “Beyler! Oturum devam ediyor!”demiştir. Dupuy bu hareketiyle, devlet adamının anarşi ve teröre taviz vermemesi gerektiğini göstermiştir. Çünkü anarşi ve terör, insanları yıldırarak ve tavizler kopararak amacına ulaşmaya çalışır. Teröre taviz verildiği müddetçe taviz yeni tavizleri doğuracaktır.
Yabanın gâvurunu anlıyoruz… Onların bu topraklarda gözü var da! Ya bu topraklarda yaşayan kanı, mayası, sütü bozuklara ne oluyor? Bu ülke parçalanırsa, bu ülke işgal edilirse, önlerine kemik atıp ellerine silah veren hınzırlar, o gün bu soysuzların her birine “üstün hizmet madalyası” mı takacak yoksa?
Evet, zor bir coğrafyada yaşıyoruz… Hilâl’in gölgesi haç’ın üstüne düşmeye devam ettikçe ehl-i küfrün arş’a hırlamaları devam edecektir… Başımıza bela ettikleri bu püsküllü TERÖR belasından da bu aziz millet kurtulacaktır inşallah… Yeter ki biz, neyi nerede kaybettiğimiz hatırlayalım… Yeter ki onu aramanın ve bulmanın gayretinde olalım… Zaten yeni yeni neyi nerede kaybettiğimizi hatırlayıp da arama gayretine girdiğimiz için rahatsız oldu cümle cin ve şeytan tayfası!
Hindistan’ın devlet sembolünün “inek”, Rusya’nın devlet sembolünün de “AYI” olduğunu herkes bilir… Dünkü vatanımızın bir parçası olan Suriye’de; Esed sırtlanıyla Rus ayısının katlettiği körpe kuzuların sayısını bilmiyoruz! Büyük şeytan ABD’nin, diğer çakalların iştahlarını kabartan plan ve projeler üzerinde çalıştığından şüphemiz yok. İran; Putin’in, İsrail’in ve Esed’in başarısı için dua ediyor!
Hava sahamızı defalarca ihlâl eden, yapılan ikazları dikkate almayan Rusya’ya ait uçak uluslararası angajman kuralları gereği düşürülünce ayı kış uykusundan uyanıp homurdanmaya başladı. Kendi suçunu kabul etmediği gibi; bir de bizi tehdit ediyor, özür bekliyor, vatandaşlarımıza eziyet ediyor, tazminat istiyor! Sen ne söylersen söyle… Ayıya lâf anlatamıyorsun işte… Hâlâ homurdanıyor ayı oğlu ayı…
Birinci Dünya Savaşı, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması’yla fiilen sona ermiş olmasına rağmen düşman devletlerin Osmanlı’ya karşı gizli hesapları devam etmektedir. Yunanistan, İngiltere’nin de desteğini alarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmiştir. İzmir’in ve Batı Anadolu’nun yer yer işgal ve istilâsı devam ederken, Yunan Başbakanı Venizelos ile İngiltere Başbakanı Lloyd George gizli bir anlaşma yaparlar. Buna göre, İngiltere 50 bin kişilik bir Yunan ordusunu en modern silahlarla donatarak Yunanlıların Anadolu’yu tümüyle işgal etmelerini sağlayacaktır. Bu sinsi çalışmalar Ekim 1920 tarihine kadar devam eder. Sıra Kralı ikna edip saldırıyı başlatmaya gelmiştir. Yunan Başbakanı Venizelos, Yunan Kralı 1.Aleksandros’u, yaptıkları sinsi planı uygulamaya yani Anadolu üzerine yürümeye razı eder.
Birinci Dünya Savaşı’nda talebeleriyle çeşitli cephelerde Rus ve Ermenilere karşı savaşan Bediüzzaman Hazretleri, Yunanlıların Anadolu’yu istila planları yaptığı günlerde İstanbul’dadır. Bu sinsi planları duyar duymaz büyük bir endişeye kapılır ve bir Cuma gecesi namazdan sonra duaya başlar. O gece sabaha kadar uyumaz. Devamlı olarak “Ya Rabb! Senin askerin daha çoktur. Bu melûnlara fırsat verme” diye dua eder. (… Rabbin Teâlâ’nın askerini kendinden başka hiç kimse bilmez. … Müddesir, 31)
Yunanlılar, sinsi planlarını uygulamak için hazırlıklarını tamamlamışken siyaset hesaplarını alt üst eden, tarihin akışını değiştiren, hiç hesapta olmayan bir gelişme yaşanır. 21 Eylül 1920 tarihinde Yunan Kralı I. Aleksandros, kendi evinde beslemiş olduğu Moritz isimli maymunu tarafından ısırılır ve 25 Ekim 1920 tarihinde de kan zehirlenmesi sonucu ölür.
Bediüzzaman Hazretlerinin yanında bulunan Molla Süleyman, Divan Yolu caddesinden sabahları Bediüzzaman Hazretlerine gazete almaktadır. Bir sabah aldığı gazeteler, Yunan Kralı I. Aleksandros’u bir maymunun ısırdığını ve maymunun da öldürüldüğünü yazmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri habere çok sevinir ve gülerek “Bir kalem getir de Süleyman, bu hayvanın arkasından bir mersiye yazalım” der. Eline kalemi alır ve gazete kâğıdının boş bir köşesine şöyle bir mersiye yazar:
Ey maymun-i maymûn!
Mü’minleri memnun, kâfirleri mahzun,
Yunan’ı da mecnun eyledin,
Öyle bir tokat vurdun ki,
Siyaset çarkını bozdun.
Lloyd George’u kudurttun,
Venilezos’u geberttin,
Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun.
Ki küfrün ordularını zulmün leşkerlerini
Bir hamlede havaya fırlattın.
Başlarındaki maskeleri düşürüp,
Maskara ederek bütün dünyaya güldürdün.
Yunan Kralı’nın ölümüyle Venilezos’un hain planı da suya düşmüş olur ve Anadolu’nun istilâsından vazgeçilir. Allah, kulunun samimi dualarını geri çevirmiyor demek ki… Hz. İbrahim’e karşı mücadele eden Nemrut’u bir sivrisinekle kahrettiği gibi Yunan Kralı’nı da bir maymunla cehennem çukuruna göndermiştir.
Rabbim; bizlere acı, bize merhamet eyle. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk eyleme. Bize birlik, bize dirlik, bize şuur, bize sabır ver Allah’ım. Bizi senden başkasına muhtaç etme Allah’ım. Bu çağın tüm zalimlerini sana havale ediyoruz Rabbim.