Nasıl Kurtuluruz?-2

(Büyük Allah dostu İbrahim Ethem’in (radıyallhu anh *1) kalplerimizin kararmasına ve dualarımızın kabul olunmamasına sebep olarak saydığı on özellik anlatılmaya devam ediliyor.)
“Dördüncü sebep, hem şeytana düşman olduğunuzu söylüyorsunuz hem de onun adımları ardından gidiyor, onu önder ediniyorsunuz.”
Evet, şeytana düşman olduğumuzu söyleriz. Fakat nice yapılan şeytani işler vardır ki bilerek veya bilmeyerek şeytanı önder ediniriz, o da bizi Rasulullahın sallallahu aleyhi ve sellem yolundan uzaklaştırır, nice sapıklıklara nice dalaletlere sevk eder. Neticede helak olur gideriz onun peşinde.
Değerli mü’minler, bildiğimiz şeytanların ötesinde bir de aramızda bizim suretimizde dolaşan, kendisini tamamen iblise kaptırmış, onu önder etmiş insan suretindeki şeytanlar vardır ki onlar bizim için öbür şeytandan daha tehlikelidir. Çünkü o bizim gibi konuşuyor, bizden birisi olarak içimizde yaşıyor. Bu şeytan bize yaklaşır, kulağımıza fısıldar. Bizi kötülüklere ikna etmeye çalışır. Bizi inancımızdan, ahlakımızdan, amelimizden uzaklaştırmaya çalışır. Bizi tek kelimeyle Allah’a isyan eden kötü bir kul, kötü bir insan haline getirmek için gayret eder. Bu insan suretindeki şeytanlardan hazer edelim, kaçınalım, uzak duralım. Bunların her birerleri bir yerlerden bize seslenirler. Televizyon ekranlarından seslenirler. Radyo mikrofonlarından seslenirler, gazete köşelerinden manşetlerinden seslenirler. Bunlar kötü çevrelerden kötü arkadaşlar olabilir, sokakta seslenirler, işyerinde seslenirler. Her yerden bizi ihata etmeye çalışan bu insan suretindeki şeytanlardan da çok uzak duralım.
“Beşincisi, cenneti arzu ediyor, oraya girmek için ameli salih yapmıyorsunuz.” diyor İbrahim Ethem.
Herkes cenneti arzuluyor, ama cennete girmenin de bir tek yolu var. Allah celle celalühu cenneti vaat ediyor, ama kimler için? Gerçek mü’minler için, iman eden ve imanının gereği olan amali salihayı yapan, tek kelimeyle iyi bir kul olan, olma yolunda çalışan, imanı sağlam, ameli salih, niyeti halis mü’minler için cenneti vaad ediyor. Günah işleyip de günahında ısrar etmeyen, günahından hemen tövbe eden, tam bir tövbe, nasuh tövbesi, dönmeyecek bir tövbe ile günahlarından tövbe edenler için vaad ediyor. Bir Allah dostunun çok güzel ifade ettiği gibi:
“Şaşılır bu insanlara ki hep cenneti istiyorlar ve fakat yaptıkları bütün ameller cehennemlik…”
Bunun için değerli mü’minler, amali saliha işlememiz lazım. Kalbimizin nurlanması, kulluğumuzun kabulü, dualarımızın kabulü için…
“Altıncısı, cehennemden çekiniyorsunuz. Fakat günahlardan sakınmıyorsunuz.”
Evet, herkes cehennem ateşinden çekiniyor. Rabbimize sığınıyoruz. “Yarabbi bizi cehennem ateşinden koru” diyoruz. Fakat insanları o ateşe götürecek olan günahlardan hiç çekinmiyoruz. Hem içki, kumar, zina, faize dalalım, nefsimizin peşinde, şeytanın peşinde, şehevani arzularımızın peşinde istediğimiz gibi her türlü haramlara dalan bir hayat sürelim hem de Allah bizi cehenneme atmasın istiyoruz.
Evet, Allah Gafurdur, Rahimdir, Tevvabdır. Allah affedicidir. Fakat tövbe edenlere, günahından nedamet duyanlara… Yoksa günahı üzerinde ısrar edenlere değil. “Ben müslümanım” deyip de müslümanlara savaş açanlara değil. “Ben müslümanım” deyip de başörtüsüne “bir bez parçası” diyecek kadar işi azıtanlara değil. Başörtüsü müslümanın namusudur. Müslüman kadının namusudur. Onun için Allah başörtüsünü farz kılmıştır. Acemin, Arabın bir âdeti değildir. Estetikten de yoksun değildir. İnananın en güzel estetiğidir o. Adam gözüyle bakarsan onda ne güzel estetik vardır görürsün.
“Yedincisi, ölümün hak olduğuna inanıyor ona hazırlık yapmıyorsunuz.”
“Kişiye vaiz olarak, nasihatçi olarak ölüm yeter.” buyuruyor Allah’ın Rasulü aleyhisselatü vesselam. Ölüm ne zaman, nerede ne şekilde vuku bulacak hiçbirimizin malumatı yok, haberi yok. Ama hepimizin bildiği bir gerçek var. Mutlaka olacak, bir gün vukua gelecek. Azrail aleyhisselam gelecek ve bize emanet olarak verilen o canı bizden isteyecek. Peki, ne zaman, nerede, ne şekilde olacağından habersiz olan biz müslümanlar “Bugün benim son günümdür, bugün benim son namazımdır” diyerek, bu şuurla ona hazır mıyız, hazırlık yapıyor muyuz? Çünkü bir gün son günümüz olacak. Bir namaz da bizim son namazımız olacak. Bu şuurla namaz kılıyor, bu şuurla kulluk yapıyor muyuz?
“Sekizincisi, ölülerinizi defnediyor ibret almıyorsunuz.”
Evet, uzak yakın akrabalarımızı, uzak yakın tanıdıklarımızı, en yakınlarımızı, sevdiklerimizi götürüp o toprağa teslim ediyoruz. Dar karanlık bir çukura koyuyoruz. “Bir gün beni de buraya koyacaklar. Nasıl ki biz bunları getirdik, koyduk ve amelleriyle baş başa bıraktıksa bizi de bırakacaklar. Yarın ne evladımız, ne ailemiz, ne yakınlarımız burada bizimle kalmayacaklar. Mallarımız da bizi buraya kadar takip edemeyecek. Onları zaten bıraktık dünyada. Ne amel etmişsek o bizimle kalacak. Benim de akıbetim bu olacak.” diye ibret alıyor muyuz? Orası cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olacak. Bunu tefekkür ediyor muyuz?
“Dokuzuncusu, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla uğraşıyor, kendi ayıp ve kusurlarınızı unutuyorsunuz.“
Değerli mü’minler, sıkıntılarımızın en büyüklerinden birisi de burada yatıyor. Nefsimizi başıboş bırakıyoruz. Nefis tezkiyesiyle, kalp tezkiyesiyle uğraşmıyoruz. Yani diğer bir tabirle nefsimizle cihat etmiyoruz, onu gemlemeye çalışmıyoruz, onu terbiye etmeye çalışmıyoruz. Kendi kendimizi sorgulamıyoruz, kendi yaptığımız ufak tefek amelleri büyütüyor, başkalarının yaptığı çok büyük hizmetleri, amelleri küçümsüyor, haset ediyoruz. Kendi nefsimizi ön plana çıkarıyor, başkalarını tahkir ediyoruz, küçük görüyoruz. Hâlbuki müslüman ne kadar amel ederse etsin, o amellerini küçümsemeli, kendini küçümsemeli, “Allah’ın bunca nimeti karşısında benim yaptıklarım ne ki?” demeli yani önce kendi nefsini düzeltmeye çalışmalıdır. Çünkü kendi nefsini düzeltmeyen başkalarını düzeltemez.
“Onuncusu Allahın verdiği rızkı yiyor ona şükür etmiyorsunuz.”
Değerli mü’minler, Allah’ın verdiği o kadar çeşitli rızıklar var ki… Bakınız bir nefes alıyoruz, hayatımız devam ediyor. Bir nefes veriyoruz, hayatımız devam ediyor. Yani bizim hayatımız aldığımız nefeslerle mümkün oluyor. Her nimet karşısında, her nefes alıp vermemizde bir şükür vaciptir. Bunlar hayatımızı devam ettiren büyük birer nimet olduğuna göre, her nefes alış verişimizde Allah’a şükretmemiz vacipken, biz ne günahlar irtikâp ediyoruz, ne isyanlar içinde bulunuyoruz? Başkalarının ayıplarıyla uğraşıp kendimizi unutuyoruz.
Bu, başkalarının ayıplarını, kusurlarını görmezlikten gelelim demek değildir. Emri bil maruf, nehyi anil münker vazifemiz var. Topluma zarar veren günahlar işleyenleri ikaz edeceğiz. “Zalim bir hükümdara karşı doğruyu söylemek en büyük cihattır.” Elbette ki bunları söyleyeceğiz. Ama dedikodudan, gıybetten uzak duracağız. “Efendim biz çalışıyoruz da insanlar hakka gelmiyor, doğruya gelmiyor.” demeyeceğiz. O hususta önce kendi nefsimize bakacağız. Bizden kaynaklanan bir kusur olup olmadığına bakacağız. Sonra da kusurlarımız varsa düzelteceğiz. Eğer o hususta kusurlarımız yoksa hizmetimize devam edeceğiz.
Rasululullahın aleyhisselatü vesselam tebliği esnasında da ona inananlar oldu, inanmayanlar oldu. Nuh’un oğlu isyan etti. Lut’un hanımı isyan etti. Yoksa hâşâ Onlar da mı nefislerine hâkim değillerdi? Buradaki nüansı da fark edelim. Buradaki farkı fark ederek hareket edeceğiz. Allah’ın verdiği bunca nimetler karşısında şükretmeyen, şükür borcunu, vazifesini yerine getirmeyen insanların da kalbi kararıyor. Duası indallah müstecab olmuyor.
Öyleyse gelin hep beraber Allah dostu, tacını tahtını Allah yolunda terk eden İbrahim Ethem’in bu uyarılarına kulak verelim ve hepimiz hep beraber yaratılış gayemize uygun olarak Allah’ı tanıyıp ona gerçek manada kulluk edelim. İşte bunları yapabilirsek yaratılış gayemize uygun hareket etmiş oluruz ve Allah celle celalühu yolunda, Rasulullahın aleyhisselatü vesselam yolunda sadakatle kulluk eder, hizmet eder ve Allah’ın makbul kullarından oluruz inşaallah.
Değerli mü’minler, Rabbim celle celalühu bizleri her türlü kötülüklerden korusun. Bizleri Âlemi İslam’ın yeniden dirilişine, yeniden uyanışına, yeniden düzelmesine, birlik beraberlik içerisinde olmasına vesile kılsın.
Âmin…